Can Sıkıntısı

Can sıkıntısı nereden bakılırsa bakılsın ya bohem bir kaynaktan ya da varoluş sancısından doğuyor. Evlere kapandığımız mevcut hali can sıkıntısının dayanılmaz seviyeye yükselmesine neden teşkil ettiğini söylemek, tek kelimeyle gaflet gayyası olarak nitelemektir.
Gafletin gayyası insanın ne halde bulunduğunun idrakinde olmamasıdır. İnsan için bundan daha ağır ve şen’i bir şey oldu mu bilinmez ama mezkûr durum hayırhah tabloyu izhar etmiyor.
Modern insanın yapıp ettikleri can sıkıntısından mütevellit bir hali resmeder. Onun durumu sıkılınca yeni tatlar, zevkler ve arayışlar içinde bulunmakla malul. Bundan sonra yine ve yeniden bu döngü devam edip sürer. Canı sıkılınca sinemaya ve tiyatroya giden, kafede oturan, vakit geçiren, boş zamanlarını okumakla iştigal eden biridir o.
Sıkılmadan yaşamayı öğütlüyor, bulunduğumuz çağ. Sıkıldığında bu belayı başından def edecek çarelere bir an evvel başvurmanın zararlı olduğunu söylüyor. Çünkü sıkılmak mevcut şartlardan kaçmak ve uzak bir ihtimal de olsa kendini sıkan her şeyde yüzleşmeyi beraberinde getirmektir.
Can sıkıntısı Sartre’ın “bulantı”sına dönüştüğünde tehlikeli bir durum arz ediyor. Çünkü yoksunluk duygusuna neden olanların tefe konulması gibi bir riski de beraberinde getiriyor. Bu yüzden kimse bu riski göze alamaz.
Bulantı can sıkıntısının bir adım ötesi. Ondan sonrası ya intihar ya da her şeyi devirip akabinde dirilmektir. İntihara ve can sıkıntısına ses çıkarılmaz sadece istatistiklerle anılır. Can sıkıntısının da klinikte tecrübesi zaten mümkün. Ne var ki buradan kutlu bir dirilişin ve uyanışın çıkması hoş karşılanmaz. Uyanış, kırmızı çizgili ve yasaklı bölgedir insan için. Bunalım ve intihar istatistiksel bir sayım ve döküm hadisesi iken diriliş istisnai ve her an başı ezilesi bir vakıa olarak kayda geçer.
İstatistiğe konu olan gündelik yaşamla alakalı her sorun medyanın ve dolayısıyla kitlenin cazibe merkezini teşkil ediyor. Akşam haberlerinin seyirci üzerindeki uyuşturucu etkisine yarıyor. Doğrusu alan da satan da memnun bu durumdan. Uyuşturucunun sadece kimyasal bir şey olmadığını, her gün keyifle izlenen televizyon programlarına bakarak görmek zor değil. Bu alelade alışkanlıktan kurtulmak için bin bir türlü önlem alınır da toplumu iflasa sürükleyen alışkanlıklar için bir şey yapılmaz. İnsanın bu durumu özellikle büyüten bilinçli bir iradenin inanmaması için bir neden yok.
Can sıkıntısına birebir iyi geldiğinden kuşku duyamayacağınız yaklaşımlar bunlar. Gündelik yaşamın bütün gerekleri bu iş gücünün talepleri doğrultusunda dizayn edilmiştir. Bu, dünya sisteminin zorlukları için bulunmaz fırsattır da. İhtiyaçları alabildiğine çeşitlemek hem can sıkıntısına hem de cebe iyi gelecektir.
Varoluş kaygısından, bilincinden uzaklaşan insan için önünde bekleyen bir gulyabani var: Can sıkıntısı. Modern insanla olmayan insan arasında en belirgin fark belki de burada kendini gösteriyor. Önceki kuşağın zamanı tahayyül biçimi bu yüzden daha tercihe şayan.
Sözlü kültürün kol kanat gerdiği kadim toplumların, can sıkıntısı denen bir illet ile uğraşma dertleri yoktu. Nasıl olur da çağın bunca keşmekeşine rağmen can sıkıntısını çağdaş insana yakıştırırız? Ķöyünde, kasabasında, şehrinde kendi halindekiler için bu türden kronikleşmiş bir mesele yok da biteviye koşuşturmayla geçen gündelik insan için bu bir mesele haline hatta kriminal seviye nasıl gelebilir?

Öyle anlaşılıyor ki gündelik yaşamın boşluğu bin bir türlü dalavere ve meşgalelerle doldurulmaya çalışılıyor. Boşluk kabul etmeyen ruhumuz, şen’i alışkanlık ve oyalanmalarla kandırılıyor. Peki, gerçekten can sıkıntısına bütün bunlar iyi gelecek mi?

 Engin denizleri arzulayan yelkenli, sığ sularda yüzebilecek mi? Hiç şüphesiz hayır, ne var ki basit meşgalelerle avunmaktan da geri durmayacak. Çağın hastalığı stres, bu çağa atılmış belki de en büyük kazığı. Bütün sorulara cevap verme kabiliyeti olduğuna ikna ettikten sonra bizi yalın ayak başı kabak bıraktıktan sonra tası tarağı alıp gitti. Uzleti, sükunu ve sabrı kuşanmayı unuttuktan sonra, elimize can sıkıntısından başka bir şey geçmedi.
Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

“Nur Topu Günlerin Kanına Girdim” / Şeref Akbaba
Seçme İradesi / Ay Vakti
Nefes / Züleyha Kayaoğlu Eker
Depremin Vebali / Semra Saraç
Sezai Karakoç’u Yazmak İsterken-III  / Semra Saraç
Tümünü Göster