Mevlid’in Kaynakları

“Dört yüz seneden beri efazıl
Bir söz demedi ana mümasil”
Ziya PAŞA

Süleyman Çelebi’nin şaheseri Vesilet’ün-Necat (Mevlid), şüphesiz hem konusu ve muhtevası hem de edebî yönüyle çok özel bir eserdir. Yazıldığı dönemden itibaren günümüze kadar sürdürdüğü saltanatı, gördüğü önemi ve hiç azalmayan tesiri işte onun bütün bu yönleriyle ilgilidir. Bu durum, karşımıza her şeyden önce ilim, irfan, edebiyat bakımından kendisini çok iyi yetiştirmiş bir ismi çıkarır. Çünkü böyle bir eser, şüphesiz ki böyle bir birikime sahip birisi tarafından yazılabilirdi. İşte bu noktada müellifinin eserini yazarken hangi kaynaklardan beslenmiş olduğu konusunu önemli hale gelmektedir.
Kur’an ve sünnete bağlılık
Konuya bu bağlamda baktığımızda öncelikle şu söylenmelidir. Şair, öncelikle Kur’an ve sünnete, hadislere hâkim bir kimlikle karşımıza çıkmaktadır. İslâm ve özellikle Hz. Peygamber algısının bâtınî ve mesihî yorumlarla bozulmak istenmesi üzerine bu kitabı kaleme aldığı düşüldüğünde onun bu iki temel kaynağa hâkimiyetinin esere nasıl bir özellik kazandırdığı açıkça görülecektir. Kendisinin Bursa Ulu Cami imamı olması da bu kaynaklara hâkimiyetinin açık bir gerekçesini oluşturur. Bu yüzden pek çok beyti bir âyet yahut hadis ilhamlı olarak karşımıza çıkar. Mesela hemen her bölümün sonunda tekrar edilen “Ger dilersiz bulasız oddan necât/Işk ile derd ile idin es-Salât” Beyti doğrudan doğruya “Allah ve melekler peygambere salât ediyorlar; ey iman edenler, siz de ona salât ve selâm okuyun.” (Ahzap,56) âyetinin adeta Türkçe açıklaması gibidir. Yine “Bir kez ol dimek ile oldı cihan/Olma dirse girü yok olur heman” beyti “O, gökleri ve yeri hiçbir şeyi örnek almadan yaratandır. Bir şeyin olmasını istediğinde, ona sadece “Ol.” der, o da oluverir.” (Bakara, 117) âyetinin meali şeklindedir.
Yine kitabın ilk beyti olan: “Allah adın zikredelim evvela/Vacib oldur cümle işde her kula/Allah adın her kim ol evvel ana/Her işi âsân ider Allâh ana/Allah adı olsa her işin önü/Hergiz ebter olmaya anın sonu” Beyitleri “Allah’ın zikri ile başlanmayan hayırlı ve meşru her söz veya iş bereketsiz ve sonuçsuzdur.” (Keşfü’lhafa/827) hadisiyle aynı mana çerçevesinde olan söyleyişlerdir. Eserde bu anlamda pek çok örnek söyleyiş görmek mümkündür.
Eserin diğer kaynakları
Mevlid’in diğer kaynaklarına gelince; eserin konusu Hz. Peygamber olduğu için Mevlid’in en eski kaynakları aynı zamanda bir övgü şiir olduğu için Es’ad Ebû Kerib el-Himyerî, Kâʿb b. Züheyr, Muhammed b. Saîd el-Bûsîrî , Abdullah b. Revâha, Kâ’b b. Mâlik ve Hassân b. Sâbit’nın Hz. Peygamber için yazdıkları şiirlere kadar götürülebilir. Fakat eserde aynı zamanda bir hayat hikayesi de anlatıldığı için asıl kaynakların siyer ve megazi (gazavatnâme) kitapları olduğu söylenilmelidir. Zira Mevlid, bir anlamda bir siyer-i nebi özelliğindedir. Hz. Peygamber’in hayatı, risaleti, miracı gibi onunla ilgili bütün konulara ait hemen her bilgi bu eserde yer almaktadır. Bu anlamda araştırmacıların ısrarla belirttiği kaynak ise Mustafa Darir’in “Siret’ün-Nebi” adlı eseridir. Bu eser, Türk Edebiyatında ilk siyer kitabı olarak kabul edilir. Bu itibarla Darîr, Türk edebiyatı tarihinde o zamana kadar hiç işlenmemiş bir konuda eser vermiştir. Diğer taraftan bu eser, dilimizin ve dinî hayatımızın gelişme safhalarını göstermesi bakımından da önemlidir. Dinî kavramlar, bu sayede Türkçeye girme imkânı bulmuştur. Bu yüzden Türkçe ilk mevlid manzumesini de içinde bulunduran bu eser, başta Süleyman Çelebi olmak üzere daha sonraki bütün mevlid yazarlarına hem konu hem de dil bakımından kaynaklık etmiştir. Başka bir ifade ile Süleyman Çelebi, bu eseri hem konusu hem de dili itibariyle önemli görmüş olmalıdır. Yine Ebu’l-Hasan Bekri’nin “Siyer”i de Çelebi’nin beslendiği kaynaklar arasında anılmalıdır. Bu bağlamda adı anılması gereken bir eser de İbn’ül Cezeri’nin 1396 yılında yazdığı “Zatü’ş-şifa fi Sireti’N-Nebiyyi ve’l-Hulafa” adlı eseridir.
