Düşünce Geleneğimiz ve Sezai Karakoç- II

II. Düşünce Geleneğimizin Pınarları
….
Tanrım, müslüman, ne korkunç âfetlerle çevrili
Hem âfakta hem enfüste
Hem dışta hem içte
Hem fizikte hem ruhta
Onu koru Tanrım
Ona acı ona yardım elini uzat

Tanrı aşkını yaşayanlardır onlar
Mevlâna görünür bir uçtan
Konya’dan Kubbe-i Hadra’dan
Muhyiddîn-i Arabî İmam-i Gazalî
İmam-i Rabbanî ve Hallac esintileriyle dolu uygarlık
Pancurlar var Hallac gibi
Yaz sıcağında ruha açılan
Sabrın ve tevekkülün son ucu Geylâni
Halisliğin saf madeni Rüfai
Dünya nakışlarını silmiş kalbden
Kalb ahiret aşısının boyasıyla boyalı nakşi
Ey kalbim sen yine bunları ara
Ve bul yeniden.

Sezai Karakoç
(Alınyazısı Saati’nden)


İslam düşünce tarihinin gelişim süreci incelendiğinde bunun farklı bilimsel disiplinlerden teşekkül ettiği görülür. Bu düşünce geleneği içinde birçok disiplin bulunmaktadır. Bir yanda dil ile ilgili ilimler, diğer yanda dinî ilimler, öte yanda ise aklî ilimler geleneği yer alır. İslam’ın ortaya çıkış sürecinden itibaren bu ilim dallarında evrensel çapta büyük âlimler, düşünürler, filozoflar, tabipler, mühendisler, müzisyenler, şairler, sanatkârlar yetişmiş ve bunlar gerek kendi kültür havzalarını ve gerekse kendi dışındaki fikri atmosferleri de etkilemiş ve yönlendirmişlerdir. Evrensel çapta eserler ortaya koyan âlim, şair, sanatkâr ve bilim adamları bir anlamda bugünkü medeniyet iddiasında bulunanlara hocalık yapmış ve yol göstermişlerdir. Her medeniyet kendisinden sonra gelen medeniyete hocalık yapar. Bu anlamda Üstat Sezai Karakoç’un isabetle belirttiği gibi medeniyet taklit edilemez. Hâkim medeniyet yeni otaya çıkmaya başlayan medeniyete ancak hocalık yapabilir.  Diğer yandan İslam medeniyeti havzasında yetişen şair, sanatkâr ve bilim adamlarının Batı’ya öykünmeci yaklaşımların bütün yolları kesme girişimlerine ve önemsizleştirme faaliyetlerine rağmen hâlâ etkilerinin sürdüğü büyük çoğunluğun kabul ettiği bir gerçekliktir. Tarihi süreçte büyük güçlerin tehditlerine rağmen varlık iddiası ortaya koymuş bir geleneğe sahip olan İslam medeniyeti günümüz için de anlamlar barındıran bir hazinedir.

