Ey deprem gel yetiş bu şehirlerin
Doğayı çarptıran konumlarına
M. Âkif İnan
Küreselcilerin şeytani komplosu muydu, yoksa mecbur olduğumuz bir kader miydi muammasıyla iki yılımızı kâbus gibi geçirdiğimiz salgın zamanlarından sonra, ülke olarak tam normale dönüyorken başlatılan Ukrayna-Rusya savaşının olumsuz yansımalarını yaşamak durumunda kaldık. Tahıl krizi ve küresel ölçekte yaşanan enerji ve gıda sorununu ülke ekonomisi için ümit veren güçlü atılımlarla aşıp geleceğimiz adına tarihi önemde bir seçime ve elbette rahmet, bereket, dayanışma ayı Ramazan’a hazırlanırken…
Birdenbire yer yarıldı, gök sarsıldı.
Evler, yollar, şehirler yıkıldı. On binlerce canın ansızın yıkıntılar altında kalmasıyla bir anda anneler çocuksuz, çocuklar öksüz, yetim kaldı. Nice hayaller, umutlar, programlar, kurgular, düşler, sevgiler, sevdalar yıkıldı, yok oldu! Bir anda yaşayanlar öldü, zenginler fakirleşti, mukimler muhacir oldu… Acı, çığlık, çaresizlik, feryat!.. Yokluğun, korkunun, maldan ve candan eksiltilmenin hepsini aynı anda ve birlikte yaşayarak sınandık, sınanıyoruz.
Bu nasıl bir imtihandı böyle?
Sanki bir kıyametti yaşanan.
Sen bize acı Rabbim. Merhametini eksik etme üstümüzden. Sabır yağdır üzerimize. Taşıyamayacağımız yükü yükleme. Âfat-ı araziyeden ve âfat-ı semaviyeden sen bizi koru. Bize dayanma gücü, dayanışma kudreti, isteği ver.
*
6 Şubatta gece saat 04, 17’de merkez üssü Maraş olan, 11 ilimizde aynı anda meydana gelen 7.6 ve 7.7 şiddetli depremlerle sadece buralarda yaşayan vatandaşlarımız değil, bütün bir Türkiye, sonra gönül coğrafyalarımız ve bütün bir insanlık ailesi olarak derin bir acıyla sarsıldık.
110 bin kilometre kareden fazla bir alanda, başka bir ölçekle Macaristan, Polonya, Avusturya, Hollanda, İsviçre gibi ülkelerin yüzölçümlerinden fazla bir alanda etkili olan şiddetli sarsıntılarda, mahalleleri, köyleri, kasabaları ile birlikte bütün şehirlerde evler, çarşılar, iş yerleri yerle bir olmuş, yollar yarılmış, tüneller parçalanmış, dağlar yürümüş, tepeler ayrışmış veya birleşmiştir. Kimi uzmanların 500 atom bombası şiddetinde olduğunu ifade ettikleri depremler, ‘Asrın felaketi’ olarak adlandırılmıştır. 20 günde ortalama 10 bin artçı sarsıntıyla yaşanan deprem fırtınasında 13.5 milyon vatandaşımız doğrudan, aile ve yakın çevreleriyle birlikte bütün Türkiye etkilenmiştir. 50 binden fazla insanımız ölmüş, 107.204 kişi yaralanmıştır. (Bu yazıyı yazdığım 24 Mart itibariyle AFAD’ın açıkladığı rakam: Yüz yedi bin iki yüz dört) Acımız tarif edilmeyecek kadar büyüktür, büyük olmuştur. Hayatını kaybeden cümle vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralılarımıza acil şifalar ve bütün ülkemize sağlıklar, sabırlar diliyorum.