Mevlid’in konuyu sadece ilim bağlamında değil irfan bağlamında da ele alması ise karşımıza başka bir isim çıkarmaktadır. Bu isim İbn Arabî’dir. Eserin fikri zeminini onun anlayışı oluşturmaktadır. Bunu tabi görmek gerekir. Zira Süleyman Çelebi’nin dedesi Arabî’nin “Füsûs’ul Hikem” adlı eserine şerh yazmış bir isimdir. Yine kendisi Emir Sultan çevresinde bir mutasavvıftır. Eserin bilhassa “Nûr-ı Muhammedî” anlayışını esas alması da bu tespiti doğrular.
İrfani kaynaklar
Diğer yandan ise Mevlid, aynı zamanda edebî bir eserdir. Öyleyse müellifin bu anlamda da beslendiği isimler ve eserler olmalıdır. Konuya bu bağlamda baktığımızda ise düşülmesi gereken ilk isim Âşık Paşa ve onun “Garipnâme” adlı eseridir. Gerçekten de bu eserdeki bazı söyleyişler, ya kısmen değiştirilerek veya aynı şekilde Süleyman Çelebi tarafından Mevlid’e alınmıştır. Bunu: Garipnâme’nin “Allah adın eytlüm evvel ibtidâ/Andan oldı ibtidâ vü intihâ” şeklindeki daha ilk beytinden itibaren görmeye başlarız. Yine Garipnâme’deki: “Cümle âlem yog-iken ol var-ıdı/Şöyle eksüksüz ganî cebbâr-ıdı” Beyti Mevlid’de: “Cümle âlem yoğiken Ol var idi/Yaradılmışdan Ganî Cebbâr idi” şeklinde geçer.
Bu konuda sözü edlmesi gereken bir eser de Ahmedi’nin İskendernâme’sidir. Süleyman Çelebi’den iki yıl önce yazılan bu eser 615 beyitlik bir Mevlid bölümü bulunmaktadır. Bu da Ahmedî ile aynı şehirde yaşayan Süleyman Çelebi’nin bu esere ilgi duyduğu, ondan beslendiği sonucunu çıkarır. Ahmed Fakih’in Çarhnâmesi de yine bu anlamda anmamız gereken bir eserdir. Zira Mevlid’de Çarhanâme’dekine benzer ifadeler yer almaktadır. Bu arada o dönemden önce yazılan Gülşehri’nin “Mantık’ut-Tayr”ını, “Gülşennâme”yi ve Yunus Emre şiirlerini de onun okuduğu, bildiği, etkilendiği eserler olarak düşünmek gerekir. Yaratılış, Nûr-ı Muhammedi, Münacaat ve naat bölümlerinde bu etki açıkça görülmektedir.
Mevlid, aynı zamanda Hz. Peygamber’le ilgili o güne kadar yazılmış Esma-i Nebi, Miraçnâme, Hilye, Şemail türündeki eserlerin özelliklerini de taşımaktadır. Bu yüzden müellifin bu türlere dair de bir birikiminin olduğu aşikardır. Mevlid’in bölümleri düşüldüğünde onun bütün bu türlerin özelliklerini kendisinde toplamak gibi bir tarafının da olduğunu söylemek gerekir.
Eserdeki özgünlük
Şüphesiz ki Süleyman Çelebi, burada adı anılmayan başka kitaplardan da beslenmiştir. Fakat, onun bu eserlerden beslenmesini bir intihal yahut taklit olarak görmek doğru olmaz. Aralarında konu, beyit, söyleyiş benzerlikleri olsa bile bu ortak duyarlığın bir sonucudur. Süleyman Çelebi, bu kaynaklardaki anlatımı hem muhteva hem de dil ve anlatım olarak daha üst seviyeye çıkarıp özgün bir eser ortaya koymuştur. Ziya Paşa’nın dediği gibi “Vesiletü’n-Necat, tanziri ve taklidi gayr-ı kabil âsâr-ı makbûleden” bir eserdir. Bu eserin Mevlid türünde bir gelenek başlatıcısı olması ve kendinden sonra yazılacak bu türdeki eserleri etkilemesi onun işte bu özgünlüğü ile açıklanabilecek bir durumdur. Bu yüzden sonradan bu türde eser veren şairler, eserlerinde asıl kaynak olarak Süleyman Çelebi’nin eserini almışlar ve onun pek çok beytine kendi eserlerinde yer vermişlerdir. Süleyman Çelebi Mevlid’in içine bu eserlerden beyitlerin katılması ve varlıklarını ve değerlerini bu şekilde sürdürmeleri elbette onların lehine olmuş ve bu sayede onlar da kalıcı bir değer kazanmışlardır.
Sonuç olarak Mevlid, beslendiği bu önemli kaynaklardan da anlaşılacağı üzere ilim ve irfan ehli, edebî gücü yüksek bir isim tarafından kaleme alınmıştır. Sağlam bir temele sahip olduğu için de asırlar içinde ortak inanç ve kanaatlerin tercümanı olmuş, bunlar gayet sanatkârane şekilde dile getirildiğinden önem ve değerinden hiçbir şey kaybetmeden bugünlere gelmiştir. İşte Mevlid, bütün bu özelliklerinden dolayı her yönüyle olduğu gibi kaynakları itibariyle de ele alınması, değerlendirilmesi, istifade edilmesi gereken bir eser özelliği taşımaktadır.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

BİR-İKİ ERZURUM –II- / Şeref Akbaba
Kutlu Telaş / Mehmet Aksu
Aşkın Gölgesinde Dile Gelenler / İsmail Bingöl
Aforizmalar / Naz
Perde ve Hakikat : Sinema Felsefesi / Abdullah Ömer Yavuz
Tümünü Göster