İslam kültür ve medeniyetinin teşekkül sürecinde o günün dünyasında iki büyük egemen güç vardı, Bizans ve İran. Her iki güç de yeni doğan İslam’ı daha ilk çıkış noktasında boğmak istediler. Ancak süreç tam tersi oldu. Ava gittiler, ancak avlandılar. Emevîler döneminde Müslümanlar “bir nevi Roma’nın egemenliğiyle karşılaştılar ve ona yenilmediler.” Abbasiler döneminde de Antik Yunan düşüncesiyle hesaplaştı İslam kültür ve medeniyeti.[1] Tarihi mirası yeniden ele alıp yorumlayarak ondan kendi has bir bakış açısı ortaya koymayı başardılar. Tarih biteviye, aynı düzlemde devam eden bir süreç değildir. Kişinin yaşamında inişler, çıkışlar olduğu gibi toplumların ve devletlerin yaşamında da inişler çıkışlar olabilir. İslam dünyasındaki siyasi gelişmeler, iç çatışmalar Batı’daki sosyal, siyasal, bilimsel değişimi görmeyi engelledi. Savaşlarda art arda alınan yenilgiler öykünmeci bakış açısının ortaya çıkmasına neden oldu. Yeni durum karşısında aydınlar farklı çözümler ortaya koydular. Bu çözümlerin hepsi Batı’yı öyle ya da böyle neredeyse bir kıble konumuna getirmekteydi. Oysa yenilgiler sonrası galip gelen taraf kendi çıkarları doğrultusunda her alanda düzenlemeler yapılmasını adeta dayatmaktaydı. Kimi zaman bu dayatmalar bir medeniyet ideali gibi bile sunulmuştu. Diğer yandan Ziya Gökalp gibi Batı medeniyeti ile ilişkileri Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, Garp medeniyetindenim şeklinde çekingen bir eda ile anlaşılmaz bir tarzda ortaya koymaya çalışanlar da oldu. Abdullah Cevdet gibi tam Batıcılar her hal ve şartta Batı’nın örnek alınması gerektiğini savundular. Modernizm’in fikri atmosferini soluyan İslamcılar da Batı’nın ilmini alalım, kültürünü almayalım gibi sosyal bilimlerin sınırlarını zorlayan bir fikri yıllarca savunup durdular. Hala bu fikri dillendiren her kesimden birçok kimse bulunmaktadır. Oysa mesele başkaydı. Her kültür ve medeniyetin gelişim süreci farklıdır. Bir şey ya yeniden var olur ya da tarih sahnesinden silinir. Tanzimat sonrası yetişen aydınlar düşünce geleneğimizi daha çok arkeolojik bir malzeme olarak ele alıp yorumladır. Farklı yaklaşım tarzları olmakla birlikte İslam medeniyetine ölü bir medeniyet olarak bakmayı yeğlediler, bakış açılarında yenilgi psikolojisinin de etkisiyle daima Batı’yı öncelediler. Geleneğe değer verenler, çoğunlukla kimi İslamcılar Batı’daki gelişmelere gözlerini kapayıp tarihi başarıları güne taşıyarak bir nevi anakronizme düşerek karşılaşılan sorunların çözülebileceği hayaline kapıldılar. Oysa bu iki bakış açısı da kendi içinde derin çelişkiler barındıran bir durumdu. Günden kopmak, ya da tarihin izlerini silemeye çalışmak sadece yıkımı hızlandırmaktan başka bir işe yaramaz, yaramamıştır.  Bu anlamda Üstat Sezai Karakoç bir metot ortaya koydu: Dünü ve günü birlikte ele alıp yorumlamak ne tarihten uzaklaşmak ne de günün gerçeklerine gözünü kapamak. Bunun için gençlere bir hedef belirledi. Bunu Diriliş Neslinin Amentüsü adlı eserinde şu şekilde dile getirmektedir:

“Doğuyu Batıyı bilmeliyim. Eski uygarlıkları derinlemesine incelemeliyim. Yükseliş ve düşüşlerin sebeplerini derinden derine araştırmalıyım. Allah’ın insanoğluna en büyük nimeti olan İslam inanç ve medeniyetine mensup olan bir toplum nasıl olur da bugünkü acıklı duruma düşer? Bunun mutlaka bir ya da birçok sebebi vardır. Bunu bilmeliyim. … Geçmişi inkâr değil, geçmişe mahkûm olmak da değil. Geçmişi görüp puslarından kurtarış söz konusudur. Geceden ve sisten kurtarış. Kireçleşmeden. Bir nevi geçmiş erozyonuna set çekiş. Geçmişe saplanma veya geleceği inkâr değil.  Şimdiki zamanı unutma, yani çağ dışı olma hiç değil. Belki geçmiş zamanla ilgileri tazeleme. Kök ilgisi ve ilişkisi kurma. Geçmiş zamanı, gelecek zamanı şimdiki zamana getirme.”[2]

Düşünce geleneğimizi yorumlamada özellikle Tanzimat sorası yetişen kimi düşünür, şair, âlim, sanatkâr, devlet adamları ile Üstat Sezai Karakoç arasındaki en önemli farkın medeniyetimizin yeniden dirileceğine dair olan ümidi ve bunu bilimsel delillerle matematiksel bir kesinliğe yakın bir gerçeklikle haykırması olarak ifade edebiliriz. Son dönem yetişen düşünürlerin çoğu İslam medeniyetinin artık tarih sahnesinden çekildiğini, yegâne ve tek medeniyetin Batı medeniyeti olduğunu ifade etmekte bir sakınca görmediler. Üstat Sezai Karakoç bu fikrin yanlışlığını, derin çelişkilerini dile getirmiştir. Karakoç’un bu konudaki düşüncelerinin daha net anlaşılabilmesi için onun bu konudaki açıklamalarından bir bölümünü özellikle genç okuyucular için aynen aktarmak faydalı olacaktır:

