Âşık Paşa ve Zemin Bir Metin Olarak Garibnâme

İnsan ve insanın hakikatini anlamak, bir bakıma bütün âlemi anlamaktır. Varlığın özü olarak insan, yeryüzünün en çetrefilli sorusudur. Marifet, akıl ve ahlâk üçgeninde insanı doğru yere konumlandırmak, hak ve hakikat aynasında ‘ama’sız, ‘fakat’sız yorumlayıp tanımlamak oldukça zordur. Zira insan, çözülmesi zor bir düğümdür.  Din, felsefe ve psikolojinin teferruatlı bütün analiz ve incelemelerine rağmen insan hâlâ pek çok yönüyle “meçhul”dur. Vahdet perspektifinden bakınca kâinat makro âlem, insan ise mikro âlemdir. Şeyh Galip bunu “Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen / Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen” diyerek veciz bir biçimde özetler.

Kenzi mahfi düşüncesi etrafında insanı tanımak, onun varolma nedenini sorgulamak gerçek anlamda iman ve irfan sahibi kişilerce mümkün olabilir. İnsanın dünyaya düşüşünü ve tekrar dönüşünü ifade eden seyr ü sülûk döngüsüne bağlı tasavvufî anlatılarda kenzi mahfi sembolik biçimde sıkça dile getirilir. Tasavvuf geleneği etrafında oluşturulan her metnin elbette kendince bir ağırlığı ve anlamı vardır. Ancak muayyen dönemlerde yazılan ve farklı özellikleri öne çıkan bazı metinler vardır ki bunlar ayrıca kayda değerdir. Bu metinlerden biri de 1330’da Âşık Paşa tarafından yazılan Garibnâme’dir.

Garibnâme’yi öne çıkaran ve farklılaştıran en önemli özelliği, telif ve kendi devrinin zemin metinlerinden biri olmasıdır. Bu yönüyle kurucu bir metindir. Elbette müellifi Âşık Paşa kendinden önceki büyük mutasavvıflardan- İbn Arabî, Mevlânâ, S. Konevî, Attâr gibi- etkilenmiştir. Tesirlere rağmen Âşık Paşa eserini kendince kurgulamış ve büyük oranda orijinal bir biçimde telif etmiştir.

Âşık Paşa, zor bir dönemde yaşamış ve yazmıştır. Kriz devri diyebileceğimiz Anadolu Selçukları’nın dağıldığı, Osmanlı’nın henüz tam olarak devletleşmediği, Moğol istilası sonrası birliğin bozulduğu, öte yandan doğrudan kendisini de ilgilendiren “Babaî İsyanı”nın etkilerinin hâlâ sürdüğü bir ortamda yaşamış olmanın sıkıntılarını derinden hissetmiştir. Dolayısıyla yaşanan bu kriz yıllarının etkisini Garibnâme’de görmek mümkündür.

Garibnâme,  bütüncül bir bakış açısıyla  irdelendiğinde İslamî düşüncenin sistematik bir biçimde ve sûfî bir kimlikle aktarıldığı görülecektir. Eserde Kur’an ve Hadis’i referans alarak İslam inancını tahkiye yoluyla öğretmeyi amaç edinmiş irfan sahibi bir Âşık Paşa’yı görürüz özetle. Bu bağlamda metodik bir kurguyla eserini 10 (on) bab ve her bab’ı on destana/hikâyeye bölen Âşık Paşa, topluma tahkiye yoluyla ulaşmaya çalışır. Tarihin ilk dönemlerinden bugüne Türk toplumunun en önemli özelliklerinden birisi tahkiyeye yatkınlığı Aşık Paşa da bilmektedir.  Okumaktan çok dinlemeyi – bugün için seyretmeyi- yeğleyen bir toplumuz çünkü. Bunun elbette sosyolojik temelleri vardır; ancak bu apayrı bir araştırma konusudur.

Âşık Paşa, devrinde olmazsa olmaz dillerden Arapça ve Farsçanın yanında İbraniceyi de öğrenmiş mutasavvıf bir alimdir. Garibnâme’deki derinlik ve rikkat dikkate alındığında onun dış dünyayı/kâinatı çok iyi ve doğru okuduğunu söyleyebiliriz. Ona göre kâinat, yani makro âlem, insan için bitirilmesi gereken mutlak bir “hayat okulu”dur. Bu mektepten hakkıyla mezun olanlar hikmet sahibi olur. Aslolan diploma da budur.  İman ve hikmet sahibi olmak, imtihanı başarmaktır. Bu bakımdan kâinat, keşfin ve hayretin ana kaynağıdır.

