Bunların Hepsini Okudun Mu?

Evime ya da çalışma odama ilk defa gelenler kitaplığımı görünce anlaşmışçasına aynı tepkiyi veriyor; “Bunların hepsini okudun mu?”

Ben bu soruyu herhalde kimseye sormadım ama yeni bir kitaplık görünce hayran hayran dolaştım durdum kitaplar arasında. Hepsini okuma bahsi derin bir mevzu.

Kendimi bildim bileli evimizde kitaplar var. Babam çalıştığı fabrikanın kütüphanesinden kitaplar getirirdi. Romanlar, masallar, hikâyeler, destanlar… Gelen kitap okunduktan sonra geri giderdi benim içimde büyük bir boşluk bırakarak. O zamanlar kitap almak lüks sayılabilecek bir haldeydi ve kütüphanelerden ödünç kitap almak daha cazipti.

Ortaokulda şiir yarışmasında birinci olunca hediye olarak kitap vermişlerdi. İlk defa kendime ait kitaplarım o zaman oldu. Ömer Seyfettin, Muzaffer İzgü, Kemalettin Tuğcu’dan oluşan otuz kitap. İlk önce nereye koyacağımı bilemedim kitapları. Evin neresine koyduysam eğreti durdu. Akşam babam gelince hemen evin arkasındaki odunluğa gitti. Küçük bir portakal sandığı getirdi. İçini gazete ile kapladı. Çivilerini sağlamlaştırdı. Evin duvarına iyice çiviledi. Getir bakalım kitapları dedi. Kitapları sanki bir kitaplığa dizer gibi dik bir şekilde sandığa yerleştirdi. Ben hemen geriye çekilip kitaplarıma baktım. Sanki dünyanın en büyük kütüphanesi karşımdaymış gibi heyecanla izledim kitapları.

Hediye gelen bu kitaplardan sonra öğretmenimin verdiği ödev için aldığım Refik Halit Karay’ın Sürgün adlı romanı para vererek aldığım ilk kitaptı. Sonra yeni kitaplar, yeni kitaplar derken küçük çaplı bir kitaplığım üniversite yıllarımda oluşmaya başlamıştı. Edebiyat kitaplarının yoğunluğunun yanında birçok türden kitapların da yer aldığı kitaplığıma kütüphane dediğim yıllar ikibinli yılların başına rastlar. Tam da o zamanlar başlamıştı bunların hepsini okudun mu soruları.

Şehirlerin kütüphanelerini gezmeyi, kitaplar arasında dolaşmayı hâlâ çok severim. Kitapçıların etiketli raflarındansa kütüphane koridorlarında kaybolmayı daha gizemli buluyorum.

Evlerde kitaplıklar için ayrılan bir köşeyi görmek çok da mümkün değil. Evin hanımı, yaşam alanı olan evin her köşesini dizayn(!) ederken ne yazık ki kitaplık için nadide bir köşe ayırmayı çok da düşünmüyor. Hatta kitaplığı ev için bir heyula olarak görenlerin sayısı hiç de az değil. Estetik unsur olan figürlü kitaplıklara konan çok satan kitapların oradaki tek görevi eve entelektüel bir dekor vermenin ötesine geçemiyor.

Okunmayan kitapların acısını ancak gerçek okurlar bilir.

İyi bir kitap okurunun en evcil arzusu, okuduğu kitaba sahip olmak ve hatırı sayılır bir kitaplığı olmasıdır. Ödünç kitap almak yerine okuduğu kitaba sahip olmak gibi bir tutkunun sonucunda oluşur kitaplıklar. Sahip olma arzusu, kaynaklara ulaşma isteği, dünyanın en büyük serveti olarak kitapları görmenin en güzel yanı, kitap biriktirme tutkusu gibi birçok sebep kişisel kitaplıkların oluşumunu sağlar.

Bir evin başköşesindeki kitaplık o evin sarılmaz bir köşküdür. Cüssesi ne olursa olsun sırtını duvara yaslamış kitaplık bir evin en sağlam temelidir. Bu atmosferde büyüyen bir çocuğun ciğerleri kitap kokusu ile dolar. Elini kitaplığa uzatan çocuğun ilk oyuncağı kitaptır. Daha okumadan bir çocuğun dünyasına giren kitaplar okudukça yeni kapılar açar çocuklara.

Kitap listeleri, okuma programları, yarışmalar, teşvikler ya da adı her ne olursa olsun kitap adına yapılacak her çalışma, insanın kişisel tarihine düşülen silinmez bir nottur. Okuyor olmak bu çağda dünyaya meydan okumaktır. Bir kültürün parçası olarak kitaplar, bir kişisin elinde taşıdığı en onurlu güç kaynağıdır.

Ciddi bir uğraştır kitap okumak. Geçiştirilerek, kıyıda, köşede, cafede, caddede, otobüste kitap okumayı ancak olsa olsa farkındalık oluşturma anlamında sosyal sorumluluk projesi olarak görebiliriz. Bir film ya da tiyatro izlerken takınılan ciddiyetin kitap okurken de tercih edilmesi kitaba ve ilme gösterilen saygının bir göstergesidir.  

Şimdi sayısı onbinleri bulan kitaplarımın karşısına geçip “Bunların hepsini okudun mu?” sorusunun hakkını vermek için gözüme kestirdiğim bir kitabı daha büyük bir heyecanla raftan alıyorum ve sayfalar arasında sonsuz bir yolculuğa daha çıkıyorum.  

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

BİR-İKİ ERZURUM –II- / Şeref Akbaba
Kutlu Telaş / Mehmet Aksu
Aşkın Gölgesinde Dile Gelenler / İsmail Bingöl
Aforizmalar / Naz
Perde ve Hakikat : Sinema Felsefesi / Abdullah Ömer Yavuz
Tümünü Göster