“Yeniden İnanmak”a Yönelik Bazı Dikkatler

Rasim Özdenören’in Yeniden İnanmak kitabı; Alegorik Düzlem, Paradokslar, Tavır, Cemaat başlıklarını taşıyan dört bölümden oluşmaktadır. İlk iki bölümde Batı’nın ve İslam’ın içinde bulunduğu duruma yönelik tespitlere ver verilmiştir. Batı, bulanık bir zihinle, sevgi ve merhametten yoksun, eşyaya tutkun bir ruh hali ile bocalamaktadır. Karanlık Hakikat’i görmeyi engellemektedir. Görmek ve karanlıktan kurtulmak için Yeniden İnanmak bir reçetedir. Son iki bölümde ise İslam’ı merkeze alan bir tavırla bir yaşayış biçimi belirlemenin vurgusu yapılmaktadır. Böyle bir yapının, düşünce sistemi ve davranış biçimi ne olmalıdır, sınırları nelerdir, başlangıç ve dayanak noktaları nelerdir, sorularına cevap aranmaktadır. Aşağıda kitaptan bazı bölümlere ve açıklamalara yer verilmiştir.

Sığınak

“Hıristiyanlığın bütün sevgi ve merhamet telkinleri; Batı’nın karanlık ruhunda inikâs (yansıma, akis) edebileceği bir nokta bulamamıştır. Bu yüzden Batılı, Hıristiyanlığın dışında eşyaya ve maddeye yönelik hayat tarzları geliştirmeye çalışmıştır. Kaçınılmaz olarak, geriye kalan tek alternatif olan eşyaya sığınmıştır. Bu da kendisine temelde çıkara dayalı iki zalim hayat tarzı getirmiştir. Batıda şimdi bu iki zülüm sistemi yarışmaktadır. Her ikisi de, birbirine zalim gözüyle bakmakla birlikte, insanı, eşyanın hükümranlığına verme noktasında birleşmektedirler. (Sığınak, s.19.)” İnanç, sevgi ve merhametin yerine eşyayı ve maddeyi koyan Batı insanı, sığınak olarak gördüğü eşyanın ihanetine uğramıştır. Bu da ona bireysel ve toplumsal huzursuzluğu getirmiştir. Edebi bir sığınağı bırakıp eşyanın hükümranlığında arada bir ziyaretine gidilen kilise duvarları arasında mahkûm bir tanrının varlığı onlara mutluluk getirmedi. Eşyaya itaat ettiler. Çok şeyleri oldu, şeyler onları yoldan çıkardı, çok şeye sahip olmayanlar ise çok şeylere sahip olmak için yoldan çıktı. Eşyanın mutluluk getireceğini sandılar fakat buhran ve bunalım getirdi. Özdenören’e göre, Batılı bu eşya ve madde labirentinin içinden çıkıp kendini arıtmalı ve yeni bir uygarlığın yollarını aramalıdır. Sorulması gereken soru şudur: Batı bu durumu yaşadı/yaşıyorken içinde bulunduğumuz coğrafyada eşyanın, maddenin insan üzerindeki hükümranlığı/etkisi ne durumdadır.

“İnsanlık, Allah’tan başkasını sığınak kabul edenlerin bütün sığınaklarını, Allah’ın başlarına çökerttiğini kesintisiz tarih süreci içinde, hep görmüştür (…) Zalimlerse Allah’ın ezeli ve ebedi iradesi gereği, birbirinin başına musallattır. .(Sığınak,  s.19-21)”

Yalnızlık

“Sakın bu yalnızlığı ruhu arıtan yalnızlıkla (itikâf) karıştırmayın. Bu ikincisinde insan gitgide kendini çoğaltırken yeryüzünde tek insan olarak bir başına kalsa da kendini yalnız hissetmezken; bugünün insanına musallat olan yalnızlıkta, bu insan herkesle beraberken yalnızdır. İtikâfta şifalı bir yalnızlık hayatı yaşanırken, berikinde umutsuz, hastalıklı bir azap sarmıştır onu. (Yalnızlık, s.36)” Ötekini düşman görmenin, kendini bulamamanın, kendi çukurunda karanlıklarda kalmanın hastalıklı ruh halidir yalnızlık. Başına buyrukluğun, sınır ve değer tanımamanın, kolaycılığın, nefse hoş gelenin uygulama alanıdır yalnızlık. Gözden uzak, gönülden ırak olup boşluğa düşmenin halidir yalnızlık. Bu yönüyle zamandan nasibini alamayıp heybesini dolduramayan, anavatanına yalnız eli boş dönenlerin halidir yalnızlık.

“İnsan üzerinde geliştirilen bu yapay, uyduruk acz duygusu, onun denetim altında tutulmasına yaramaktadır. İnsan ya da birey, çevresinde olup bitenlerin basit bir izleyicisi haline gelmekte, bu olup bitenlere müdahale edebileceği ya da müdahale etmesi gerektiği aklına bile gelmemekte(dir.) (Yetersizlik Duygusu, s.42)” Bu basit izleyicilik hali, seyir kültürü, görüntüye maruz kalmanın getirdiği körlük, donukluk, edilgenlik, suskunluk yetersizliğinin, cahilliğinin farkında olmayan insanın birincil tavrıdır. Edilgen insan için; seyretmek yerine görmek, donukluk yerine erimek (kaynamak, pişmek, bir yapaya sisteme dâhil olmak, organiklik) suskunluk yerine hak arama, konuşmak; külfetli, yorucu, lüks bir eylemdir. Eylem durağanlığın, tembelliğin aksine hareketlilik; yalnızlığın aksine birlik beraberlik, cemaat olma bilinci getirir.

