Akyumak

Kahvenin hemen yanı. Palavra Neşet, Aksak Ali, Yazık Hasan ve Baygol Recep, Yatır Hüseyin’in dükkânının önünde oturmuşlar, koronadan bahis açmışlardı.
-Mahallede ölen ölene, çember daraldı kardeşim çember daraldı.

  • Aba Müslüm gitti, Ninja Fikret gitti, Gece Ziya gitti.
  • Bunlar bir çırpıda. Düşünsek daha kimler var.
  • Olmaz mı, Hamo’nun Ayşe, Arif’in anası, Saybak Melek…
    Tam bu esnada mahallenin kırklık ablası Menekşe, gazetecinin yanından ana yola çıktı. Yolun karşısına bir çırpıda geçti. Telaşı, tahta sandalyelere oturanları rahatsız etti. İstiflerini bozup yan yan baktılar. Canhıraş konuşuyordu.
  • Gördünüz mü, söyleyin bana gördünüz mü?
  • Neyi gördük mü Menekşe abla?
  • Ya dalga mı geçiyorsunuz benimle, baksanıza yanımda kim eksik?
    Herkes anladı. Menekşe tek başınaydı. Palavra Neşet cevapladı.
  • Valla görmedik Menekşe abla.
    Palavra Neşet, abla dedi ama mahallede böyle konuşmak âdettendi. Aslında Menekşe’den en az on yaş büyüktü.
    Menekşe bakınarak ve söylene söylene yürüdü.
  • Nasıl görmezsiniz ya, nasıl görmezsiniz. Burdan geçmiş görenler var, burayı tarif ettiler.
    Menekşe arayı hayli açınca, Baygol Recep yanındakilere, “Yahu nereye gidecek, akşama gelir bu kadar telaşa ne gerek var,” dedi. “Oldum olası böyle bilmiyon mu sanki Menekşeyi,“ dedi Aksak Ali ve konu yeniden koronaya döndü.

Menekşe, Naz Kebap’ın önünden geçti, otobüs durağında bekleyenlere yaklaştı. Bol pantolonunun ve dizlerine varan sünmüş hırkasının içinde bir deri bir kemikti.

  • Komşular, Akyumak sabahtan beridir yok, gördünüz mü burdan geçti mi?
    Cevap vermeye tenezzül eden olmadı. Devam etti.
  • Noksan Teyze görmüş bu tarafa koştuğunu.
    Yine çıt yok.
  • Neyse, boynunda meşin tasması var. Beyaz kıvır kıvır bir kaniş.

Kime sorduysa gören olmadı ya da görüp görmediğini hatırlayan çıkmadı.

Menekşe cidden mahallenin müzmin bekar ablasıydı. Şirketin birinde asgari ücretle sekreterlik yapıyordu. Kırk yaşını aşmıştı aşmasına ama gelen tüm taliplerini reddetmiş ve kendisini hayvanlara adamıştı. Bu gen ona anneden mirastı. Annesi Güngülüz -yaşı yetmişe dayanmış- onlarca kedi, tavuk, köpekle geçinip gidiyordu. Yemez yedirir; içmez içirirdi. Çevrede Yumurtacı Teyze diye bilinirdi. Menekşe büyüdükçe, annesinin aksine tavukları bir kenara koydu, kedilere ve köpeklere bağlandı. Nerde bir kedi görse işi gücü bırakır; kedilerin çene altlarını kaşır, boyunlarını okşardı.

Akyumak, Menekşe’ye araba mezarlığının hediyesidir. Pazar koşusunda on bin adımı tamamlarken emekli bir otomobilin üstünde gördü onu. Hemen kucakladı, sardı sarmaladı. Yıkadı, giydirdi. Yanından bir daha ayırmadı.

Bu sabah kahvaltı sonrası kayıplara karıştı. Ara ki bula. Bulamadı velhasıl. Çaresiz eve döndü. Ertesi gün işe giderken yol üstü muhtarlığa uğradı. Muhtar Sonay Büyükkan disiplinli görevine sadık bir hanımefendiydi.

