Kötülük Saygın ve Mecburi, İyilik Suç ve Yasak

Sizi kötülüğe çağırsam, ‘Haydi gelin kötülük yapalım’ desem en hafif tabirle hiç de hoş olmayan bir şaka yaptığımı aklınızdan geçirir, şaşırırsınız. Biraz ciddiyet takınarak ‘Sadece kötülük yapmayalım, kötülüğü yaymak için örgütlenelim, faaliyet gösterelim’ desem, zırvalarıma haklı olarak büsbütün hayret eder, bana o iyi kalbiniz, hep iyilik düşünen varlığınız adına tepki verir, ilişkinizi kesersiniz. Elbette böyle bir şey söz konusu olmaz, olamaz. Ayrıcalık sağlayan bir meziyet görmeksizin hep iyi, hep iyiden, iyiliklerden yana olmayı varoluşun doğası olduğuna inandım. Aynı sebeple varlık cevherimizde kötüye ve kötülüğe karşı vicdanî retle açığa çıkan fıtrî bir tepki de vardır.
İyilik için, iyi olarak, iyilik adına, iyilerle birlikteyim. Sizinleyim, sizlerleyim. Ne var ki, Emin Maalouf’un kitabına başlık yapacak şekilde ‘Çivisi Çıkmış Dünya’da yaşıyorsanız dehşet verici bir durum içindesiniz ve iyi olmak, iyi kalmak hiç de kolay değil demektir. Bu kitap Ortadoğu merkezli olarak siyaset ve ona bağlı sosyal, kültürel gelişmeleri konu ediyor olsa da bizim odaklanacağımız alanla da ilintisiz değildir. İtalyan yazar Giovanni Papini Gog* adlı eserinde, sözün başında sözgelimi tasarladığım kurgusal saçmalığa çağrışım ve malzeme olacak tarzda bir fanteziyi konu eder. Bu iki kitaba yine bu sayfalarda ‘Deli Değiller Çünkü Akıllılara Üzülüyorlar’ adlı yazımda farklı perspektifle kısmen değinmiştim.
Giovanni Papini, andığım eserinde felsefi, teolojik derinlikleri olan kimi değerleri, tarihsel motif ve kavramları da anıştıracak tonlamalarla günümüz dünyasıyla örtüştürmeyi başarır. Okurun hayret ve şaşırma katsayısıyla beraber artan ilgisi, ustalıklı kurgu ve üslupla kadim, köklü meselelerin tam içine çekilir. Çekilir ama orada iyi ile kötü, güzel ile çirkin klasik tertip ve tanzimlerden farklı olarak adeta yer değiştirmiştir. Daha doğrusu yaşadığımız çivisi çıkmış dünyada değer ve tasavvurların altüst olduğunu, böyle bir altüst oluş içinde bırakın doğruyu bulmayı, onu arama, aramaya niyetlenme imkânı elde etmenin bile imkânsız ölçüde zorlaştığını anlarsınız. Bazen doğruyu arayacak imkân ve mecalinizin bile bırakılmadığı ölçüde ontolojik aşınma, erime yaşadığınızı hissetmenin sarsıntısını yaşarsınız. İlkin tuhaf imgesel fanteziler sanılan anlatıların günümüz dünyasında hayatın acı, ağır, trajik gerçeklerine dönüştüğünü görür, anlarız. Meselâ Gog’un bir yerinde Dünyayı Yıkma Örgütü’nün kongresinden bahsedilir.** Durun bi dakika; şaka mı bu?
