10141.
kimine köprüler kurulur
kimi de köprü olur
…
10142.
Gökhan Özcan’ın “Sağlığınızda nasıl bilirdiniz kendinizi?” (s.84) sorusuyla karşılaştığımda kendime soru sormadığımı fark etmiştim. Bilmese de Özcan, soruları kendime yöneltmeye başlama nedenimdir. “Bugün kendin için ne yaptın?” sorusu bende böyle ortaya çıktı. Yazarın ilk yazdığı, benim de okuduğum ilk kitabıdır “Hiçbişey.” Çok sıradan günler yaşadığım bir dönemde, hiçbir şeyin sıradan olmadığını bana göstermiş yazardır o. Bakın kendisini nasıl anlatır: “Her gün erken kalkmayıp, tıraş da olmayıp, işe de gitmem. Çünkü benim bir işim var değil. Yani yok. O zaman biyografimin en çarpıcı cümlesi şu olmalı: “Dünyada ne işi vardı?” Soru sormayı bilmek de bir yetenektir bana göre. Her zaman cevaba ulaşmak da zorunlu değil. Onun kaleminden çıkan, her şeyin çok şey ve aynı zamanda hiçbir şey olabildiğini anlamamı sağlayan sorulardan bazıları:
“Söyle ölmekten nereye kaçabilirim?” (s.120)
“İnsanı leylekler getiriyor da niçin götürmesin kırlangıçlar?” (s.98)
“Gitmeyebilsek, kalabilecek miyiz?” (s.92)
“Neredeydin dünya?” (s.113)
“Büyüdüm de kaç kelime ettim?” (s.117)
10143.
“Kütüphane” benim için özel bir mekân. Her zaman özeldi, ancak tam olarak “kütüphane” anlayışının bendeki dönüşümü ABD’de gerçekleşti. Başka bir ülkeye geçtiğimde en çok kütüphane özlemi çekiyorum. Bu özel bağlılık nedeniyle belki, “kütüphane” ya da “kitap” konulu bir eserle karşılaştığımda satın almadan geçemiyorum. Bunlardan biri Matt Haig’in “Gece Yarısı Kütüphanesi.” “Kişisel gelişim romanı” adında kitap kategorisi var mı, bilmiyorum. Ancak, bir psikolog olarak, kişisel gelişim kitaplarının öykü/roman olarak yazılmasının bilimsel yöntemle kaleme alınmış kişisel gelişim kitaplarından okura daha hızlı nüfuz ettiğini düşünüyorum. Üstün Dökmen’in “Direksiyon” kitabı bu kategoriye girer meselâ. Öyküleştirin, zaten okur alması gerekeni cımbızla çeker gibi bulup çıkaracaktır o öykünün içinden. İşte Gece Yarısı Kütüphanesi, böyle bir kitap: “Hayat yalnızca yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da oluşur. Ve yaşadığımız her an bir çeşit dönemeçtir.” (s.109)
10144.
İranlı yazarlar her zaman ilgimi çekmiştir. Samad Behrangi, Kader Abdolah, Azar Nafisi gibi… Beni etkilemiş olan diğer bir yazar da Feriba Vefi. İkinci el kitaplar satan bir yerde karşılaştım “Uçup Giden Bir Kuş” ile. İncecik eser. “Bir solukluk” denecek türden yani. Bitirdiğimde aklımdan geçen ilk cümle şu olmuştu: “138 sayfalık kitap dünya doğurdu!” Kadınların sorunlarına odaklanan realist bir yazar. Ona göre tarih, toplumdaki kadınların acılarını ifade etmek için bir platform. Travmaları, sıradan bir şeyi anlatır gibi yazması belki de benim için en çarpıcı olan. Mülayim, halim selim bir insandan üst üste yumruk yemek yani ifade etmek istediğim. Bunu en iyi onun cümleleri anlatabilir sanırım: “Sevgini gösteriyorsun ‘neyin var’ diyor, göstermiyorsun yine ‘neyin var’ diyor.” (s.41)
10145.
Ekmeksiz bırak beni, istersen,
havasız bırak, yoksun bırakma
ama gülüşünden. (s.24)
Acı çektirmedin bana
beklettin yalnızca. (s.80)
Pablo Neruda / Kaptanın Dizeleri kitabından…
10146.
Magda Szabo’nun bir hikâyenin nasıl anlatılacağını iyi bildiği kesin. Canlı karakterleri öne çıkarma ve orta sınıf bir aile ile küçük bir taşra topluluğu içindeki çatışmaları gösterme yeteneği, onu dünyanın okuduğu bir yazar haline getirdi. 1970’lerin başından itibaren de işlediği temalar kişiselleşmeye başladı. Birden fazla kitabında, yakın ailesinin sırlarından yola çıkarak öyküler kurgularken kendi ailesinin ayrıntılı tarihini işledi. Apolitik bir yazar olmasına rağmen Szabo’nun komünist Macaristan’da ilgi görmenin ötesinde, kabul de edilmesi başarısının büyüklüğünün bir kanıtı. Yazar, “Katalin Sokağı” romanında, üç ailenin kaderini anlatıyor. Savaş öncesi Budapeşte’yi, Alman işgalini ve komünist yönetimini kapsayan geniş bir zaman diliminde gidiş gelişler yaparak gezdiriyor okuru. Bir tarih müzesinde gezdiğim hissine kapıldım. İşte kitaptan bir alıntı: “İnsanların hayatlarını yeni baştan kurmak için ne kadar çok çaba harcadıklarına şaşırıyordu.” (s.151)
10147.