Can kaybı yanında yüz milyar dolarlarla ifade edilen ekonomik kaybın lafı bile edilmemektedir. Aleyhte yapılan tüm propagandalara rağmen depremin vuku bulmasından hemen sonra devlet ve millet, tüm kurum ve imkânıyla kurtarma ve yardım için tam anlamıyla seferber olmuştur. Devletin ve bütün sivil yardım kuruluşlarının bölgeye intikalleri, orada tertiplenip örgütlenmeleri o gün, o saat başlamıştır. Ancak bu kadar büyük bir alanda, bu kadar büyük bir yıkımın her noktasına, aynı anda ve tam tekmil müdahale edecek bir devlet de bir güç de olamaz. Buna rağmen devletimizin ve sivil toplum örgütlerimizin bölgeye hızla intikal edip her bakımdan organize bir faaliyet içinde olduklarını uluslararası gözlemciler de takdir etmişler, hatta hız, organize ve etki kabiliyetimize hayran kalmışlardır.
Bu herkesin hayatla ölüm arasında can derdine düştüğü, varoluşun ve hayatın anlamını derinlemesine sorguladığı, hiçbir maddi kıymetin öneminin kalmadığı mahşerî durumlar, kimi insanlarda ruhta bir uyanışa, dirilişe, varlığı şeytani amaçlara odaklanmış kişilerde de ruhun sefaletine yol açabilir. Bu durumlarda sadece evler, şehirler değil önce hakikat, akıl, vicdan ve insanlık yıkılır. Puslu havayı seven kurtlara, düzensizliği kural hatta özgürlük sanan zavallılara, fırsatçılara, hırsızlara, çapulculara, ahlaksızlara gün doğar. Yüksek ahlak ve bilinçle donanmış yönetim ve millet bu alçaklıklara müsaade etmez. Özellikle felaket bölgesinde milletin acısını kendi sevinçlerine dönüştürmek, milletin kaybını kendi kazançlarına dönüştürmek isteyenler çıkmamış değildir. Şeytanlıktan başka bir yol bilmeyen çıkarcılığın tevessül ettiği suç, kolluk kuvvetleriyle önlenir, önlendi. Ancak bu adilik seviyesinde arzuların beğenisine talip olan sözde aklı başında söylemlerin sahiplerini iyi niyetle anlamanın imkânı yoktur. Siyaset, milletin düşünen aklını temsil etmesi gerekirken, fırsatçı, istismarcı, vurguncu bir dil ve yöntemin aracı haline getirilmesi failleri adına son derece üzücüdür, üzücü olmuştur.
Yardımlaşma, dayanışma hususunda birbirini anlayan devlet millet bütünlüğünün yıldırım hızıyla örgütlenmesi, bir yandan bütün dünyanın takdirini toplamış, diğer yandan birçok fırsatçı, kötü niyetli girişimlerin önünü almıştır.
Birey veya millet olarak benlik ve karakterinizin sağlamlığı, ahlaki ve manevi değerlerinizin, vicdan ve merhamet duygunuzun da beton ve duvar yığınlarıyla birlikte çökmemesiyle ölçülür. Genel anlamda metanet ve dirayetini bozmayan insanımız nahoş durumlara ne tevessül etmiş ne fırsat vermiştir. Bu tarihsel, küresel ölçekte korkunç âfet karşısında insanımızın direnci, dayanışması, tevekkülü, olgunluğu tüm dünyanın takdirini toplamıştır. Ancak ne var ki, yıkılan evlerimiz ve şehirlerimiz, yitirilen canlarımız üzerinden siyaset ve ideolojik rant devşirmeye kalkışanlar, bizi hoyratça üzmüş, incitmişlerdir. Deprem ve depremin yol açtığı mağduriyetler üzerinden sosyal medya ve televizyonlarda yapılan politik ve ideolojik yayın ve istismar, olmuş veya olası çapulculuğun toplumsal hayatta yaptığı tahribattan daha az yıkıcı olmamıştır. Millet can derdindeyken yüreğimizde açılan yara, yıkıntıların kederinden, on binlerce cenazemizin acısından bile yakıcı olmuştur.
