Mangal

Evden çıkarken kapıda durdu, Kadriye’ye baktı.
Kadriye penceredeydi. Yazmasının ucunu iki dudağının arasına almış, utana sıkıla ona bakıyordu. Gören olup olmadığını anlamak için sağına soluna baktı, kimseyi göremeyince, elini hafifçe kaldırarak salladı, “Güle, güle,” dedi.
Mazhar, bir gören olur korkusuyla el sallamadı.
Sakine abla kapının önünü süpürüyordu çalı süpürgesiyle bu sırada.

Komşunun haşarı kızı Naile, o soğukta dama çıkmış, çamaşır asıyordu. Gözleri fır dönüyordu. Görse kesin laf söz ederdi. Komşulardan duymayan kalmazdı.
Hele Kopuk Gaffar duysa tüm şehir konuşurdu, Kadriye’ye el salladığını. Kahvede takılır, arkasından etmedik laf bırakmazlardı.

Kadriye, banyo kazanını yaktıktan sonra yıkanacak çamaşırları topladı. Önce çimecek, sonra iki gündür biriktirdiği çamaşırları yıkayacaktı. Mazhar kızıyordu, ama o yokken aradan çıkaracaktı.
İçerisi sıcacık olsun diye sobayı biraz daha alevlendirdi.
Yıkandı, giyindi, banyoya girmeden önce yaktığı sobanın dibine kuruldu oturma odasında. Ateş sönmüştü. Korları mangala doldurdu, dibine çömeldi. Uykusu gelmişti. Oysa çamaşır yıkayacaktı daha. Ancak kolunu kıpırdatacak hali yoktu. Göz kapaklarını kaldırmakta zorlanıyordu. Dışarısı buz gibiydi. Arka arka kayarak sırtını yastığa dayadı, dizlerini karnına çekti, iki büklüm oldu, gözlerini yumdu, kendini iyice bıraktı.

Akşama doğru hava iyiden iyiye soğuyunca, Mazhar dükkânı kapatmak için hazırlığa başladı.
Sala okununca, “Allah rahmet eylesin,” dedi duyacağı kadar.
“Kim öldü acaba?” dedi daha sonra.
Tam kapıyı kapatıyordu ki “Mazhar abi… Mazhar abi…” diye bağıran bir çocuk sesi çalındı kulağına.
Dönüp baktı, koşarak gelenin komşunun oğlu Selim olduğunu gördü.
Nefes nefeseydi Selim. Belli ki evden buraya kadar koşmuştu.
Selim, dükkânın önünde durdu, eğildi, iki elini dizlerine koydu, konuşmak için gücünü topladı.
“Ne var? Ne oldu Selim?” dedi Mazhar.
Selim konuşamıyordu.
Konuşacak oldu, boğazına düğümlendi kelimeler.
“Sana haber vermem için gönderdiler. Şey…”
“Ne oğlum? Söylesene!”
Selim doğruldu, “Kadriye abla öldü.”
Dizlerinin bağı çözüldü, başı döndü, gözlerinin önü karardı, kapıyı kitleyip kitlemediğini kontrol etmeden, koşmaya başladı.

Eve vardığında ayakkabılarının içi su dolmuş, üstü başı çamur içinde kalmıştı.
Dışarısı insan kaynıyordu. Ağıtlar, bağrışmalar arasında geçerek Kadriye’yi aradı.
“Kadriye nerede? Kadriye… Kadriye…”
Ağabeyi Seyfettin koluna girdi, dışarıya çıkardı.
“Sakin ol. Mangaldan zehirlenmiş. Geç fark ettik. Babası ve kardeşleri alıp evlerine götürdüler.”
İkinci kez yıkıldı. Kadriye evinde yıkanmayacaktı. Kefenlenip son yolculuğa uğurlanmayacaktı. Daha da kötüsü, son kez yüzünü görüp, el sallamayacaktı.
Ağabeyinin elinden kurtuldu, kalabalığı yardı, koşmaya başladı.

Kayınbabasının evine vardığında Kadriye yıkanıyordu.
Görmek istediğini söyledi, ancak bırakmadılar.
Çok çabalamasına rağmen göstermediler.
“Kefenlendikten sonra belki…” dediler.
Dama çıktı, sivinkte oturdu, başını ellerinin arasına aldı, söylenerek ağlamaya başladı.
Arada bir de el sallıyordu Kadriye’ye.
Kadriye her şeyden habersiz üzerinden dumanlar yükseliyordu.
Hava soğumuş ve kararmıştı.
Sesi güzel kadınlar ortalığı inletiyordu.
“Ellerinin kınası solmayan Kadriye… Günyüzü görmeyen Kadriye…”
Mazhar, bir aylık karısını görmek için karanlıkta ve soğukta yıkanmasını bekliyordu. Son kez dokunacaktı yüzüne. Son kez tutacaktı elinden. Ancak göstermediler. Elinden tutmasına izin vermediler. Allahaısmarladık diyemedi saçlarına dokunarak. Karanlığın içinden kayıp gitti tabut. Üstelik dövmek istediler Kadriye’nin kardeşleri. Kalabalık araya girdi, bırakmadı.
Kadriye’yi omuzlayamadı Mazhar.
Geceyi mezarlıkta, Kadriye’nin yanında geçirdi.
Ağladı, ağladı, ağladı.
Toprağı sevdi, mezar taşını okşadı, öptü, yüzünü sürdü, af diledi defalarca.

Ağabeyi Seyfettin olayı duymuş, mezarlığa gelmişti. Yanından ayrılmadı.
Hava aydınlanır aydınlanmaz, ikna etti, eve götürdü.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

BİR-İKİ ERZURUM –II- / Şeref Akbaba
Kutlu Telaş / Mehmet Aksu
Aşkın Gölgesinde Dile Gelenler / İsmail Bingöl
Aforizmalar / Naz
Perde ve Hakikat : Sinema Felsefesi / Abdullah Ömer Yavuz
Tümünü Göster