Gün Geceyi Karşılarken

Günün yorgunluğunu silecek birkaç iyi şiir, birkaç güzel söz okumayı kim istemez ki? Hele de mevsim sonbaharın bitiş renklerine karışmaya yüz tutmuşsa…
“Huzur” yazarı yaşadığımız bu netameli günleri biz farkında olmasak bile, tersinden okuyarak söz konusu o enfes romanında resmetmesini ustalıkla becermiştir. Çünkü “Huzur”da anlatılan sadece Mümtaz ile Nuran’ın alegorik aşkı değil; bütünüyle medeniyetimizin, ilginç ruh hallerimizin ve dahası estetik düşüncelerin bir seremonisidir de. Karşımızda duran edebi pencereden bakınca, silinip giden hatıraların, buhurdanlıktan süzülen kokuların yitip gittiği şehir portrelerinin, “rivayet odur ki…” diye başlayan hamasi öykünmelerin kuruluğundan ve yavanlığından şikayetçi yüzlere aşinayız artık.Fakat unuttuğumuz güzellikleri; o deli aşkları, hatırlayışları ve ince mahcup tebessümleri bizlere yeniden yeniden hatırlatan şairleri unutmamız mümkün mü? Acaba şairleri bunun için mi çok seviyoruz dersiniz? Umarsızlıklarını, genişliklerini, ızdıraplarını dillendirdikleri birkaç iyi mısra olmasın sakın bizleri böylesi netameli günler içinde yaşadığımız olumsuz tutumlara karşı affedici kılan! Kim ne derse desin, romancılar kadar, şairlerden de çok şey öğrendiğimiz ortada. Biten bir sevdanın günlüğünü, yankılı bırakılan dost yüzlerini, vedaya hazır parmak uçlarını ve daha birçok gizil serüveni şairler öğretiyor bizlere. Bakın “Huzur” kahramanı Mümtaz nasıl da sözcüğünü yapıyor içsel dünyamızın; insanları içlerinden tatmin etmeyi ne zaman öğreneceğiz. Ne zaman bu “hoşça bak zatına”nın manasını anlayacaklar? Mevsim sonbaharı geçmiş bile olsa, evrensel se(v)daların yankısını bizlere her vakit duyuran için özne olan yalnızlıklar kadar kalabalığızdır dünyada. Şair Halil Gökhan dervişliği ve münzeviliği ile şikayetçidir kalabalıklardan;

Yalnızlık bir gün gelebilsin diye
Bulaşıcıdır kalabalık

İnsanı kendi “ben”ine çağıran bu hüzünlü vakitlerin renkleri birbirine karışmış bile olsa, her Eylül’ünü ayrılık her Nisan’ını vuslat gibi yaşayacağız demek ki. Belki de gün gün değişen poyrazın üşüten, özleten yanlarını hercai dallar gibi çiçeğe durarak karşılayacağız.Ve sonunda bizlere şair Osman Sarı’nın ayrılığın resmini çizdiği şu muhteşem tablosu kalacak anlaşılan;
Sen gittin gözler ve bakışlar gitti
Ak ellere kına yakışlar gitti
Gökten damla düşmez kalbimiz kurak
Sularda bir dondur akışlar gitti
Sen gittin bu evren bir titreyiştir
İnişler çıkışlar yokuşlar gitti
Ama yaşanır mı böyle mevsimsiz
Ve sensiz yazlar ve kışlar gitti
Bende kala kala bir kara sevda
Sende göze sürme çekişler gitti

Sizi bilmem ama ben, günün yorgunluğunu atacak birkaç iyi şiiri, birkaç güzel sözü her vakit bulundurmuşumdur yazı masamda. Geceye bulaşan seslerin, silinmeye yüz tutan renklerin büyüttüğü o bitimsiz yalnızlığı bakir kelimeler bozabilir ancak o demde.Hem, iyi dediğimiz şiirin, güzel dediğimiz sözün ölçüsünü belirleyecek olan biz değil miyiz? Yoksa, bu sınırlamayı bizlere dayatan iç evren sakın aşk olmasın! Çünkü aşktır beğenilmeyen hayatların yabancı konuğu; siz farkına varmadan uğrar ve yine farkına varamadan kayıverir avuçlarınızın arasından! Oscar Wilde “Dorian Grey’in Portresi”nde aşk tanımına farklı boyutla; “İdeal bir ışığa yaklaşabilmek için ruhun kelebekleşmesidir” der.Bana kalırsa, hoyrattır hep münzevi tadında yaşanan aşkların son sözleri. Dahası, gecedir ve vakit epeyce ilerlemiştir artık. Sesinizi duyuracağınız, çılgınlıklarınızı anlatacağınız kelimeleri tutar kaldırırsınız ayağa! Gün geceyi karşılamıştır çünkü ve siz gelecek günün yorgunluğunu silecek birkaç iyi şiiri, birkaç güzel sözü mırıldanmak üzere bırakıverirsiniz narin bedeninizi, gecenin o ihtişamlı koynuna.
Gün geceyi karşılarken güzeldir çünkü aşk rüyaları.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Gün Geceyi Karşılarken / Reşit Güngör Kalkan
Ya Hey / Şeref Akbaba
Günlük / Bilal Kemikli
Mahmur Hayat / Fatma Çolak
Biraz da Bizden Bahset / Mustafa Küçüktepe
Tümünü Göster