Garibnâme, içerik yönüyleinsanı ilgilendiren hemen bütün meseleleri ele alan bir eserdir. Günlük hayattan siyasî ve sosyal hayata kadar pek çok konuyu irdeler. Mevlânâ’nın küçük hikâye ve anekdotlarından Yusuf Has Hacip’in nasihatlerine; Edip Ahmed’in öğütlerinden Hoca Ahmet Yesevî’nin hikmetlerine varana dek ciddi bir bilgi, tecrübe ve beslenmenin olduğu görebiliriz. Dikkatle okunduğunda Âşık Paşa’nın “ahlâkçı” bir kimliğe sahip olduğunu fark ederiz. Garibnâme’deki didaktik yapı, yani dikte edici yöntemi onun bu kimliğini öne çıkarır. Bu yönüyle eser, marifetnâme/nasihatnâme örneğidir. Zira Âşık Paşa, ideal ve ahlaklı bir insan nasıl olmalıdır sorusuna kendince cevaplar vermiştir. Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig’indeki her iki dünya saadeti için gerekli olan bilgiye sahip insan’ı, Garibnâme’de ete kemiğe bürünerek rol model bir mümine/alp eren’e dönüşür. Buyönüyle Âşık Paşa’nın normatif değeri önceleyen bir ahlakçı olduğunu söylemek mümkündür.

Âşık Paşa’nın Türk-İslam geleneğine bağlı olarak geliştirdiği tezlerin Osmanlı’ya yön vermiş olma ihtimali oldukça yüksektir.  Garibnâme’de sıkça vurgulanan birlik ve beraberlik fikri, sadece kriz dönemindeki dağılmaya yapılmış bir atıf değil, oluşturulması gereken ideal toplum için bir öneridir. Ortak kültür ve medeniyetin tesiriyle meydana getirilecek toplumun normatif değerleri insanı ve devleti inşa eden genel geçer kurallardır. Baba İlyas’ın torunu olarak “zor bir hayat” süren Âşık Paşa, tefrikadan uzak, dirlik ve düzen içinde bir devlet hayali kurar. O, reyini her anlamda “tevhit”ten yana kullanır. Allah’ın rahmeti birlik içinde olanlaradır. O, ısrarla birlikte rahmet, ayrılıkta azap vardır düşüncesini işler:

“Her işin başı birliktir; birliğe bağlanıp inanmak yiğitliğin en olgun şeklidir. /Birliğe inananlar hedefe ulaştı; ikilikten, fitneden kimse bir şey elde edemedi. /Nerede iki gönül bir olursa, bunlara bak ve onların zengin bir hayat sürdüklerini gör. / Birlik içinde olan üzüntüden uzak olur, böyle kimseler dünyaya sultan olur. Aklım var dersen, birliğe ulaş; çünkü her türlü iyilik ve kutluluk birlikten doğar” (Garibnâme ).

Garibnâme’de toplumun dirliğini sağlayacak olan yegâne kurum devlettir. Devlet’in güç ve kudret sahibi olması, toplumun huzur ve refahı için gerekli bir ön koşuldur. Devlet, bunu sadece maddi güçle değil, manevi bir otoriteyle sağlamalıdır. Bu manevi otoritenin temelini din oluşturur. Âşık Paşa’ya göre din, birlikte yaşamanın çimentosudur. O, erdem toplumunu oluşturan bireylerin manevi kişiliğini, çoğu zaman devletin maddi gücünden üstün tutar. Erdem toplumunda devletin aklıyla bireyin ahlâkı at başı gitmelidir.

