Büyük Acılar Dilsiz ve Sessizdir…

İlk Saat (04.17’de)

Bu saati başa alabilir miyiz? 

Saat nasıl başa alınır? Bir günü diğer güne bağlayan ilk saat, başı olabilir miydi? Sıfır, sıfırdan sonra… Ya da sabahın ilk ışıkları başı olabilir miydi? Ama sabahın ilk ışıklarını görebilecek miydik? Hadi uyandık diyelim. Hangi saatte, hangi zamanda ve hangi zamana uyanacaktık? Sabahın uyandığımız ilk saati, öğlenin ilk, akşamın ilk saati olabilir miydi? Daha göreceli olarak ele alıp, bizim için şu işe başladığımız saat, şu kişiyle tanıştığımız saat, sevdiğimiz şu saat, ayrıldığımız şu saat, özlediğimiz şu saat, iyi olduğumuz şu saat, mutlu olduğumuz şu saat, farkında olarak yaşadığımız şu saat olabilir miydi?  Kendimizce, küçücük de olsa baş ve başlangıç sayılacak bir şey arıyoruz. Yılları da aramıyoruz üstelik yalnız saatleri. Hayır, saatleri de değil, saati.  04.17’de durmuş işte, evin yıkık duvarından düşerek. Ve zaman bekliyor başucumuzda, diyeceğiz ama…

Şu saat 04.17’de durmasaydı. Çok mu eskirdik biz? Toprakla kucaklaşacak kadar mı eskirdik? Tarih olacak kadar mı eskirdik? Belki de tarihe geçtik bu saatle. Ama belki de yeniyizdir, bir tohum gibi topraktan bahara uzanacağız. İşte, durmuş saatin takvimi de gösteriyor, 6 Şubat 2023.

Her şeyi (bütün saatleri) kabul edip ya da reddedebiliriz de ama parçalamaya, birini-birkaçını aradan çıkarmaya kalktığımızda zincir dağılıyor. Oralardaki kopukluk bariz bir hâlde göze çarpıyor. Görmezden gelerek atlayıp geçmek pek de mümkün olmuyor. Takılan halkanın geri dönüşümü yok. Çıkarılsa da yok, düşse de yok, yok sayılsa da yok; çünkü bir anlık da olsa o zincire takıldı. Bir kere gördü, bir kere sevdi, bir kere sevildi, bir kere buldu, bir kere inandı veya yitirdi, kaybetti.

Ne çok şey saydık.  Doğru saydık ama eksik saydık. Bir kere yıktı, yıkıldı, demedik mesela. Bak bu duran saatteki bir buçuk dakika, bir kere girdi ya bu bir buçuk dakika araya, bütün zinciri böldü, parçaladı, dağıttı. Bir kere takıldığımız bu sismik dalga kıyamet gibi koptu, kopardı. Nereye, nasıl geçeceğiz?

Kolay mı? Kolayla zoru, hatta imkânsızı karıştırdık galiba. Yok, karıştırmadık. Vazgeçtik. Evet, vazgeçtik. Durmuş ya saat, her şeye gözkapaklarımızı şöyle bir yumup kapamak, her şeyi gözkapaklarımızın arkasında bırakmak, bir daha gözlerimizin açılmaması kadar kolay. Bırakıyoruz dünyayı kimin olursa olsun. Ağırlığını artık kaldıramıyoruz. Ağırlığından yerimizden kalkamıyoruz. Hemen vaz mı geçtik dünyadan? Ama nasıl geçmeyelim ki? Odadan çıkıp antreye bile gidemiyoruz. Bütün derdimiz antre değil tabii. Odanın kapısının açıldığı en yakın yer orası, oraya bile gidemiyorsak.

Son değil! Son değil, öyleyse, dahası olabilir. Biten yok, dahası var… Dahası olabilir diye sevinç çığlığı atalım mı? Öyleyse bu taş, toprağın ve betonların katılığını, ağırlığını aşıp geçebiliriz. Yağmur mu yağıyor, kaç gün geçti acaba? Ama saat hâlâ 04.17’de. Demek zaman geçmemiş, ama yağmur yağıyor. Necip Fazıl’ın “Bu yağmur, delilik vehminden üstün’’ dediği bu yağmuru, soyut olanların bıraktığı vehmin yerine koyup baktığımızda, bu vehmin delillik vehminden üstün olduğunu görebiliyoruz.

Velhasıl bir saatin başını arıyorduk. ‘Başlangıç’ diye belirleyebileceğimiz bir anı. Yekpare olup bütünü içinde bulabileceğimiz bir saati. Geçmişimizi, şimdiyi, geleceğimizi kesintisiz içinde bulabileceğimiz bir anı. Şimdi anlıyoruz ki biraz özel, yok yok, çok özel bir şey arıyormuşuz. Kendimiz için özel olanı. Saat: 04.17’den sonra nasıl yaşanırdı?

Fesübhânallâh.

 ***

Ramazan ayına girdik ve depremzede kardeşlerimiz çadırlarda, konteynerlerde oruçlarını tutuyorlar. Yakınlarını, meskenlerini kaybetmenin burukluğu, hayata tutunmanın ümidiyle iftarlarını açıyorlar. Deprem iki ayını doldururken enkaz kaldırma işlemleri devam ediyor. Farklı şehirlere göç edip yaşayanlar, yerle bir olan ve bağrında canlarını barındıran şehir, ilçe ve köylerine dönecekleri günü bekliyor, yeni evlerinin kapısını açacakları günün hasretini çekiyorlar. On bir şehrimizi vuran ve elli binden fazla insanımızın ölümüne sebep olan yüzyılın birkaç depreminden biri sayılan ve yirmi dört saat geçmeden peş peşe yaşanan iki depremin ilki altı şubat pazartesi merkez üssü Pazarcık ilçesi ve 7.7 şiddetinde ve saatler 04.17’yi gösterirken gerçekleşmişti. İkincisi aynı gün 7.6 şiddetinde merkez üssü Elbistan olarak 13.24’te gerçekleşmişti. Peş peşe iki depremin yaşanması hem yıkımın hem de acının katmerleşmesine sebep olmuştu. Vefat edenlere Allah’tan rahmet, bölgedeki tüm kardeşlerimize sabır ve geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Muavenet / Şeref Akbaba
Büyük Acılar Dilsiz ve Sessizdir… / Ay Vakti
6 Şubat 2023 / Ali Yaşar Bolat
Yüzler / Şakir Kurtulmuş
6 Şubat 2023 Saat 4: 17 / Suat Tekin
Tümünü Göster