Var oluş ve yaşama amaçları bu millete düşmanlık olan bedbahtlar güruhu her zaman olduğu gibi tıynetlerine yakışanı yaparak en aşağılık tezviratlarsa ve elbette kasıtlı olarak dengemizi bozma, birliğimizi dağıtma, psikolojimizi altüst etme yoluna girmişlerdir. Tarihte görülmedik ölçüde kayıp ve yıkım yaşadığımız bu acılı günümüzü bile kendi menfur ve aşağılık amaçları için malzemeye dönüştürme yoluna gitmişler, akıl almaz manipülasyon yapmışlardır. İnsanlıktan nasibini almamış, ırkçı, faşist yayıncılığıyla Charlie Hebdo’nun Türkiye’yi yıkıntılar altında çizip zayiatımızı ‘Tank göndermeye bile gerek yok’ yazısıyla sevinçle ve düşmanca göstermesini hadi genetiklerine sinmiş tarihi nefretlerine verelim. Ancak içimizdeki birilerin, enkazdan çıkarılan yakını için ‘Allahu Ekber’ nidasıyla şükrünü aşikâr etmesini nefretle karşılamasının mantığını, psikolojisini anlamak gerçekten zor. Vurduğu hiç kimseyi dinine, mezhebine, tenine, aidiyetine göre ayırmayan bu felaket karşısında bile ‘Enkazdan partililerini çıkarıyorlar’ deli saçmalığıyla bir nefret ve istismar dili kullanmak ne siyasi olgunluğa ne ideolojik dürüstlüğe sığar. Bunların yaptıkları sosyalist jargondaki ifadeyle yalan ve propaganda da değildir. Çünkü şu ya da bu şekilde yalanın bile az çok isnat ettiği bir doğru nokta vardır, var olmalıdır. Bunlar tümden saçmalamış, gerçeği göz göre göre çarpıtan hezeyanlarıyla milleti aldatmanın, kandırmanın yolunu seçmişlerdir. Birileri Antakya’da barajın patladığı yalanı ile kurtarma çalışmalarını akamete uğratmış, bir panik yaşanmasına yol açmış, birileri de terör örgütleriyle eş zamanlı olarak yol kesmeye, yağma yapmaya koyulmuşlardır. Kimi siyasiler, “beceriksizliğinizi gizlemek için felaketi büyütüyorsunuz” diyerek gerçeklere kör kalma zulüm ve hezeyanıyla partilerine oy kazandırma zehabına kapılmıştır. Bir başkası, üstelik arkasında AFAD çadırları ve görevlilerinin, arama kurtarma ekiplerinin çalışması görülürken bile ‘Burada devlet yok, hiçbir yardım gelmiyor’ diye ekranlara vızıldayarak aklınca algı oluşturmaya çalışmıştır. Hayatın coşkusunu artıracak, en insanî ortak heyecanları canlı kılacak spor müsabakalarında tribünleri bile kendi siyasi, ideolojik amaçlarına alet edebilmişlerdir
İnsanımızın irfanı, vicdanı ve sağduyusu karşısında hiçbir kışkırtmaları sonuç vermeyince, döktükleri benzin hiçbir ateşi tutuşturmayınca, yaptıkları ihanetin utanca dönüşen ve dönüşecek olan şovuyla baş başa kalmışlardır. Bunlar millet nezdinde hakaretten, ihanetten başka karşılığı olmayan sefiller güruhudur. Onlar millete engel ve zararlı oldukları ölçüde kendilerine anlam biçmişlerdir. Aziz milletimizi yok etmek amacıyla var olanlar, var olduğumuz her durumda değersizleşmiş, yok olmuşlardır, yok olacakladır. Her şeye rağmen altında kalmamız için bütün ufunetleriyle üzerimize abanmalarına rağmen, bu enkazın altından kalkıyor olmamız, kalkacak olmamız onları delirtmekte, çıldırtmaktadır. Bu milletin var kalma iradesi onların sevincini kursaklarında bırakmaktadır. En şiddetli depremlerin bile silkeleyip sökemediği inancımız, sabrımız, tevekkülümüz, yaşama inadımız, kardeşliğimiz, bağlılığımız bunları delirtmektedir. Delirerek kahrolsunlar, kahrolarak delirsinler!