  • Günaydın muhtarım, nasılsınız?
  • Teşekkürler Menekşe Hanım, siz?
  • Ben de iyiydim muhtarım ama dünden beri az biraz kötüyüm.
  • Hayırdır ne oldu?
  • Akyumak dünden beri yok, kahvelere sordum; sokak aralarında gezindim bulamadım. Akşam da gelmedi. Çaldılar mı acaba? Çok üzülüyorum muhtarım, ne yapmamı önerirsiniz?
    Muhtar geçimliydi, terslemedi; çok da düşünmedi.
  • Acele etmeyelim illa ki kokusu çıkar, çıkmazsa bakarız hâl çaresine.

İş dönüşü komşusu Lafazan Veli’ye rastgeldi. Bahçe duvarında oturuyordu.

  • Veli abi haber var mı?
  • Menekşe, bi ara çocuklar okulun ordan beyaz bir köpeğin koşarak geçtiğini görmüşler. Ama Akyumak mıdır bilmem. Sen onu imama söyle de camiden bir ilan geçsin.
  • Valla güzel söyledin Veli abi, neden düşünemedim ben bunu.

Hava kararmamıştı henüz, saatine baktı, 17:20. Nisan’da gün ancak sekize doğru kararır. Ani bir kararla döndü. Cami yolunu tuttu. Veli içinden, buna da hiç şaka yapılmıyor hemen ciddiye alıyor, diye geçirdi.
Birazdan cami hoparlöründen şu anons üç defa tekrar etti.

  • Sevgili mahalle sakinleri, mahallemizde bir adet kaniş cinsi köpek kaybolmuştur. Rengi beyaz olup, Akyumak diye çağrıldığında tepki vermektedir. Görenlerin ya da bulanların insaniyet namına camimize ya da Menekşe Hanım’a haber vermeleri rica olunur.

Anonsu net duymak için evlerinin önlerine çıkanlar, ne günlere kaldık köpek de anonsa verildi ya diye homurdanarak içeri girdiler. Bir başkası, yan komşuya , kaniş cinsi de ne ola ki, diye sordu.

Menekşe bugün de bir adım atmanın sevinciyle evine geldi. Annesiyle lafladı biraz. Güngülüz, beslediği köpek ve kedilerin günlük durumunu özetledi.
Ertesi gün, daha ertesi gün… Camiyi ya da Menekşe’yi haberdar eden olmadı. Umutlar azalmaya başladı.

Döndüncü günün sabahında Menekşe işe giderken inşaatta çalışan işçileri gördü. Adamlar sekizinci katın kalıp tahtalarını söküyorlardı. Seslendi.

  • İşçi kardeşlerr… Heyyy işçi kardeşlerrr…
    İçlerinden biri karşıladı.
  • Ne oldu hanımefendi?
  • Sizden bir ricam olacak ama kusurumu mazur görün.
    İşçiler merakla birbirlerine baktılar ama nezaketi de aşağı bırakmadılar.
  • Buyrun, nedir ricanız.
  • Ya siz biraz yüksektesiniz ya, şöyle etrafa bir baksanız benim kanişim belki görüş alanınızdadır.

İşçiler mırıldana mırıldana “Çattık yahu, densize bak, işi gücü bırakacağız, hanfendinin köpeğini arayacağız,” dediler. Ama dediğimiz gibi kadına nazik davranmak erkekliğin kılcallarına işlemiş. Dört işçi okyanustan kara görmeye çalışan tayfalar gibi inşaatın dört köşesinden Akyumak’a baktılar. Nafile.

Menekşe yine boynu bükük iş yerini buldu. Aklında binbir tilki. Matbaacıya telefon etti. Akyumak’ın fotoğrafını göndererek, kayıp ilanı afişi hazırlamasını istedi. Ayrıca aynı fotoyu sosyal medya gruplarında paylaştı. Altına da notunu ekledi.

