Sözlü Kültür ve Sosyal Antropoloji

Okumak; sevmek, bilmek, olmak, ermek, hayata tutunmak, merakları gidermek, huzur bulmak gibi güçlü nitel edimlerin psiko-sosyal ortalamasıyız. Öğrenmenin çeşitli kanalları vardır. Her şey öğrenmedir. Günlük aldığımız farklı kanallardaki veriler bilgiye, algıya, olguya, bilince dönüşür. En büyük okul, insanın kendisidir. Yaradan’ın yeryüzündeki elçisi insandır. İnsan, okul değil, okulların da okuludur. İnsan, akıl değil, akılların birleşmesidir. İnsan, duygu külliyatının ürünüdür. İnsan, aklıyla, kalbiyle dünyayı yordama sokan varlıktır. Yaratım ve salınımlar arasında güçlü dinamikler vardır. Sözlü kültür, irfan da bunlardan biridir.

İnsan, düşünce ve düş enerjisinden beslenir. Ne düşünüyorsak o’yuz. Hissiyat ve düşüncenin değişmesi kaderin ve kederin değişmesidir. Düşünce ve duygular olumlu olduğunda, renkli bir hayat, akıcı bir enerji oluşur.
Olumsuzluklar da tam tersi enerji oluşturur. Halk ozanlarımızın, kırsalda yaşayan insanlarımızın enerjisi genelde olumludur. Bu olumlu düş ve düşünceler Anadolu irfanının yeşermesini sağlamıştır. Coğrafya, çağ, sosyal normlar, gelenekler, medeniyet, din gibi temel dinamikler olumlu enerjiyi üretmiştir. Sosyal-antropolojik anlamda insanın şahsi karakter oluşmasının aşamaları vardır. İnsan, doğar, oluşur, olgunlaşır, ustalaşır, kendini aşar. Bu sosyo-antropolojik kronoloji zamanın da besleyen güçlü dinamikleri besleyen verilerdir.

Ruh bilimcilere göre günlük aldığımız verilerin %65 ‘i negatiftir. Bu yüzden, sözlerimiz, düşlerimiz, düşüncelerimiz, eylemlerimizin çoğunda olumsuz enerji var. Adım atarken, konuşurken, hayal ederken, yazarken, konuşurken kendimize ciddi anlamda çekiz düzen verip akli ve kalbi süzgeçten geçirip öyle sunmalıyız. Bir hissin, düşün, düşüncenin değişimi kaderi ve kederi değiştirir. Yaşadığımız çağ, negatif enerjinin bilinçli olarak artırıldığı bir çağdır. Temel dinamiklerin yozlaşması ya da zayıflatılması bunu tetiklemiştir.
Kendini gerçekleştirme sürecinde bir sürü öğrenme yoluyla karşılaşırız. Hikemî bilgiyle sözlü kültürün derinliği başkadır. Sözlü kültürün öğretileri içseldir. Nasılın yüreğindedir. Nedenin felsefi bağı aklidir. Akıl, neden sorusunun düzenini sağlar. Mutlak düzeni sağlar. Akıl, hayatı, düzeni, olanı, alışanı korur. Bu yönüyle statiktir. Salt bilgi de sadece aklın tutucu yönünü sürdürür.
Teorik bilgi, neden sorusunun hasılatıdır, sözlü kültürse nasıl sorusunun hasılatıdır. Sözlü kültür, kalbidir. Sözlü kültür, değişmeyen, canlı tutulan bir özden beslenir. Söz kültürdeki saf bilincin aynasını görürüz. Saf, bilinç tektir. Teorik bilgi, çok kaynaklıdır. Bu yüzden içinde negatif veriler barındırır.
Okumak, sadece yazı ile değil. Yazı ile öğrendiklerimiz zihinsel doyumu sağlar. Neden sorusu, zihin ile cevabını bulur. Temel bilgilerin çoğunu zihin ve mantık yoluyla buluruz. Bizi, hayatta tutan temel bilgileri öğreniriz. Okuma oranını, okuyanla, yazanla değerlendirmek yanıltır bizi. Okuma –yazmaya bilmeyen onca halk ozanı var. Ya da okuma yazma bilmeyen onca halkın içinde yaşayan bilge insanlar var.
On sekiz bin âlem okumadır. Her varlık bir okul, her varlık bir ders. Her varlık, bir öğretidir. Yaşadığımız her şey bir öğrenmedir. Öğrenmeyi sadece teorik ve retorik koşullara bağlı olarak anlatamazsınız.