Her şey anlaşılır da ‘Dünyayı Yıkma Örgütü’ nereden çıktı? Tarihin en kötücül örgütleri bile kendilerini böyle isimlendirmemiştir. Yıkım için bir araya gelenler bile amaçlarının yapmak olduğunu söylemiştir. Bir yerde savaş mı çıkarılacak, oraya barış götürme vaadiyle saldırı veya işgal başlatılır, asıl maksat gizlenir. Zulümler adalet, işgaller özgürlük, işkence ve hak gaspları demokrasi adına yapılır, yapılmaktadır. Kimse ‘biz yapmak için değil yıkmak için, yaşatmak için değil öldürmek için, doğru için değil yanlış için, iyilik için değil kötülük için bir araya geldik’ demez. Hadi insanlığın ve vicdanın bütün savunma hatlarından vazgeçtik diyelim ama son tahlilde ayıp olmaz mı? Bütün medeniyetlerin ortak insanî değerleri veya bütün insanlığın medeniyet değeri adına çekincenizi anlıyorum. Ne ki çivisi çıkmış yenidünyada değerler, ölçüler altüst olmuş, kötü iyinin, çirkin güzelin, yanlış doğrunun yerini almıştır. Kitleler allanıp pullanarak hoş gösterilen kötüye, kötülüklere yönelmektedir. Hakkın, hukukun, adaletin, ahlakın, edebin, onurun yanında ve arkasında durmak ayıp telakki edilmektedir. Genel kabul görüyor olmaktan güç alan kötülük, bundan böyle kendini gizleme ihtiyacı duymamaktadır. Eşkıya dünyaya hükümran olunca artık hiçbir şey gizlenmeksizin bu güruh kendini ‘Dünyayı Yıkma Örgütü’ olarak ilan ediyor. Güç, imkân, imtiyaz, iktidar elindedir. İmkân ve imtiyaz elde etmek isteyenler ilk aşamada bu örgütün himayesi altına girmem durumunda olmaktadır. Böylece pasif iyilik aktif kötülüğün emrine girmekte, ona hizmet eder duruma düşmektedir.
Kitap ilgili bölümünde bu örgütün kongresini anlatıyor. O kongrede yapılan konuşmalardan bir iki cümlecik alıntının uyandırdığı çağrışım bile bozulmamış insan varlığının ürpermesine yeter: “İnsanın ana isteklerinin neler olduğunu biliyorsunuz. Başlıcaları, başkalarına bile ait olsa, kendisine faydalı bulduğu şeye sahip olma, menfaatlerine, zevklerine karşı koyanları yok etme, hoşuna giden her kadına.. sahip olmadır.” “Yalnız biz, “dünya yıkıcıları” prensiplerimizin sonuna kadar gidiyoruz, insanlığın kurtarıcıları biz olabiliriz, gerçek insan haklarını ancak biz ilan edebiliriz. Çalmak, öldürmek, ırza geçmek haklarını.” Papini hayat, hakikat, insanlık, insan hak ve değerleri adına her şeyin tersine döndüğü günümüz dünyasını en trajik realitesiyle anlatmaktadır. Çağdaş karşılığıyla da ABD ve onun öncülüğündeki koalisyonların Afganistan’dan, Irak’a, Filistin’e, Mısır’dan Libya’ya Ukrayna’dan Guatemala’ya kadar demokrasi hak ve özgürlükler için dünyaya ölüm kan ve ıstırap yaymasının ideolojik mesnetlerini anlatmaktadır.
Günümüz dünyasının, bu dünyanın insanının, bu insanın zihin ve ruh yapısının gerçeklik ve doğruluk adına üzerine oturduğu temel, iğrenç, aşağılık bir yalandır. Niçin böyle söylediğimi, iğrenç olmayan yalanın da mı olduğunu şimdilik sormayın. Yalan olmayan onun ruhunda alerji meydana getirmektedir. Yalan olmayan onu tıkamakta, nefessiz bırakmaktadır. Sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, askerî manada ve her alanda insanlık birikimini yıkmaktan, ona düşman olmaktan, saldırmaktan başka bir şey düşünmemeyi ideolojiye dönüştürmüş örgütlü kötülüğün veya kötülük örgütünün egemenliği altında insanlık perme perişandır, inim inim inlemektedir. Öyle değil midir? Yeryüzünün bütün nimetleri, insanlığın bütün değerleri ifsat edilmektedir. Bir şeyin yok edilmesi için insanî olması yeterlidir. İnsan var oluşunu anlamlı, önemli, onurlu kılan bütün değer ve vasıflar sistemli bir çalışmayla gözden düşürülmektedir. Değersizliğin özendirilmesi sadece en etkili telkin ve uyutma aygıtı olarak kullandıkları medya ve iletişim araçları yoluyla yapılmamaktadır. Çeşitli kurum ve kuruluşların uyguladığı projelerden yüksek ve örgün eğitim müfredatına, kültür, aile, kadın, gençlik, çocuk politikalarına kadar çeşitli programlarla insanlara dayatılır olmuştur. Şeytana bile pabucunu ters giydiren bu Küresel İblis Çetesi, durmak, doymak bilmez azgınlıkla bütün insanî, manevî değerleri çiğnemekte, eşi benzeri görülmemiş iğrençlikler sergilemektedir. İğrençlik, küresel ölçekte egemenlik kurmak amacıyla çıkarılan savaşlardan, ahlakî ve vicdanî çürümeye kadar hayatı ve dünyayı kasıp kavurmaktadır.
