Perdeleri kapalı evin bir odasında bir lamba yanıyordu. Gelir diye özlenen, ellerine kına yakmıştı kadın. Bir bayram sabahına uyanılacaktı yarın. En güzel yemekler beklenen için yapılmıştı. Her kapı vuruşu bir can çekişmesi gibiydi. Duran her arabada o geldi sanılıyordu. Ey gözümün ve yüreğimin özlemi, diyordu kadın içinden. “Ey yüzünü unutsam da kokusunu unutamadığım. Ey dolunayın her görünüşüne umut bağladığım. Bu akşam son sahura kalkıyor, takvim yaprağına son kez senin için bakıyorum.”
Kadının gözü değil yüreği bekliyordu gelecek olanı. Bayram sabahına yetişmek için söz vermişti adam. Çocuklar onu beklerken uyuyakalmıştı. Gece tüm ihtişamıyla hazırdı bu kavuşmaya. Yıldızlar apaçık görünüyor, dolunay bir gümüş tepsi gibi gökyüzünden ışıklarını salıyordu ta aşağılara.
Kocası rüyasına girdiği tüm zamanlarda hasret bir kez daha tutuşurdu içinde kadının. Köşe başlarına diktiği haberci çocuklar, bir kutlu haberi bekletirlerdi içlerinde onun yerine. Duvarlara “o gelecek” diye yazılmıştı defalarca. O gelecek, o gelecek diye bilmem kaç kez yola bakılmıştı.
Gecenin kalan son yarısında bir araba durdu kapıda. Sarı renkli bir piyasa taksisiydi bu. Otogar şehirden uzaktı. Gece geç saatte inen yolcular ancak bu taksilerle giderlerdi evlerine. Arka koltuktan indi adam. Sükûtun yankıları kulaklarında çınlıyordu. Adam parayı uzattı şoföre. “Sağ olasın beni kavuşturdun evime, üstü kalsın,” dedi. Valizi yanındaydı. Üstünde eski, buruşuk bir palto vardı. Yorgun görünüyordu. Küçük bir bahçe içerisindeki evin ışıkları yanan tek odasına baktı.
Kadın pencereden yola bakarken uyuyakalmıştı. Bir rüya görüyordu. Eski ve beyaz boyalı bir evin avlusunda insanlar toplanmıştı. Ortada büyük bir ahşap masa vardı. Masanın üzeri yemeklerle donatılmıştı. Evin içinden beyazlar giyinmiş küçük bir kız çocuğu koşarak çıktı. Koştu ve avlu kapısından içeri giren kadına sarıldı. Korkma, dedi ona. “Korkma, o sağ salim gelecek ve bu bekleyişin bitecek.”
Kapı tokmağı çaldığında kadın korkuyla sıçradı pencere başındaki kanepeden. Kapıya koştu. Kalbi yerinden çıkmak isteyen bir kuş gibi çırpınıyordu. Avlu lambasını yaktı, tülbendini düzeltti ve “kim o?” diyerek araladı kapıyı.
Kapı açıldığında insanı ürperten bir rüzgâr girdi içeriye önce. Sararmış birkaç yaprak düştü kapı girişine. Adamın sureti, arkadan vuran sokak lambası ışığından dolayı görünmüyordu.
Benim, dedi adam. “Geldim çok şükür.”
Kadın bir an öylece kalakaldı. Adamın kokusunu hissetti ciğerlerinde. Hoş geldin, dedi adama. “Hoş geldin evimin direği.”
Adamın valizini elinden aldı ve kapının eşiğine koydu. Paltosunu çıkarmasına yardım etti adamın. Adam öylece durdu bir müddet. Karısının yüzünü avuçlarının içine aldı. Hoş bulduk, dedi ona. “Hoş bulduk. Bak geldim işte.”
Kapı kapandı. Rüzgâr uğultusu kesildi. Evin önünden ayrılan taksinin titreyen ışıkları yolun sonundaki ağaçların arasında kayboldu. Yıldızlar hala berrak; dolunay, bir gümüş tepsi gibi tüm ihtişamıyla gökyüzünde asılı duruyordu hala. Beklenen dönmüştü.