Rahmetli babam bir bilgeydi; ama okuma yazmayı çat pat biliyordu. Köyde yaşıyordu. Bir ziraat mühendisi kadar tarım bilgisi vardı. Bir jeoloji mühendisi kadar jeoloji bilgisi vardı. Bir veteriner kadar hayvan bilgisi vardı. Doğanın bağrındaki her bitkiyi bilirdi. Doğal tıbbın içindeydi. Bir hekim kadar şifacı yanı vardı. Bir bilge kadar anlatıcıydı. Bitmeyen hikâyeleri vardı. Cenkler, menkıbeler, gazavatnameler, masallar, balatlar, kendi ironik ve gerçek yaşam hikâyeleri. Bir yazardan daha güçlüydü kelamları. Görsel dünyası, dinî bilgisi, sözlü kültürün hikemî aynası onda saf bir bilinç oluşturmuştu. Şu adam olmaz dediğinde, yıllar sonra görüyorduk. Şu şöyle olmalı dediğinde sonraki zamanda aynen öyle oluyordu. Sözlü ve hikemi bir kültürü vardı. Okuma- yazmayı çat pat biliyordu. Hayatında hiç kitap okumamış. Ama iyi bir bilgeydi. Günlerce sohbet etse bitmezdi anlattıkları. Hikâyeler, doğal bilgiler, dini bilgiler. Bunları, sözlü gelenekle öğrenmiş. Bizim köyde, kışın her gece bir evde toplanırdı. Ben de çocukken katılırdım. Köyün ileri gelenleri; Hz. Ali Cenkleri, bir menkıbe, bir hikâye, dini ve milli savaşlar ve farklı konular anlatırdı. Her şeyi cemaatle yorumlardı. Herkes, farklı yorumuyla değerlendirirdi. Sonra, biz çocuklar da kapının eşiğinde dinler, bazen bize de sorarlardı. Felsefi konuşmalar gibiydi. Doğal hayatın akışı içinde gelişen bir bilgelik oluşmuştu. Bu insanlarda saf bir öz kazandırmıştı. Sözlü bilgi, dilden dile, gönülden gönüle sürekli aktarılır. Her daim canlıdır. Bu sosyolojik hikâye aslında Anadolu irfanını özetliyor.

“Bu millet âlim değildir ama ariftir.” diyen Ömer Seyfettin de olayı özetliyor. Güçlü geleneklerimiz vardı. Herkes birbirine bağlıydı. Namus, inanç, bayrak, gelenek, kültür, kadim değerlerine bağlı bir nesil vardı. Çocukluğu, akla hayale sığmayacak oyunlarla geçen bir yerden bahsediyor. Geleneksel oyunlar, sözlü tiyatrolarla, halk hikâyeleri, herkesin kendi hikâyesi var. Sözlü kültürün veri kaynağı geniştir, canlıdır, devamlıdır, kadimdir, kabullenilişi var.

Aşık Veysel, Karacaoğlan, Dadaloğlu gibi uzayıp giden sözlü kültürün ürettiği isimlerin felsefi yanlarının kaynağı yazılı kültürü mü? Anadolu’da okuma yazma bilmeyen onlarca halk filozofu var. O dehşet cümleler nereden çıkıyor? O güzel hayat hikâyelerinin beslediği, aktardığı geleneksel kültürü es geçemeyiz. Sözlü kültürün beslediği hikemî dünya var. Saf özü besleyen dinamikler var. İnsan, bilinç ve bilinçaltında toplanan verilerin ortalamasıdır. Günlük binlerce veri alıyoruz. Bunların hepsi, yazılı kültüre bağlı değildir. Sözlü kültür, sosyal hayat, doğa, hayatımızın çevreleyen her şey bir veridir. Her şey bir bilgidir, bu bilgiler zihnin ihtiyacına göre zihinde ve bilinçaltında toplanır. Öğrendiğimiz, gördüğümüz, hissettiğimiz hiçbir şey unutulmaz. Alt bellekte birikir. Lakin öğrenmenin psiko-sosyal, hatta biyo-psikolojik yapısı gereği, unutuyoruz. Aldığımız verilerin üçte ikisini unuturuz. Bunları canlandırana yöntemler var. Birisi tekrar ya da ihtiyaçtır.

Bizim “Doğu kültürü” olarak algıladığımız dünyadaki saf bilinç güvenlidir. Mesele, okuma yazma bilmeyen saf bir köylü güvenlidir. Sözlü kültür, inanç ve geleneklerle gizemli bir bilgidir. Birinin okuma-yazma bilmemesi; onun çok şey bilmediğini anlamına gelmez. Gayet, iç bir bilgedir, güvenlidir, saf bilincin getirdiği saf sevgisi vardır. Onların arasında günlerce kalırsın. Misafirperver, yardımsever, vicdanlıdır. Çünkü kalbindeki bilgiyle ayaktadır. Öz’den akan kültürün hamuruyla büyümüş ve gelişmiştir. Saf bilinç dediğimiz, tek merkezden öğrendiği bilgisi var. Yaşayarak, dinleyerek, aktararak, katarak, anlamlandırarak öğrenir ve uygular. “Âşıklar Kahvesi”, kahvehaneler, köy evleri, gibi sözlü kültürü canlı tutan ve yayılmasını sağlayan dönüşüm merkezleri var.