Bugün Papini’nin anlattığından da vahim boyutta kötülük dünyayı kurumsal olarak da kuramsal olarak da istila etmiştir. Adeta kötülük saygın, serbest, iyilik suç ve yasaktır! Kötülük, bütün etik, estetik sınırları ayaklar altına alan fütursuzlukla her yönden, her boyuttan hayatı, insanı kuşatmış, sistemli, bilinçli faaliyetini küresel ölçekte genişletmiştir. Görünür dünya kötülüğe teslim olmuştur. Kötülüğün aklı, arzusu, sözü, yasası, ölçüsü baskın çıkmıştır. Kötülüğe dayanan, kötülük üreten, kötülükle hareket eden, kötülüğü egemen kılmak isteyen bir düzen işlemektedir. Küresel ölçekte felsefî, siyasî, ekonomik, kültürel etki ve güç kazanmış kötülük, son hamlesiyle insanın varoluşsal anlamını, amacını yok etmeye odaklanmıştır. Odaklanmanın amaçlanan sonuçları verdiği yer ve toplumlarda duygu, etik, ahlak, sevgi, vicdan, merhamet, dönemlerini bitmiş ve ölü kavramlar olarak hayatın dışına itilmiştir. İnsanı manevî, ruhsal, içsel, cinsel vasıf ve temayüllerinden soymak, soyutlamak için yoğun şeytanî çabalar sarf edilmekte, bu maksatla faaliyet gösteren sektörlere bunun için ciddi fonlamalar yapılmaktadır. Planlar yapılmakta teşvik programları geliştirilmektedir. ‘Toplumsal cinsiyet’ veya ‘cinsiyet özgürlüğü’ adı altında yürütülen projeler, bu müfsitliğin son somut örneğidir. Kadın ve erkeğin farklı yaradılışlarıyla fıtrî varlığı, aile, toplum, millet mefhumu, bütün bunlara bağlı olarak insanlık kavramı ve doğası değersizleştirilmektedir. Sözüm ona din, kültür, toplum, ideoloji bağ ve bağlantılarından kurtulan insan, son aşamada tam ve mutlak özgürlüğünü gerçekleştirmek için, başta cinsiyet ve genetik özellikleri olmak üzere insan varlığını da aşarak en yüksek medeniyet ve oluş aşamasına geçecektir. Yani insan, insan olmaktan çıkacaktır. Çünkü insan varlığımızın ruhsal genetiği ve metafizik kodları her defasında şeytani kurgu ve niyetlere itiraz etmektedir. O nedenle nihai aşamada Budist, Hıristiyan, Müslüman değil, anlam arayışı sebebiyle inançların tekliflerine muhatap olan ve muhatap olma ihtiyacı duyan insan varlığı, insan kimliği imha edilmektedir. Bu anlayış artık belli inanç veya düşüncedeki insanlara da değil, doğrudan düşünen ve inanan insana karşıdır. İnsan ilerlemeci medeniyet yolculuğunda geldiği aşamada inanç ve düşünce gibi ilkel yüklerin ağırlığını taşımaktan da kurtulmalıdır! Lanet olsun sizin medeniyet anlayışınıza.

