“ayır tansığını kalbinin sağır zincirlerinden”
behrâm’ın avı mıydı gecenin içindeki katran,
saplanmış bir ok mu sızlar sesimde,
yoksa yara mı, içime doğru akan.
saraylarını taşladık bahçıvanların
ağızlarında söyleşirken zaman
barut kavuran avcıların
mora çaldı gül ve menekşe
zirvesinin eskidiğini duyarken ölülerden bir dağın
gözlerinde çağın yorgunluğunu taşıyan
atı yaşlanmış bir şövalye miydim yoksa
kimsesizliğe açılmış bir kapı mı içim
kırık bir pencereden sızan güneş
gülüşünü vuruyordu zaman mabedinin duvarlarına
yankılandı içimde bir yerlerde, bulamadım
çünkü kimsesizdim,
adımı koyacak bir sevi tadamadım
behrâm ki geceyi avlardı, kiraz bahçelerinde
kanarken göğsümde yağmur taneleriyle
dövülmüş bir safran
içimde yaradır şu soru; büyür durur
bir delinin taş atılmış kuyusu muydum?
kırgın bir dal gibi yürürken içime
cevapsız yoksunluğum.