Âşık Paşa, Garibnâme vasıtasıyla halkın dinî, tasavvufî ve ahlâkî duyarlılığına zemin hazırlamayı, varlık ve marifet perspektifiyle âdab ve erkân öğretmeyi amaç edinir.  Âşık Paşa dikte edici bir tebliğci olarak “emr bil-maruf ve’n-nehy ani’l-münker”i merkeze alır.  O, hiçbir zaman tek bir zümre veya sınıfa değil, daima bütüne hitap etmiştir. Bu amaçla eserini oluştururken tıpkı Yunus Emre’nin yaptığı gibi sehl-i mümteniyi kullanır. Çünkü söylediklerinin muhatapça anlaşılması önemlidir. Farsçanın revaçta olduğu bir devirde sade bir Türkçeyle toplumun karşısına çıkmak cesurca bir çıkıştır.

Garibnâme, kök düşünce bakımından tasavvuftan beslediği için satır aralarında “varlığın ancak aşkla kaim” olacağını okuruz. Terk-i dünya, terk-i ukba, terk-i terk basamaklarını alegorik hikâye ve anlatılarla süsleyen Âşık Paşa, şuurlu bir eda ile aslında Osmanlı’nın gövereceği mümbit toprağın ilk tohumlarını ekmiştir. İyi ve ahlaklı bir müminin yaşaması gereken rasyonel hayatı betimlerken alp eren tipini model olarak öne sürer. Alp kültürünün İslamî düşünceyle sentezlenip kemale erişmesi ve erenliğe dönüşmesi, bir bakıma müellifin aklındaki/gönlündeki normatif toplumun/devletin yansımasıdır. Bu bağlamda Garibnâme, bir cihan devleti olarak doğacak Osmanlı’yı müjdeleyen kurucu ve normatif metinlerinden biridir.

Akıncı kültürün cihan hakimiyeti mefkûresine dönüşümünü gösteren bu emarelerle artık gaza ve cihat kavramları öne çıkar. Garibnâme’nin dokuzuncu bölümünü alp kültürüne ayıran Âşık Paşa, rol model olarak alp erenin sahip olması gereken hasletleri şöyle sıralar:

