KİŞİLER:
Bayan Yazar
Bay Şair
Bir çalışma odası. Oda kapısının baktığı karşı duvarda büyük bir pencere. Solda, duvarı
kaplayan bir kitaplık. Onun hemen önünde bir sandalye ve masa. Masanın üstünde, biraz
geriye sürülmüş bir laptop, karanlık ekranı kapalı görünümü verirken, odada, başka bir müzik
aleti ve müzik çalar da olmadığından, hafiften duyulan Beethoven’ın Ay Işığı Sonatı’ndan açık
olduğu anlaşılıyor. Önde, büyük, çizgisiz bir defter ve yanda birkaç kitap. Diğer yanında bir
kalemlik ve not kartları. Masanın önünde, sağ uç kısmına yakın bir koltuk. Kitaplığın
karşısındaki duvarda, biri ikili biri tekli iki koltuk. Tekli koltuk, pencere tarafına da doğru,
hafif köşeli konulmuş. Aralarında bir sehpa. Üstünde ince bir sürahi ve bir bardak. Yine karşı
duvarda, aynı ressamın iki farklı tablosu. Araları açık ve çapraz iki merdiven basamağı gibi
duruyorlar. Bu iki tablonun üçüncü basamağında ise, yerini yadırgar gibi asılmış, çerçeveli bir
mezar resmi.
(Bayan Yazar hasta olmasına rağmen çalışma odasında ve çalışma masasının başındadır. Açık
defterine, sol kolunu, dirseğini katlayarak koymuş, kolunun üstüne de başını yatar vaziyette
koymuş ve sağ elindeyse bir kalem yazacakmış gibi durmaktadır. Odanın kapısı vurulmuş,
içeriye, aynı zamanda doktor olan Bay Şair girmiştir. Bir elinde doktor çantası, diğer elinde
içinde ne olduğunu göstermeyen, özenle yapılmış büyük bir paketi, hemen, kapıya yakın olan
büyük koltuğun içine bırakır.)
BAY ŞAİR – Merhaba. (Bir an, sessizlikte odayı dolduran müziği dinler. Ardından yineler…)
Merhaba.
(Bayan Yazar’dan ses yok.)
BAY ŞAİR – (Masasının karşısına kadar gelir ve ayakta Yazar’a bakar. Gözleri kapalıdır.
Uyuyor mu yoksa uyanık mı, anlayamaz. Bir süre seyrettikten sonra, Rüzgârın dilinden bir
Ninni okur. Ay Işığı Sonat’ı, ona fon olmaktadır.)
“… Melekler çöl şehrine dağılsın
Leylâ’nın uyku saati geldi
Bütün çıkrıkları bozsunlar
Leylâ’nın uyku saati geldi
Sussun bütün böcekler sussun bütün çöl
Leylâ’nın uyku saati geldi
Unutma çöl ulu bir şehirdir
Hurmalar rüyalarda
Kapalı kirpikleri Leylâ’nın
Güvercin yuvalarda
Kapalı kirpikleri Leylâ’nın
Atlar kişner dururlar
Kapalı kirpikleri Leylâ’nın
Çöl bana mahsus bir şehirdir
Leylâ çok yorgun uyuması gerek
Leylâ çok uzaklardan geldi
İlk olarak birdenbire
Leylâ bugün söze değdi
Annesinin yüzünde sonsuz gülümsemeler
Leylâ’nın saçlarına bir güneş düştü
Çölden geçmek Leylâ’ya ermek içindir
Kuşlar öttü Leylâ için
Güller açtı Leylâ’dan ötürü
Uyku bir bahara döndü
Leylâ ayla yıldızların
Arasında paylaşıldı
Ortasında kapışıldı
Sussun bütün dünya şehir
Leylâ derin bir uykuda
Güller Leylâ’nın uykusunda olgunlaşırlar
Leylâ’nın düşlerinden renk alır kuşlar’’
(Bayan Yazar gözlerini açar.)
BAY ŞAİR – Uyuyor muydun?
BAYAN YAZAR – Bir ara uyumuş olmalıyım. Odaya girdiğini duymadım. (Gülümser) Ama
Ninni’nin yarısını duydum.
BAY ŞAİR – Neresinden?
BAYAN YAZAR – “Leylâ çok yorgun uyuması gerek’’
BAY ŞAİR – Tam yerinde duymuşsun, uyuman gerek de ama sandalyenin başında değil.
Elinde kalemi tutuyor oluşun, yani kalemin düşmeyişinden, uyuyor musun yoksa gözlerin
kapalı düşünüyor musun ayırt edemedim.
BAYAN YAZAR – (Bu arada, usulca başını kaldırır kalemi defterin arasına bırakır. Ve yine
usulca dirseklerini masaya dayayıp, ağrıyan başının yükünü hafifletmek ister gibi, yüzünü
avuçları içine alır.) Önce düşünüyordum, sonra uyumuşum.
BAY ŞAİR –Nasıl oldun? İyi misin?
BAYAN YAZAR – Daha iyiyim. Teşekkürler.
BAY ŞAİR – Neden buradasın?
BAYAN YAZAR – Yazmak için.
BAY ŞAİR – O kadar iyi görünmüyorsun ama. Yüzünün renginden, ateşininin de hâlâ
düşmediğini sanıyorum.
BAYAN YAZAR –Evet, ateşim hâlâ yüksek. Ama önceki günlere göre iyi sayılırım.
BAY ŞAİR – (Sözleri arasında hemen çantasına yönelir ve bir ilaç çıkarır. Sehpanın üzerinde
duran sürahiden, yanındaki su bardağına su doldurur. Suyu ve ilacı Bayan Yazar’a uzatır.)
Al, umarım bu ateşini düşürür.