Nesillerle birlikte bütün bir insanlık kültür ve medeniyeti şeytanî bir saldırının tahrip ve tehdidi altındadır. Bu süreçte yolsuzluktan yoksulluğa, fuhuştan bütün zararlı alışkanlıklara, terörden, insan soyunu hedef alan yıkım, kıyım ve katliama kadar en acımasız, en iğrenç, aşağılık fiil ve faaliyetler, ultra liberalizmin yeni üretim ve pazar alanına dönüşmüştür. Bütün bu cürüm ve cinayetlerin faillerinde en ufak bir vicdani sızı ve sorumluluk emaresi görülmemektedir. İnsanı değer skalasının merkezine alan, her şeyi insan için ve insan tarafından değerlendiren sözüm ona hümanist aşamaya geçilenden bu yana, tarihte görülmedik bir düşüş ve aşağılanma insanın adeta kaderi olmuştur. Demek ki fıtrat, yaradılışta varlığımıza hareket veren nefese sessiz, emanet edilen cevhere ilgisiz kalınca yabancılaşma en koyu, en kesif biçimiyle yaşanmakta; insan çamurdan başka bir şey kalmayan değersizliğiyle gerçekten cahil, nankör, zalim olmakta, olabilmektedir. Hegel’den Weber’e, Fromm’dan Şeriati’ye kadar çeşitli açılardan açıklanan ‘yabancılaşma’ asıl bu yönüyle yeniden anlaşılmalı, yorumlanmalıdır. Yabancılaşmayı hazırlayan uzaklaşma, farklılaşma, etkilenme durumları, telafisi olmayan olay veya olgular değildir. Hatta hayatın kendi bileşkeleri içinde bir yabancılaşma, kültüre, kültürlenmeye katkı da sağlayabilir. Ancak şu an ilahî inşa yapısıyla insanı hedef alan azgınlık, doğrudan insan varlığımızdan kopuşu, başkalaşmayı, düşmanlaşmayı önermekte, özendirmekte, çoğu durumlarda dayatmaktadır. İnsan, yaradılışından beri süregelen tarihi içinde bu kadar hiçleştirilmemiş, aşağılanmamış, değersizleştirilmemiştir. Terör, savaş, sürgün, insan kaçakçılığı, uyuşturucu ticareti sıradan olaylara dönüşmüştür. İnsanlık, cennet hayaliyle sürüklendiği maceranın son aşamasında içine düştüğü çirkef çukurunda cinnet geçirmektedir. Sonra da bu cinnet halini yaşama biçimine dönüştürmüş, insanî hiçbir şeyden memnun ve mutmain olamamanın şeytanî sapıncıyla zihninde öldürdüğü tanrının tahtına oturmaya kalkmıştır. Ölçüsüz, sınırsız, sorumsuz olarak nefsi arzularının kölesi olmaya dayalı olarak ideolojisini de, örgütlenmesini de cehennem inşa etmeye kurgulamıştır. İşte Dünyayı Yıkma Örgütü başkasını yaşatmaktan değil yok etmekten haz alan korkunç sadizmin sonucudur. Bizler, hepimiz maalesef bu sadist insan ve örgütlerin yıkmak istedikleri dünyada yaşamak durumundayız. Onun için yaşamak üzerimizde bir suç gibi durmaktadır.

Artık klasik kapitalizmin, modern liberalizmin de çok ötesine geçerek devletleri yönetim ve denetimine almış bu kişi ve örgütlerin sevinci, bütün bir dünyanın kederinden beslenmektedir. Bütün bir insanlık olarak ağladığımız ölçüde onlar gülüyor, aç kaldığımız ölçüde tok oluyorlar, öldüğümüz ölçüde yaşıyorlar. Birleşmiş Milletler ve benzeri birçok sivil kuruluşlar, artık göstermelik de olsa haksızlığa maruz kalmış, vatanı işgal edilmiş, servetleri yağmalanmış, ahlâksızlığa ve kötü alışkanlıklara itilerek perişan olmuş insandan yana bir irade ortaya koyamaz, önleyici bir tedbir getiremez, geliştiremez olmuşlardır. Srebrenitsa, Gazze ve Myanmar’da yaşandığı gibi zalimlerle birlikte katliamlara kadar varan zulümlere ortak olunmakta, arka çıkılmaktadır. Özetle örgütlü zulüm her türlü şiddet ve sapkınlıkları deneyerek, her türlü şiddet ve sapkınlıklara özendirerek bütün bir insanlığı, insanlığın temel değerlere dayalı birikimini yok etmeye kararlı gözükmektedir. Zulmün örgütlü birlikteliği mazlumların kurtuluşunu daha da zorlaştırmaktadır.