“Kanı ol kim ister alplık adını / Almag ister düşmanından dadını

Düşmanın kahr eyleyüp basmak diler / Başını at yanına asmak diler

Gelsün işitsün kim alplık ne-y-imiş / Alplaruñ sermâyesi niçe-y-imiş

Eydeyüm bir bir saña ahvâlini / Kim bilesin alp erenler hâlini

Alplık eylep degmeden ad almadı / Yagıdan korkan durup dad almadı

Zîra kim alplık geñez nesne degül / Kim öñinde cümle düşmân ola kul

Kişi alp olmaklıga âlet aña / Ne gerekdür eydeyüm bir bir saña

Aña elbette tokuz nesne gerek / Evveli şol kim ola muhkem yürek

Ürkmeye hîç nesneden kaypınmaya / Muhkem ola yagı görüp sınmaya

Alp eren oldur kim anuñ yüregi / Ola cümle leşkerüñ ol diregi

Yüregi muhkem kişi oldı dilîr / Yagıya heybet bıragur hemçü şîr

Pes yürekdür alplıguñ ilk âleti / Anuñ-ıla olur alplık hâleti

Hak çü virdi ilk aña muhkem yürek / Pes ikinçi, bâzuda kuvvet gerek

Bâzusında kuvveti olmaz-ısa / Alp olımaz tende güçi az-ısa

Alp erende kuvvet olmak yaraşur / Zîra çok kuvvetlülerle urışur

Bâzuda kuvvet gerekdür elde güç / Yagrını muhkem ola vü bilde güç

Alp eren güçlü gerek kim armaya / Güçsüz olsa alplıgı başarmaya

Alp ere gayret-durur üçinçi hâl / Gayreti olmaz-ısa alplık muhâl

Hamyet olmaz gayreti yok kişide / Görnidur kim ol kişi ne iş ide

Alplıguñ bir âleti hamyet-durur / hamyetüñ aslı nedür gayret-durur

Pes bilüñ gayret-durur yigrek hüner / Alplıgı başarmaya gayretsüz er

Kişinüñ çün yüregi vü güçi var / Hem var anda gayret ü nâmûs u ‘âr

Aña lâyık pes gerek bir at aña / Kim anuñla çapına ol dört yaña

Alplara dördinçi âlet at-durur / Alplara bu at key âlet-durur

Alplıgı er ne’yle eyler at-ıla / Alp ere key at gerek kim atıla

Nitekim hamza binerdi Aşkar’a / Hem binüt olmışdı Düldül haydar’a

Rüstem’ün Rahş adlu atı var-ıdı / Eyle bil kim kendüziyle yâr-ıdı

Pes gerekdür alp ere bir lâyık at / Alplaruñ adın çıkaran bayık at

Añsuzın ura anı bir kem kişi / Kem kişiye basıla muhkem kişi

Pes bişinçi âlet alpa ton-durur / Alpa alplık adını ton bildürür

Tonı oldı biligin daksun bile / Okını vü yayını alsun ele

Alp erenler eline çün yay ala / Alplıgı anuñ cihânda yayıla

Alplara altınçı âlet yay olur / Anuñ-ıla çavı ile yayılur

Katı yay çekmek ü uzatmak ere / Key hünerdür kime kim Tañrı vire

Alp kişi yaysuz yaraşmaz yagıda / Yay-ıla ol niçe dirnek tagıda

Yalñuzın ok yay-ıla alp olımaz / Ok-ıla ol alplıg adın alımaz

Alp elinde yaraşur eygü kılıç / Bige anuñçun degir uşbu kılıç

Pes kılıçdur âletüñ yidinçisi / Oldur alpuñ altunı vü inçüsi

Kılıç üzre and anuñçun içilür / Kim bu kâfir kanı andan saçılur

Gâziler dîni kılıçla açdılar / Kâfir oldur kim kılıçdan kaçdılar

Pes kılıçdur evvel âlet alplara / Kılıç içün mâl virürler alplara

Kılıç oldı, alp elinde süñü yok / Süñü işin işleyimez kılıç ok

Düşman anı görür eydür alp-durur / İmdi aña karşı kankı kalb durur

Süñü sekzinçi âletidür alp erüñ / Pes süñüsi olsa gerek alplaruñ

Cümle âlet oldı bu kez yârı yok / Bile ardınça yorır dildârı yok

Çün kafâdâr olmaya pes n’eyleye / Dört yanını kendü niçe bekleye

Bil ki alplık yalñuz olmaz iy safâ / Nitekim yalñuz degüldi Mustafâ

Hak aña virmiş-idi feth-i mübîn / Anuñ elinde açıldı uşbu dîn

İnnâ fetahnâ leke fethan mübînen (48 /1)

Şol yaranlar kim anuñla var-ıdı / hak yolında kamusı dildâr-ıdı

Pes bu alplık yalñuz olmaz yâr gerek / Yâr-ıçun ol cân u baş oynar gerek

Alplara tokzunçı âlet yâr-durur / Düşmanı yâr kuvvetiyle arıdur

İşbu tokuz nesnedür alp âleti / Bu tokuzsuz olmaz alplık hâleti

Kimde varsa bu tokuz nesne tamâm / Alp adıyla okır anı hâs u ‘âm

Dîn içinde şoldur alplık kim kişi / Nefsini basmak ola her dem iş…” (8487-8553 beyitler).

Âşık Paşa, ezcümle erdem toplumunu oluşturacak fertlerden her şeyden önce sağlam bir yürek, pazu kuvveti, gayreti, iyi bir at’ı kendine özgü bir giyim kuşamı, donanmak ve düşmana karşı koymak için gerekli silah ve teçhizatı ile vefalı ve sağlam bir dostun yanında olmazsa olmaz bir gereklilik olarak hüneri ön şart olarak sayar. Bu hasletler bugün yeniden yorumlandığında hem birey hem devlet için aslında gerekli olan en temel ögeleri saymış olur. İmanla süslenmiş bir yürek, gücü temsil eden devlet otoritesi, her türlü iletişim ve ulaşım aracı, kendi iç dinamiklerinden beslenen, kültür medeniyetini yansıtan bir yaşam biçimi, dosta güven düşmana korku veren caydırıcı güç unsurları ve elbette birlik ve dirlik içinde kenetlenmiş bir toplum özlemini burada okumak mümkündür.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Ne / Yavuz Selim Yaylacı
Dönence / Şeref Akbaba
Masal Ana / Abdülkadir DAĞLAR
Hikmetinden Sual Olunmaz / Emrah Bilge Merdivan
Âşık Paşa ve Zemin Bir Metin Olarak Garibnâme / Salih Uçak
Tümünü Göster