Rasim Özdenören, ‘Gül Yetiştiren Adam’ın Ta Kendisiydi

Maraş’tan sadece şair değil, öykü yazarı da çıkabileceğini ortaya koyan adamdı.
Müslüman entelektüeldi.
Müslümanca düşündü, Türkçe yazdı, bir ömür.
Naif adam; naifliği sanat, naifliği meslek, naifliği hayat edinmiş adamdı!
İçine uzun, içine derin, içine genişti. Bunu ancak onu okuyanlar ve onunla yaşayanlar bilebilir.
Görünmeyen bir üniversitesi vardı; hikâye, roman, deneme, düşünce, tiyatro fakülteleri olan. Binlerce öğrenci geldi geçti sessizce, rahlesinden. Görenlerin gördüğü, bilenlerin bildiği, okuyanların beslendiği bir üniversiteydi o.
Âkif’in diliyle; ‘sessiz yaşamıştı, kim nereden bilecekti” onu. Bilindi ama.
Yüzünde sabır, gözünde teslimiyet, kelam ve kaleminde huzur olan adamdı; estetik bir medeniyetin huzuru.
Tevazuu karizmasını ikiye katlıyordu hep.
‘Yedi Güzel Adam’ın en küçüğüydü, en ufak ve çelimsiziydi, en sessiziydi. Ve en sona kalanı.
Bakmayın ufak tefek çelimsiz sessiz sedasız bir adam olduğuna onun; son kırk yıldır onun kadar sesi yüksek çıkan var mıydı edebiyat ve düşünce dünyamızda; son kırk yılda tam otuz iki kitapla ‘haykırdı’ bizlere.
‘İki Dünya’mız için de ‘Açık Mektuplar’ gönderdi her birimize ayrı ayrı. ‘Yaşadığımız Günlerde’ her birimizin ‘Acemi Yolcu’ olduğumuzu iyi biliyordu elbet. ‘Ben ve Hayat ve Ölüm’ üçgeninde ‘Eşikte Duran İnsan’dık, her an ‘Kuyu’ya düşmek üzere olan. ‘Toz’ dumandı her şey. Modern hayatın ‘Çapraz İlişkiler’i, en çok da ‘Kent İlişkileri’inin açmazı ve çıkmazında örselenerek ‘Köpekçe Düşünceler’ içerisindeki ‘Yüzler’ce binlerce yüzü çıkartıyordu karşımıza. ‘Çarpılmışlar’a dönmüştük adeta, toplum olarak. ‘Hastalar ve Işıklar’ sarmıştı dört bir yanımızı. Bir ‘Çözülme’ içerisindeydik; hızla ‘Çok Sesli Bir Ölüm’e doğru koşuyorduk. ‘Kafa Karıştıran Kelimeler’ce istila edilmişti zihinlerimiz. ‘Düşünsel Duruş’umuzu kaybetmiştik bir süredir. ‘Yumurtayı Hangi Ucundan Kırmalı’ydık peki; bilemiyorduk ki. ‘Aşkın Diyalektiği’yle ‘İpin Ucu’nu yakalamak ve ‘Denize Açılan Kapı’dan geçerek ‘ötelere’ uzanmalıydık. ‘Hışırtılı’ bir yolda yürüyüp ‘İmkânsız Öyküler’ dinleyerek avunmak; hayır bu değildi isteğimiz. ‘Müslümanca Yaşamak’tı bizi, bizleri, hayatı ve dünyayı ihya edecek olan. Onun için ‘Yeniden İnanmak’ gerekiyordu, kuşkusuz. Öncelikle ‘Red Yazıları’ yazmalıydık; reddetmeliydik yeryüzünün tüm kirlerini; arınmalıydık kalbimizin lekelerinden. Biz gönül medeniyetinin çocukları değil miydik; elbette öyleydik! Öyleyse gönlümüzün götürdüğü yere doğru yol almalı, ‘Gül Yetiştiren Adam’ı aramalı, bulmalı, oraya kapılanmalı; bir ömür biz de güller yetiştirmeliydik!