Ergenekon destanında imgesel karşılığıyla demir dağları eriterek kendine yol bulan irade, bu görülmemiş şiddette felaketin yaralarını da en kısa zamanda sarmış bir millet olarak tarihi yolculuğuna devam edecektir Allah’ın izniyle. İman varsa imkânsızlık yoktur. İmanımızla, güzel ahlakımızla imkânlarımız çoğaldıkça çoğalacaktır. Yıkılan evleri tekrar inşa ederiz; ediyoruz da. Depremin 40’ıncı gününde yıkılan evler için yapılması taahhüt edilen evlerin kolonları neredeyse yükselmeye bile başlamıştır. Yıkılanlar yerine daha sağlamlarını yaptık, yaparız. Yeter ki kardeşliğimiz hasar görmesin. Aklımız, vicdanımız, duygumuz, ruhumuz bu enkazın altında kalmasın. Biz bu enkazın altından daha güçlü, daha güçlenmiş olarak kalkarız, kalkacağız. Peki, insani değerleri enkaza dönüşmüş olanlar hangi sefaletin selametini, hangi rezaletin nezaketini yaşıyorlar, yaşıyor olacaklar? Hem sonra onların zaten bir türlü ayağa kalkamayan ruhlarını yıkmak için bir deprem de gerekmez. Nitekim kimi bedbahtların ölülerimiz ve ölümlerimiz üzerinde en aşağılık istismarlarla tepinip dans etmeleri, ruhlarının veya varlık cevherlerinin çürümüş olması sebebiyledir.
Sonuç itibariyle, bu hız ve yoğunlukta çalışmaya devam edildiği takdirde bir yıl içinde büyük ölçüde yaraların sarılacağı anlaşılmaktadır. Dua ve temennimiz tasarı ve taleplerin hitama ermesi içindir. Ancak başta yeşil ve açık alanları fazla, yatay yapılanmanın öne çıktığı sağlam kentsel dönüşüm olmak üzere artık gerçek manada bilimsel bir şehirciliğin planlanıp, programlanması mecburidir. Zor da olsa vakit geçirmeden işe başlamalıyız. Bu çarpık, yanlış şehir, yerleşim ve mimarî düzen içinde her geçen gün, aleyhimize işlemektedir. Bu amaca yönelik olarak hemen bugünden yarından başlamak şartıyla ve hususen İstanbul ve çevresinde faaliyete geçmelidir. Bu işin vazgeçilmezliği, dokunulmazlığı, rantı olmamalıdır. Ölümün yıkımın rantı mı olur? Ölüm yıkım üzerinden rant mı olur? Fay üstünde beş yıldızlı plazalar da dikmiş olsanız, ‘bu mülkü devredemem, terk edemem’ diyen, sadece bu düşüncelerle enkaz altında kalmaz, milleti de enkaz altında bırakır. Bugün bu faciayla yaşadığımız acıların en gerçek yanı budur. İş işten geçtiği zaman yeryüzü fıtratına, doğanın yasasına ters yapılanmanın yanlışlığını anlarız, anlıyoruz. Anlarız ama o zaman da doğruyu yapmaya imkânımız olmaz.
Bu felaketin, felaket yıkımın altından birlik ve dayanışmayla, kardeşlik ruhuyla, paylaşmakla, sahiplenmeyle kalkacağız. İnançla, akılla, çalışmayla, azimle, umutla, bilimle, bilgiyle dirayetle, metanetle, fedakârlıkla kalkacağız. Hep birlikte Türkiye olarak kalkacağız.