Hayvansever dostlarım! Lütfen bu çağrıma kulak verin. Eminim, Akyumak da beni arıyordur bizi birbirimize kavuşturun.

Afişleri civar dükkânlara, kahvelere, bekleme duraklarına astı. Muhtarlığa bıraktı.

  • Sonay Hanım siz de bir el verin.
  • Tamam güzelim, aldım kabul ettim. Ben kaymakamlık toplantısında diğer muhtarlara da dağıtacağım. Bu arada minibüslere asılması için yazıhanenin kapısını çaldı ve durak başkanı Şükrü Sosyal’den de yardım istedi.

Önceki yuvasına dönmüştür düşüncesiyle araba mezarlığındaki emekli otomobili yokladı. Yok yok. Yer yarıldı içine girdi.

  • Çaldılar… Çaldılar Akyumak’ımı. Ya da zehirleyip öldürdüler. Kıskançlar nolacak. Tabi gördüler pamuk gibi köpeği.

Her sabah-akşam ve hafta sonu gün boyu, bitmek bilmeyen bir enerjiyle sokaklarda Akyumak adı yankılanıyordu. Tanıdıklar, duyanlar bir şekilde yardım etmek istiyordu ama yapılacak şeyler kısıtlıydı. Dağ bayır, ova çayır Akyumak aranamazdı. Bazılarına gına gelmişti atık.

  • Yav bu devirde köpeğe verilen değer insana verilmiyor be!
  • Belki de korona oldu, öldü abicim.
  • Bulalım şu iti bitsin bu eziyet.
  • Yine de duymasın sarmasın bize şimdi.

Menekşe, hayvan ile insan arasında ayrım yapmazdı. Gözünde tüm canlılar eşitti. Bunları duysa hem köpürür hem taşardı. Kıvırcık, kabarık saçlarını düşünmeden saç saça baş başa kavganın en alasını çıkarırdı.

Bir ay geçti. Afişler eskidi. Bazıları yerinden söküldü. Çabalar sonuç vermedi. Akyumak mahallede unutuldu. Sadece Menekşe arzı endam edince akla geliyordu. Menekşe’yi sorarsanız her habere razıydı.

  • Öldüyse ölüsünü; canlıysa dirisini.

İnsan nisyana tabidir. Menekşe de rutin hayata alıştı. Evden işe, işten eve. Ara ara, annesinin kedileri beslemesine eşlik ediyordu.

Aradan neredeyse üç ay geçmişti. Bir sabah kapı çalındı. Kapıyı Güngülüz açtı. Bir adam.

  • Buyurun evladım, ne istiyorsunuz?
  • Teyze ben Menekşe Hanım’a bakmıştım.
  • Bekle bir dakika sesleneyim. Menekşee… Menekşee…
  • Ne var anne noldu?
  • Bir bey var burda seni soruyor.
    Menekşe mahmur gözlerle kapıya geldi.
  • Buyrun beyfendi.
  • Abla ben Taner. Balcılık yapıyorum. Kovanlarım, Kumburun İninin orada. Olaydan yeni haberim oldu. Ama önceden duysaydım inanın beklemez getirirdim. İki gün önce arkadaşlarım ziyarete gelmişti, görünce bahsettiler. Elim dardaydı ancak fırsatını bulabildim.
  • Ne diyorsun kardeşim eveleme lafı.
  • Abla köpekten bahsediyorum, Akyumak’mış adı herhal. Yörede duymayan kalmamış.
    Menekşe kendinden geçmişti.
  • Nerde peki şu anda?
    Taner, pikabının kasasını işaret etti.
    Akyumak, dört yavrusuyla portakal sandığının içinden Menekşe’ye tebessüm ediyordu.
Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

BİR-İKİ ERZURUM –II- / Şeref Akbaba
Kutlu Telaş / Mehmet Aksu
Aşkın Gölgesinde Dile Gelenler / İsmail Bingöl
Aforizmalar / Naz
Perde ve Hakikat : Sinema Felsefesi / Abdullah Ömer Yavuz
Tümünü Göster