“mende sığar iki cihan,
men bu cihâna sığmazam…”
seyyid nesîmî
I.
kimim ben,
hangi ağacın kuruyan dalıyım?
neden kemiriyor beni içimde beslediğim kurtlar?
hangi sofraya düştüm seher vakitlerinde
hangi kör avcının hedefiyim
neden hep dışında kalıyorum çerçevelerin
ve neden hep zindana dönüyor
ruhuma dar gelen bu elbise?
uzak mı düştüm yoksa yollardan
kana kana içtiğim pınarların suyu neden kesik şimdi
ben değil miydim oysa revan olan o büyük düşe
değil miydim yoksa her çıkmaz sokağın sonundaki derin kuyu
düştüyse kalkmayı bilen
yenilgi yenilgi zaferler büyüten
yusuf’un yoldaşı, musa’nın kelâmı
isa’yla beraber çarmıhlara gerilen
ve ahmed’e değen taşlarla yaralanan
o gövdenin sahibi ben değil miydim?
dağları deldiğim biliniyor
çünkü babamın kulağıma okuduğu ilk ezan
bunu gerektiriyor
ismim ferhat,
hani şirin’i kaybeden o meçhul zat!
kardeşim deli, ben deli;
divâne akar durur mezopotamya’da kanlı fırat
oysa neden yorulup duruyor şimdi
durmadan dört nala koşan şu kanatsız at!
II.
benim doğduğum yerlerde
bozkırlar yürür mavilere doğru
ceyhan suyu bilir ancak sırlara sır olan gizimi
çocukluğum, yamalı bir cekettir, üşüyüp durur
gençliğim, deli bir tay gibi, sonsuza doğrulur
sırtımda sıralı dağlar,
gâvurdağları benimle nâm bulur!
hangi aşk hikâyesi bana yabancıdır
hangi ok ki göğsümü delmeden varmıştır yörüngesine
hem benim bu sevdam olmasa
karac’oğlan ne dökecekti sâhi ak kağıtlara?
III.
heybem ne acılarla dolu
kalemim alabildiğine hasret kokuyor
anladım, hangi duvara sırtımı dayasam yıkılıyor
hangi tarafa yüz çevirsem sonu yalnızlık,
durmadan, hiç durmadan çoğalıyor.
ben değilim bu kibirli dünyanın figüranı
pişmemiş nefislerin çırağı ben değilim;
benim, evet, dertli gönüllerin çerağı
evet, benim işte bulduğunu arayan
ve avına av olan örümcek ağı!