Bunları biliyor muydunuz:
• Guinness Dünya Rekorları’na göre, Fransız yazar Marcel Proust’un yazdığı, “Kayıp Zamanın İzinde” dünyanın en uzun kitabıdır. Eser, 9.609.000 karaktere sahip.
• Bilinmeyen Defter Codex, dünyanın en pahalı kitabıdır. Leonardo da Vinci’nin bilim günlüğü olan bu eser, 1994 yılında 30,8 milyon dolara satıldı.
• Yazılan ilk kitabın “Gılgamış Destanı” olduğuna inanılmaktadır. Eser, Mezopotamya’da çivi yazısı ile M.Ö. 2100 yılında Akad ve Sümer dillerinde yazılmıştır.
• Günde 20 dakika okuyan kişi, yılda toplam 1,8 milyon kelime okumuş olur.
• Agatha Christie, tüm zamanların en çok satan roman yazarıdır.
• J.K. Rowling, kitap satışlarından bir milyar dolar kazanan ilk yazardır. Ve yayıncılar, serinin ilk kitabı olan “Harry Potter ve Felsefe Taşı”nı 12 kez reddetmiştir.
• Tsundoku, kişinin okuyamayacağı kadar kitap satın almasına denir. Okumamak için satın alınan kitapları biriktirme hastalığıdır ve “Tsundoku Sendromu” olarak adlandırılır.
• Dünya edebiyatında ilk roman örneği olarak kabul edilen, on birinci yüzyılda Japon yazar Murasaki Shibiku’nun “Genji’nin Hikayesi” adlı eseridir.
• Viktorya döneminin en ünlü İngiliz yazarlarından olan ve “George Eliot” takma adını kullanan, aslında bir kadın yazardır. Gerçek adı, Mary Ann Evans’tır.
• 1930’lu yıllarda, eserde konuşan hayvanların olması nedeniyle “Alis Harikalar Diyarında” kitabı Çin’de yasaklanmıştır. Çin hükümeti, eserde insanlarla hayvanların aynı seviyede tutulup eşit şartlarda gösterilmesini yasaklama nedeni olarak göstermiştir.
• John Steinbeck’in “Fareler ve İnsanlar” kitabının ilk taslağını köpeği yemiştir.
• Jean-Paul Sartre, 1964 yılında kendisine verilen Nobel Edebiyat Ödülü’nü, resmi ayrımları kabul etmediğini ve kurumsallaşmayı istemediğini, aynı zamanda ödülün yazma özgürlüğünü elinden alacağını söyleyerek reddetti.
10148.
“Japon Balığı Kargaşası” 136 sayfalık incecik bir roman. Japon yazar Kanoko Okamoto, eserlerinde dönemin sosyal yaşamını ve saplantılı ilişkilerini feminist bir bakış açısıyla kaleme aldı ve Japon feminist edebiyat geleneğinin öncülerinden biri oldu. Okamoto, çok yalın bir dille bir Japon Balığı satıcısını anlatıyor bu eserinde. Ve öyküsünü beklenmedik bir şekilde bitirerek okuru şaşırtıyor. Japon edebiyatında bana çekici gelen en belirgin nokta ise sıkıcı ayrıntılarla öykünün boğulmaması. İşte kitaptan bir alıntı: “Eskilerin ölmesine izin verecek cesaretin yoksa, yeni şeyler yaratmanın büyük sorumluluğunun üstesinden gelemezsin.” (s.57)
10149.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nden kelimeler:
• dedektör – algılayıcı
• otopsi – ölü açımı
• navigasyon – yolbul
10150.
İlm-i Sakk:
• “Mahkeme Kayıtları” defterlerinin düzenlenmesiyle ilgili imla ve üslup kurallarını ortaya koyan,
• Kadı’nın herhangi bir sorun hakkında vereceği kararı bulmasına yardımcı olan,
• Aynı sorun hakkında bütün kadı’lar tarafından aynı kararın verilmesini sağlayan,
• Hakkında karar verilen bir sorunun nasıl yazıya geçirileceğini, hangi düzenle yazılacağını, hangi ifadelerin kullanılacağını belirleyen esere “sakk”; bu ilme de “İlm-i Sakk” denir.
• Sakk düzenleyenlere “sakkâk” adı verilir.
• Bu eserlerin ilk basılı örneği olan Debbağzâde Numan Efendi’nin “Tuhfetü’s-Sükûk” adlı eseri, 1832 yılında İstanbul’da basılmıştır.
10151.
kandırmanın türlü yolu var
inandırmanınsa tek