BAYAN YAZAR (İlacı içer.) Teşekkürler.
BAY ŞAİR – Bu hâlde yazacaksın yani?
BAYAN YAZAR – Araştırma yapacak kadar iyi değilim ama, bir mezara bakacak kadar
iyiyim.
BAY ŞAİR – (Oturmak için, masanın sağ ucuna yakın duran koltuğa yürürken, biraz tedirgin,
durur.) O ne demek?
BAYAN YAZAR – (Mezar resmine, yüzünden çektiği sağ eliyle işaret eder.) Şu resme baka
baka yazabileceğimi sanıyorum. (Elini tekrar yüzüne götürür.)
BAY ŞAİR – (Koltuğun yakınında, ayakta, resme bakar.) Bu resim ne?
BAYAN YAZAR – “Mezarlardan bile yükselen bir bahar…’’ (Hâlâ cevap beklediğini
görünce, okur:)
“Yerleşecek yer aramak
Camiinin avlusunda
Soğuk bir taşa oturmak
Gün doğmadan Şehzadebaşı’nda’’
BAY ŞAİR – (Bir an, olduğu yerden resme daha dikkatli bakar) Hani, Şehzade Camii nerede?
“Külâhıyla Yunus Emre / Sarığıyla Akşemseddin / Kavuğuyla Mimar Sinan’’… nerede?
“Yüzü gözü toz içinde / Şiirden mest develeri’’… geçtim, “Cin halkından kafileler’’i geçtim,
çeşmeleri türbeleri nerede? Üstat ne kadar genişletmişse ufku, sen de o kadar daraltmışsın
çerçeveyi. Ya ismiyle müsemma Şehzadebaşı’nın şehzadeleri nerede? Ki onları ben bile
görürüm. (Okur:) “Gün doğmadan şehzadeler / Ellerinde meşaleler / Şehzadebaşı’nı gezerler /
Gün doğmadan Şehzadebaşı’ında’’
BAYAN YAZAR –“Mezarlarda yeni sesler’’ gördüğün. Ben, buranın, son yerleşenine
bakıyorum.
BAY ŞAİR – Son yerleşenine?
BAYAN YAZAR – Evet. Önceleri, tek başına veli ağaçtı, dallarıyla göğü taşıyan; şimdi ise,
köklerine bağlı toprak.
BAY ŞAİR – Hayattayken de öyle değil miydi? Diriliş Şairi köklerinden hiçbir zaman
kopmadı.
BAYAN YAZAR – Öyleydi. Köksüz diriliş olmaz zaten. Ama şimdi kökler daha fazla kuvvet
buldu.
BAY ŞAİR – (Yakına gidip resmi inceler.) Bulamadın mı başka bir resmini? Bir toprak
parçası, bir de üstünde isim yazılı bir tahta. Yeni ve tek bir mezar. Uzak yakın çevresinden de
hiçbir görüntü yok. Yetmemiş çerçeveletip duvara asmışsın. Daha yapılmamış bile.
BAYAN YAZAR – Yapılsa yazamam. Böyle çok yeni. Böyle dünyaya çok yakın. Hayatı hâlâ
üzerinde. İnci Dakikaları’ndaki yaşamakla yaşamamak. (Okur:)
“Giden tren buharları içinde örümcek ağı
Sen güzel örümcek ağı yaşamakla yaşamamak
Doğduğumuz şüpheyle öldüğümüz şüphe arasına gerilmiş
Garip bulut farklı müzik güzel örümcek ağı’’
…
Bak, görüyor musun, hayatı hâlâ üzerinde. Ben yeniyim diyor, şu kabarık ve sertleşmemiş
toprak. Başındaki tahta diyor ki, ben bir ay önce, bir hafta önce, üç beş gün önce sizin
yanınızdaydım. Sizinle hayatın endişesini taşıyor, sizinle aynı kaldırımlarda yürüyordum. Şu
yanımdaki asırlık ölülerden çok, size yakınım. Ve siz de, toprağa, zamansal olarak benim
kadar yakınsınız. Sizin çağdaşınızım, sizin akranınızım.
BAY ŞAİR – (Hayretle) Ölümün mü hayatı üzerinde? Yani mezarın…
BAYAN YAZAR – Evet.
BAY ŞAİR – (Ya sabır der gibi başını hafifçe iki yana sallar) Allah’ım, Ya Rabbim! (Gelip, koltuğa oturur. Yüzü, odanın boşluğuna, karşı pencereye bakar. Sağ tarafında Yazar, sol tarafında ise resim kalır. Başını hafif sağa çevirdiğinde Yazar’ı, hafif sola çevirdiğindeyse resmi görüyordur. Yazar’a bakarak) Kararlı mısın bu hâlde yazmaya?
BAYAN YAZAR – (Gözleri resimde) Evet.
BAY ŞAİR – (Resme bakmasından rahatsız) Bence sen, yazacağın şairi dinle. Bak, ne diyor:
“Gelin gülle başlayalım atalara uyarak / Baharı koklayarak girelim kelimeler ülkesine’’
Sen de gülle başlasana. Neden illa da bir toprak parçası? Hem de herhangi bir toprak parçası
da değil, bir mezar! İzin ver, indireyim şu çerçeveyi duvardan.
BAYAN YAZAR – Hayır, hayır, dokunma lütfen! (Bir an durup, araştırma yapan gözlerle Bay Şair’e bakar) Ne o doktor bey, yoksa sen, şu an hasta olduğum için mi bu resme baktığımı
sanıyorsun? Ve resimden, bu kadar rahatsız olman bundan mı?
BAY ŞAİR – (Şaşırır) Yo… (Bir an durur) Nedenini bilmiyorum. Sadece böyle bir resme
bakmanı tuhaf buluyorum. (Devam edecek)