Trajik Müslüman

“Bu insan benzeşme süreci ile kendisine yabancı olan bir kültür ortamına uyum sağlama çabası içindeyken, bir yandan da Müslüman olma durumunu korumak istemektedir. Birbiriyle çatışan bu iki değer sistemi trajik bir insan tipi meydana getirmektedir. Kaldı ki, yürürlükte olan süreç, bu insanı gitgide Müslümanca yaşama çizgisinden uzaklaştıran bir eğri çizmektedir. Mevcut süreç içindeki bu insan, aynı zamanda karmaşık bir “yabancılaşma” halini yaşamaktadır. (Trajik Müslüman, s.61-62.)” Özdenören bu başlık altında cemaat olma bilincine yönelik dört madde sıralar: 1-Liderlik, 2-Disiplin, 3-Üyelerin birbirine yakınlaşamasın, birbirinden razı olmasını sağlayan psikolojik unsur, 4-Kültürel homojenlik. Eleştirisi ise sayılan unsurların İslami bir cemaat oluşturmak yerine, İslam dışı bir toplumun oluşturulması yönünde işlemesidir.

 “İşin başlangıcında, mevcut kültür yapısının hiçbir kurumunu, hiçbir geleneğini, hiçbir alışkanlığını veri olarak kabul etmeyi reddeden bir tavırdır bu. Böylece mevcut kurumlardan, mevcut alışkanlıklardan işe yarayan var mı yok mu diye düşünülmeden, tümü yok sayılarak, İslam’ın gerektirdiği ölçüler içinde yaşama hedefi öne alınmış olmaktadır. Böylece yıkılmaz, üstesinden gelinmez bazı sorunların, sorun olma değerini bile taşımadığı anlaşılacaktır. (Zihnimizi Arındırmak, s.90.). Yazar, kitabın “Tavır” başlıklı üçüncü bölümünde açmaz, tutarsızlık, esneklik kavramlarından hareketle Müslüman yaşam tarzının nasıl konumlandırılması gerektiği üzerinde durur. Sınırları, genel çerçeveyi belirleyen kural, kişi ve kurumların ne olması gerektiği üzerinde durur. Burada tavır, açmazları olan, ikilemde bırakan, işine gelince tutarsızlık yaratan, şartlara göre esneklik gösteren bir Müslümanca yaşama biçimi değildir. Aksine; merkezi, tutarlı, sabit yönlerin toplamından oluşan bir hareket, karar, alma ve yaşama biçimidir.

Ateistin Tavrı

Ateist filozof, bir kez insanın yaratılmış olduğunu kabul ederse, sonunda bu kabulünün gerektirdiği kaçınılmaz sonuca, yani Tanrı’nın varlığı soncuna da ister isteme teslim olacaktır. Oysa o, işte asıl bundan kaçmaktadır. (…) Tereddüt şurada: insan yaratılmıştır desek, dolayısıyla yaratıcının varlığına teslim olmak zorunda kalırsak, bu özgürlüğümüzü yitirmek anlamına gelecektir. Böyle düşünüyorlar. (Şüphe, s. 114.)”

“Akla bu denli bağlanış, bir yerde, insanı akıl dışılığa (irrasyonelliğe) götürüyor. Bu akıl dışı insan ne olduğunu, niye var olduğunu anlamaya çalışıyor. Ama hiçbir zaman bir temel “hakikat”ten yola çıkmadığından, bir çözüm yolu bulamıyor. (Açmaz, s.22)” Antik Çağ’dan, Platon’dan Marx’a, Nietzsche’ye kadar Batılı düşünürler, tam bir açmaz içindedirler: Karanlık bir duvar, kara bir perde, mühür…

Sonuç

Gül Yetiştiren Adam, içinde yaşadığı toplumun Müslümanca Yaşamak becerilerinden yoksun olmasından dolayı şaşkındır. Özdenören’in Yeniden İnanmak’ta vurguladığı da İslami bilincin yitimi karşısında bir merkez, ortak bir tavır, tutarlı bir inanç/düşünce sistemi geliştirmeye çalışmaktır. Her ne şekilde tanımlanırsa tanımlansın; İslami bilinç yitimi, İslami asabiyet yitimi; toplumsal çözülmeyi, yabancılaşmayı, kurallar ve kurumların bozulmasını beraberinde getirmektedir. Toplumsal düzen, cemaat halinde yaşama bilinci, İslam’ın şartlarını esas olan bir toplumsal denetimle gerçekleştirilir. Yeniden İnanmak bu yönüyle yazarın Gül Yetiştiren Adam ve Müslümanca Yaşamak kitaplarındaki bütüncül bakış açısını sürdürür. Son olarak:

“İnsanlık, bir bilinç işidir. İnsan bu bilinci, bu sorumluluğu onurla taşır. Kendisine buyrulan yöne dosdoğru yürür. Boynunda bükülü bir ip değil, elinde mutlak yönü gösteren sımsıkı sarıldığı bir ip vardır çünkü.” (İp, s.28.)

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

BİR-İKİ ERZURUM –II- / Şeref Akbaba
Kutlu Telaş / Mehmet Aksu
Aşkın Gölgesinde Dile Gelenler / İsmail Bingöl
Aforizmalar / Naz
Perde ve Hakikat : Sinema Felsefesi / Abdullah Ömer Yavuz
Tümünü Göster