Bugün dünyanın yaşadığı bunalım çok derin, sarsıcı, yıkıcı etkileri ile medeniyet ve onunla bağlantılı olarak insanlık bunalımıdır. İnsanlık medeniyetle birlikte, medeniyet insanlıkla birlikte çökmektedir. Biri ayağa kalkınca diğeri de ona tutunup doğrulacak, ayağa kalkacaktır. Çökmüş insanlığın medeniyeti elinden tutup kaldırması bugünden zor gözükmektedir. Çünkü yakmaktan, yıkmaktan, yok etmekten zevk alan bir barbar topluluk, Goglar ve Magoglar bütün bir dünyaya ve toplumlara egemen olmak istemektedir. Egemen olma arzuları nesnel amaçları çoktan aşmıştır. Bunlar yeryüzünün halifelerine karşı yeryüzünde fesat çıkaran kan dökücülerdir. Kötülüğü ahlaka dönüştüren çılgınlığıyla Yecüc ve Mecüc’lerin emrine giren Batının son çare ve çıkış olarak yöneldiği istikamet, kesin bir uçuruma çıkmaktadır, çıkacaktır. Akıl ve isteklerinin cennet hayaliyle bağlandığı tüm argümanlar yalandır; iflas etmiştir. İnsanlığı imha ederek insanlık adına hangi amaca ulaşılabilir?
Her şeye rağmen insanlık kendisine ölüm, bunalım, ıstırap ve yok oluştan başka bir şey vaat etmeyen sapkınlığa karşı seçeneksiz değildir, olmamalıdır. Varoluşun bütünüyle ölümü, yalana ve kötülüğe teslimi düşünülemez. Dünya çaresizliğe, insanlık anlamsızlığa mahkûm edilemez, edilmemeli. İnsanlık dehası, umudu, ideali bu kadar zayıf, savunmasız olamaz, olmamalı. Bir ses bir söz, bir davet, bir uyarı, bir çığır, bir çağrı, bir müjde, bir mesaj, bir açı, bir açılım, bir yeni rüzgâr, bir başka soluk, bir yeni çizgi, bir yeni rüya, bir umut, bir ışık mutlaka olmalı. Dünya seçeneksiz bırakılamaz, bırakılmamalı. Bir yerden bir pencere açılmalı, bir rüzgâr bu kara bulutları uzaklaştırmalı, bir deniz yarılmalı, denizden yol açılmalı, yüksek bir tepeden bir haberci müjdeli haberler getirmeli.
İnsanı çıkmaza, açmaza sokan anlayışların, yaklaşımların, arayışların, yönelişlerin çare olmayacağı, çözüm, çıkış gösteremeyecekleri anlaşılmıştır, anlaşılmalıdır. İnsanlık, varlığını anlamlı, önemli kılan ruhu tekrar içinde, benliğinde duymalı, erdemle, vicdanla, merhametle canlanmalıdır. Bu anlamda ait olduğumuz kültür ve medeniyet değerleri tıkanan insanlığa belki tek tutarlı, doğru alternatiftir. Medeniyet birikim ve tecrübemiz, dünyaya huzur, gönüllere sürur getirecek bir imkân olarak değerlendirilmelidir.


*Hususen Yahudi sonra Hıristiyan kültür ve inanışında Gog ve Magog figürleri, kötü insanları temsil etmektedir. Binlerce yıl geçmişi olan bu mitolojik figürler, Anadolu coğrafyası merkezli olarak, özellikle kuzey ve Asya bölgelerindeki kavimlerle ilişkilendirilmekte, bizdeki karşılıklarıyla ‘Yec’üc, Mecüc’ olarak anlaşılmaktadır. Bütün kültür ve inanışlarda Yecüc ve Mecüc, kötü, bozguncu, zorlu, zorba kavim olarak neredeyse aynı sembolik içeriğe sahiptir.
**Giovanni Papini, Gog, çev. Fikret Adil, İş Bankası yay,8. bas. 2. Kitap, s.99, İst. 2014.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

“Nur Topu Günlerin Kanına Girdim” / Şeref Akbaba
Seçme İradesi / Ay Vakti
Nefes / Züleyha Kayaoğlu Eker
Depremin Vebali / Semra Saraç
Sezai Karakoç’u Yazmak İsterken-III  / Semra Saraç
Tümünü Göster