Asalet, en büyük bilgi ve güven kaynağıdır. Soyluluk, en büyük kütüphanedir. İyi bir soy, yüzlerce duyguyu besler. İyi bir soy, kültürün, geleneğin, iyi insanın etken çatısıdır. Bizdeki köylülük ve şehirleşme sosyolojisi başkadır. Batı’da okuma yazma bilmeyenler tehlikelidir, onların arasında yaşamak zordur. Anadolu’da öyle değildir. Batı’da eğitim düzeyinin temeli yazılı kültür üstüne kurulmuştur. Okuma yazma kültürünün az olduğu gettolarda yaşamak zordur. Eğitim düzeyi, karakter düzeyini belirliyor.

Bizde herkeste bilgeliğin getirdiği iyi insan tarafı var. Bunda dinimizin, dinimizin beslediği gelenek, kültür, medeniyet gibi temel dinamiklerin gücü ve canlılığıdır. Her çağda, dinin iç elbisesiyle güçlü geleneklerimiz, kültürümüz, medeniyetimiz, sözlü bağlarımız vardı. Türkülerimiz bile öyledir. Bunlar sosyal bir duyarlılık katmıştır. Sözlü kültürün her ögesi sosyal bilinç katmıştır. Direk kalbi, vicdanı, iç dünyayı eğiten yeşeren şeyler var. Sözlü kültür, sosyal antropoloji için güçlü kaynaktır. “Yerlilik” yerli kültür, saha için önemli bulgudur. Antropolojik çalışmalara en güzel kaynaktır, sözlü gelenek. Saf bilincin tek kaynaktan besleniş bulgularını gözlemleriz.

Sözlü kültür, kalbidir. Yardımseverlik, misafirperverlik, komşuluk, iyilik, dürüstlük, haklılık, helallik, insaflılık gibi temel dinamiklerle beslenir. Bunların her bir insanı tek başına bilge yapar. Kalbine yönelik büyüyen herkes bilgedir. Sözlü kültürü besleyen her dinamik canlı, saf bilinci tamamlayan ve insanı dönüştüren bir şeydir. İki kültürün arasındaki farkı erken yaşta farkına vardım. Batı’da bulunduğum zamanlarda, şunu öğrendim; eğitimsizler de eğitimliler de iliğine kadar insanı sömürüyor. Bizim şehirleşmeyi yaşayanlarda da bunu görebilirsiniz. Teorik bilgiyle, bir yere gelmişlerde büyük bir sosyal terörizm görürüz.

“Türkiye’de şehirleşmiş ve eğitim görmüş insandan korkuyorum. Kesinlikle insafsız, kendinden ve kendi yakınlarının çıkarından başka bir şey düşünmüyor. Bu son derece kuvvetli bir duygu bende. İliğini sömürür, bitirir, hiç acıma duygusu yoktur. Ama şehirleşmemiş, okumamış, saf köylü olarak kalmışsa, onda değerler bilinci çok yüksektir. Sanki eğitilmiş Amerikalı…Burada çok önemli bir gözlem var. Bunun üzerine düşünmek lâzım.” Doğan Cüceloğlu”

Evet, gerçek şu ki temel merkezlerimiz beyin, kalp, mide ve ruhtur. Bu merkezlerin doyumudur temel mesele. Saf ve temiz kaynaklarla beslenen bu dört merkez, insanı iyi özne yapar. İyi özne, özden gelir. İyi öz, soylu bağlardan gelir. Sözlü kültürle beraber yazılı kültürün yoğurduğu kendim olarak bunun merkez öznesinde kaldım. Bu soylu geçmişim binlerce kitaptan daha faydalı olduğunu gördüm. Teorik bilgi sadece beyni besler. Diğer merkezleri besleyen argümanların çeşitliliği sözlü, hikemî kültürdedir. Gelenekten, soyluluktan, medeniyetten, kültürden, medeniyet öncülerinden, sözlü bağlardan beslenmeyen birisi bilge olamaz. Teorik bilgi, sadece makam ve kariyer bağışlar. Mülk ve makam sunar. Akademik bilgi, önemlidir, ama onu sağan ve yeşerten sözlü bilgidir. Sözlü kültürün sosyolojik bir hafızası var. Etki alanı yazılı alana göre daha farklıdır, kısmen müphemler barındırır. Toplumun sosyal mekaniği olan sözlü kültürün, medeniyet, kültür, edebiyat, sanat üstündeki ağırlığı apaçıktır. Sözlü kültürün; “ezberleme” “bellekte saklama”, “dönüştürme”, “kalıplaştırma” “ hatırlatma” “ devam ettirme” gibi gerçekliğin izleğine yansıyan bu özelliklerinin yazılı kültür kadar sağlam sonuçları verdiğini görürüz. Sözlü kültürde özgünlükten ziyade kalıplar, tekrarlar ve kendine ait ortak paydaları vardır.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

“Nur Topu Günlerin Kanına Girdim” / Şeref Akbaba
Seçme İradesi / Ay Vakti
Nefes / Züleyha Kayaoğlu Eker
Depremin Vebali / Semra Saraç
Sezai Karakoç’u Yazmak İsterken-III  / Semra Saraç
Tümünü Göster