Ayrıntılar ve detayların billur bir Türkçeyle bileşkesiydi onun üslubu. Bir kişiyi veya bir olayı sorun; saatlerce okutabilir veya anlatabilirdi size. Yarım asır önce Sezai Karakoç’la Karaköy Vergi Dairesi’nde, sade sıradan bir memur odasında tanışmalarını, bir buçuk saat süreyle, en ince detay ve teferruatıyla nakledebilirdi. Öyle yazar, öyle dalardı ki konuşmaya, en yakın arkadaşlarından Erdem Beyazıt’a ‘yeter Rasim, azıcık da ben konuşayım’ tatlı sitemini söyletecek kadar.
Şekspir için ‘eserlerinde dört yüz elli bin farklı kelime kullanmış dev yazar’ denir ya; araştırılmamıştır ama Türkçemizde en çok kelimeyi kullanan yazarlarımız araştırılsa, onun da ilk üçte olacağı aşikârdır; öylesine ‘zengin bir Türkçedir kalemi.
Kendine özgü bir ‘hikâye dili, örgüsü ve kurgusu’ oluşturmuştu; ilmek ilmek, kelime kelime, satır satır. Hem hepimizin Türkçesiyle yazar; hem kendi özel Türkçesiyle: Bu ona has bir durumdu. Öyküleri iç içeydi; helezonik; başlangıçta zor, anlaşılmaz izlenimi verirdi; ama Özdenören hazırlık sınıfı’nı geçtiğinizde lezzeti de katlanırdı, estetik ve bedii zevki de.
O kimseye benzetilemez; öylesine ‘özgün’dü; ama illâ benzetilecekse, birazcık Çehov, birazcık İstrati belki.
Maraş’ın yaylalarından, dağlarından ve sokaklarından getirdiği, her sabah farklı bir krize teşne, karmakarışık bir başkentte bile, Hacı Bayram-ı Veli’nin gönlünün dibinden emzirdiği, beslediği, sahihleştirdiği bir sözü ve sesi vardı. Bin yıllık bir ses, bin yıllık bir söz, bin yıllık bir özdü o.
Eylemi ve söylemi, düşündükleri ve yazdıklarıyla, Yedi Güzel Adam’la kol kola, Hacı Bayram’ın beş asır sonrasındaki ‘devamı’ sayılmalıdır.
Anadoluca düşünürdü, Anadoluca yaşardı, Anadoluca yazardı.
Ne kadar Şekspir’se o kadar da Yunus’tu.
İşler ter gittiğinde ortaya çıkan ve hepimizin kalbini ve beynini sığaya çeken modern bir ‘Molla Kasım’dı o.
Hayatı ‘Müslümanca düşünen’ bir adamının ‘hikâyeciliği’nden ibâretti.
Klişe bir soru vardır hani; ‘Sanat sanat için mi, yoksa halk için mi yazıyorsunuz?’ diye. Ona bu sorulamazdı: O ‘Müslümanlar için’ için düşündü ve yazdı, bir ömür.
‘Gül Yetiştiren Adam’ı yazan adam, aslında seksen iki yıllık ömrünü bir tek şey için vakfetti; ‘gül yetiştirmeye’…
‘Gül Yetiştiren Adam’ın yazarı aslında; gül yetiştiren adamın aslı, esası, ta kendisiydi, diyeyim size.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Mevlânâ Ne’miz Olur / Enes Güllü
Heveskar / Şeref Akbaba
Nuri Pakdil “Çiçeklerden Bir Bazuka” / Suat Savur
Doç. Dr. Salih Uçak ile Söyleşi / Ali Yaşar Bolat
Erzurum Şehrine Sevdalı Ağabey / Selami Şimşek
Tümünü Göster