Zaman Değirmeni

Ben geldim geleli açmadı gökler.
Ya ben bulutları anlamıyorum,
Ya bulutlar benden bir şey bekler.
Sezai KARAKOÇ

Zamanın değirmeninde un ufak oluyor gündüz. Öteye beriye saçılıyor solgun gün ışıkları.
Biten günden arta kalan son aydınlıklar, ağır ağır inen akşam vaktinin karanlığına karışıyor .
Ürperten sessizlik çoğaldıkça, Çınar ağacının yaprakları birbirine daha çok sokuluyor.
Havada kar soğuğu var.
Annem yerinden kalkıyor. Kök salmış hüzünler dökülüyor eteklerinden.
Belini tutuyor. Acıdan örülmüş bir çizgi beliriyor alnında.
Uzun, ince, derin, eski bir çizgi.
Sobaya birkaç odun atıyor, uzun demir maşayla karıştırıyor ateşi.
Kızıl alevlerin ışıltısı vuruyor solgun yüzüne.
Yanıma geliyor, üzerimi örtüyor.
Annemin gözleriyle karşılaşıyorum o an. Hep ıslak, hep nemli, hep dalgın gözleriyle.
Saçlarımı okşuyor. Elleri sert, nasırlı.
Elleri, bir türlü kabuk bağlayamayan yaralarla dolu.
Dokunamıyorum ellerine. Dokunsam, kanar diye korkuyorum.
Pencerenin kenarına gidiyor annem. Sessiz haykırışlarla çarpıyor göğsü.
Gölgeli yüzünde kıvrım kıvrım uzanıyor, derin ıstırapların izleri
Ellerini, yüreğinin üzerine götürüyor. Öyle derinden bir nefes alıyor.
Yüreği ağırlaşıyor, yüreği ağrıyor biliyorum.
Söyleyemedikleri, biriktirdikleri, sustuklarının ağırlığını taşıyamıyor bazen.
Benim uyur gibi yaptığım zamanlar çıkarıyor o gizlediklerini, bir köşeye bırakıyor çaresizce.
Öyle mahcup, öyle acele.
Sonra yine eski haline dönüyor. Hüzünlü, ince, suskun, dalgın.
Sessizlik çoğalıyor odada. Ay, kalın perdelerden sızarak içeri süzülüyor.
Yorgun beyaz bir ışık, loşluk ve soğuk kaplıyor odayı.
Annemin yüzü daha da belirginleşiyor o zaman.
Dumanlı bakışların ardında sakladığı, kırık dökük gülüşleri dökülüyor ortaya
Sırtlandığı kederleri, suskun çaresizliği, sessiz sessiz haykırıyor.
Son günlerde sözcüklerinin arasında uzun uzun, garip boşluklar bırakıyor.
Annem de şaşkın, tanıdık değil bu sözcüklere.
Tedirgin, çaresiz. Dili, boşlukta dönüyor. Ellerine, ilk kez görmüş gibi bakıyor.
Alnında, acıdan örülü uzun, ince çizgiler beliriyor yine.
Zaman donuyor sanki. An, zamanın bilinmeyen bir çarkında eriyip kayboluyor.
Bir sis bulutu oluyor unutmak, annemi içine alıyor.
Gece-gündüz, var-yok, önce-sonra birbirine karışıyor o an.
Annemin çizgileri gevşiyor sonra, bir tebessüm oturuyor yüzüne.
Unutmak iyi bir şey belki de diyorum.
Çok geçmeden, duran zaman canlanıyor yine. Dikiş makinesinin başına geçiyor annem.
Anlaşılması zor kederler oturuyor omuzlarına.
Anlatılması zor cümleler birikiyor boğazında.
Sonra bir şeyleri hatırlamış gibi kalkıyor yerinden. Pencereyi açıyor. Tüller uçuşuyor pencerelerde.
Annem, serin rüzgârı dolduruyor yaralı avuçlarına.
Alev alev yanan yüzüne sürüyor serinliği.
Çekmeceleri açıyor aceleyle.
Üzeri toz bağlamış umutlarını, sararıp solmuş hayallerini alıyor ellerine.
Yüreği acıyor, elleri yanıyor, bir türlü kabuk bağlayamayan yaraları kanıyor.
Rüzgâra bırakıyor elindekileri; rüzgâr, çok uzaklara sürüklüyor solmuş geçmişi.
Naylon kokan bir kumaş alıyor eline. Pencerenin kenarına oturuyor. Cılız ışık altında, büktüğü yerleri teyel yapıyor.
Yorgun başının gölgesi düşüyor renkli kumaş üzerine, düştüğü yerde soluveriyor.
Ellerine batıp çıkan iğnenin acısını duymuyor.
Akşam çöküyor yavaş yavaş. Bugün, sessiz sedasız düne karışıyor.
Uzaklarda bir rüzgâr esiyor usulca, bir kuş havalanıyor karanlıkta.
Annem unutuyor yine, bir sis bulutunun içinde eriyor, giderek azalıyor varlığı.
Unuttukça azalan varlığına inat, çoğalıyor gülümsemesi.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Hangi Kitabı Yakıyorsunuz ?  / Şeref Akbaba
Deprem… / Ay Vakti
Taşlar Taş Üstündeyken / Yavuz Selim Yaylacı
Fahri TUNA’nın Gönlünden Kırklanmış Portreler... / Süheyla Karaca Hanönü
Sezai KARAKOÇ’u Yazmak İsterken – II / Semra Saraç
Tümünü Göster