“Medeniyetimizin öldüğünü sandılar. Oysa, ortada koskoca bir medeniyetin milleti var; bu, bugün için bölünmüş ve parçalanmış olsa da. … Ne medeniyet öldü ne de millet, Ortadoğu’da. Sadece İslam ülkesi, Birinci Cihan Harbi’nin şokundan henüz kurtulamadı. Ama medeniyetimiz de milletimiz de birkaç kere olduğu gibi, içinde yeniden ayağa kalkmanın, yani dirilmenin maya ve tohumlarını taşıyor. Tarihte örneği olduğu gibi. … Ölmeyen medeniyet İslam’dır. …  Ölmeyen medeniyeti öldüremeyeceklerdir. Çünkü ölümsüzlük, bu medeniyetin özünde olan gizli ve sırrını ancak Tanrı’nın bildiği bir güçtür. Atomu parçalayanlar bu sırrın çekirdeğini parçalayamayacaklardır.  Onlar bu hakikat medeniyetini ve bu medeniyet hakikatini ne kadar söndürmeye çalışırlarsa çalışsınlar, başarılı olamayacaklardır. Tersine, onların bu çabaları, uyuyan medeniyet özünün uyanmasına ve ölüm sularına ermiş gibi gözüken hakikat çekirdeğinin Hızır’sı bir dirilişle açılmasına, gelişip serpilmesine yardımcı olacaktır.”[3]

“İslam medeniyeti, bugünkü görünümü ne olursa olsun, özü, teorik yanı, halklardaki saf yaşantısı ve insandaki etkisiyle, medeniyet olma özelliğini taşıyan tek medeniyettir. Bu yüzdendir ki ona ‘Ölmeyen Medeniyet’ diyorum. Ölmeyecek olan medeniyet de diyebiliriz. Ölümsüzlük medeniyeti de. Çünkü o aydınlık medeniyetidir, ezeli ve ebedi Tanrı’ya inanış medeniyetidir, şahıs kültünü, eşyaya tapınmayı yıkmış, insan ya da eşya tanrılaştırmalarını devirmiş bir medeniyettir. Çünkü o, insanı insan olarak ele alır; onu sınıflara bölmez. Çünkü: o, yalnız bu dünyada değil, ölümden sonra da insandan hesap sorulacağını, hiç kimsenin hesaptan, sorudan kurtulamayacağını, herkesin yaptığından sorumlu olduğunu ilan etmiş ve bin dört yüz yıl, inanmışların eliyle bu inancın eşsiz, uhrevi sitesini kurmuş bir medeniyettir. … Evet tek medeniyet, hakiki medeniyettir O. Tanrı’nın önünde, işçi-patron, zengin-fakir, yönetici-yönetilen, güçlü-güçsüz, soylu-halk, zenci-beyaz farkı ve ayırımı tanımaz. Ancak, üstünlük, Tanrı’ya yakınlaşma ve erdem üstünlüğüdür O’nun gözünde. İnsan yalnız Tanrı’nın önünde eğilir. Herkesin görevi ve sorumluluğu vardır. Gerçek güç, Tanrı’ya aittir. Sahip O’dur, gerçek malik O’dur.”[4]

Karakoç Ölmeyen Medeniyet, Ölümsüzlük Medeniyeti, Hakikat Medeniyeti olarak tanımladığı İslam medeniyetinin dirilişini tarihi arka planı doğrultusunda nasıl yeniden var olabileceğinin ipuçlarına da eserlerinde değinmiştir. Münevverler, aydınlar toplumun önderleridir, toplumlara yol gösterirler. Toplum, münevverlerinin tuttuğu ışığın aydınlığında yol alır. Bu anlamda Üstat Sezai Karakoç eserlerinde yaptığı analizlerde tarihi süreçte gerek Batı’da ve gerekse İslam coğrafyasında yetişen münevverlerin bakış açılarına yer vermiş, isimlerini zikretmiş, kimi düşünürlere ise eleştiriler yöneltmiştir. Bu eleştiriler aynı zamanda fikri saldırılar karşısında bir karşı duruş, savunma ve hücumdur, fikri akınları durdurma ve hak ve hakikati haykırmadır. Karakoç’un eserlerinde yer verdiği münevverler İslam düşünce geleneğinin pınarlarıdır. O pınarlardan beslenen fikir tarlamız gelecekte medeniyet meyvelerinin yeniden var olup olgunlaşmasına yardım edecektir.

(Devam edecek)


[1] Karakoç, Sezai, Çağ ve İlham I, s. 80, 8. Baskı, Diriliş Yayınları, İstanbul 2012

[2] Karakoç, Sezai, Diriliş Neslinin Amentüsü s.15, 25, 19. Baskı, Diriliş Yayınları, İstanbul 2013.

[3] Karakoç, Sezai, Çağ ve İlham IV, s. 25, 26, 28, 29, 4. Baskı, Diriliş Yayınları, İstanbul 2012

[4] Karakoç, Sezai, Çağ ve İlham IV, s. 30-31.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Mevlânâ Ne’miz Olur / Enes Güllü
Heveskar / Şeref Akbaba
Nuri Pakdil “Çiçeklerden Bir Bazuka” / Suat Savur
Doç. Dr. Salih Uçak ile Söyleşi / Ali Yaşar Bolat
Erzurum Şehrine Sevdalı Ağabey / Selami Şimşek
Tümünü Göster