Hayatı
Adı Mustafa, doğuştan görmez olduğundan dolayı kullandığı mahlası ise Darir’dir. Babasının adı Yusuf, dedesinin ise Ömer. Erzenü’r-Rûmî nisbeti, kendisinin Erzurumlu olduğunu gösterir. Doğum tarihini tespit edemiyoruz, ancak hayatının bilinen safhaları on dördüncü asrın ikinci yarısında geçmiştir. Şiirlerinde uzun süre yaşadığına vurgu yapmasına bakılırsa bu yüzyılın ilk çeyreğinde doğmuş olmalıdır.
Mustafa Darir, Melik Reşidüddin zamanında, ilk eğitimini muhtemelen aile ortamında ve çevresinden almıştır. Arapça, Farsça ve dînî ilimleri tahsil etmiştir. Hafızasının kuvveti ile dikkat çekmiştir.
On dördüncü asırda Mısır, Suriye ve Irak sahasını hakimiyeti altında bulunduran Mümlûk Devleti’nde, ordunun ve sarayın dili Türkçe olduğu için Türkçe konuşan alim ve edebiyatçılara değer verilmekte, bu sayede Anadolu ve Türk bölgelerinden gelen çok sayıda ilim adamı burada himâye edilmekte idi. Bu sayede o zamana kadar geliştirilen dînî ve düşünce hareketleri burada harmanlanmakta ve yeni formlar kazandırılarak Anadolu başta olmak üzere sâir müslüman coğrafyasına taşınmakta idi. O zaman Mısır’a giden alimler arasında Ekmeleddin el-Bâbertî (ö. 786/1384) de bulunmakta idi.
Muhtemelen aynı çevrenin insanı olduğu gibi küçüklük ve gençlik çağları Mustafa Darir ile beraber geçmiş olan Ekmeleddin el-Bâbertî, 779/1377 tarihinde arkadaşını Mısır’a davet ederek sultanlarla tanıştırmıştır. Darir Mısır’a gelmeden önce Sultan Melik Eşref öldürülmüş ve yerine oğlu Mansur Ali geçmiştir. Fakat o henüz çocuk denilecek yaşta olduğu için de devletin yönetimi askerlerin atabeyi olan Berkuk’un elindedir. Darir hem sultanla hem de Atabeg Berkuk ile tanışmış, “konuşmalarının bereketiyle sultana yakınlık hâsıl olmuş”, “hâfızasının kuvveti, sözünün tatlılığı, ilminin derinliği, ifadesinin gücü, konuşmalarını şiirle süslemesi ve anlatımlarını sanatlı söylemesi” ile dikkatleri üzerine çekmiş; sevilip sayılmaya ve sohbetlerine rağbet edilmeye başlanmıştır.
Gelenek itibariyle sarayda her akşam yapılan siyer dersleri yapma görevi Darir’e verilmiş, o da bu vazifeyi beş sene îfâ etmiştir. Atabeg Berkuk kendisinden bir siyer kitabı tercüme etmesini istemiş, o da Ekmeleddin el-Bâbertî’nin de işaretiyle başta Ebu’l-Hasan el-Bekrî’nin Arapça kaleme aldığı Sîretü’n-nebî’si olmak üzere sâir siyer kitaplarını tercüme ederek sultanın huzurunda şerh etmiştir. Darir’in sözlü olarak anlattığı, kâtiplerin de yazıya döktüğü, 790/1388’de tamamlanan bu eser yazıya da geçirilerek sultana arz edilmiştir.
Darir Siyer’ini tamamladıktan sonra, muhtemelen birtakım iç siyâsî çekişmelerden de etkilenmiş, ailesiyle birlikte İskenderiye yoluyla Anadolu’ya geçerek Karaman’a gelmiş ve burada kaldığı dört sene zarfında bir taraftan idarecilerle görüşmüş bir taraftan da Mevlevîlik ile olan bağını güçlendirmiştir. 795/1392-93’de Haleb’e giderek Haleb Emiri Melik Çolpan’ın himâyesine girmiş, Melik’in isteği üzerine burada, 795/1393’de de Vâkidî’nin Fütûhü’s-Şam’ını Türkçe’ye tercüme ederek kendisine sunmuştur.
Mustafa Darir, Siyer’ini tamamladığında ileri yaşlardadır. Ardından dört yıl Karaman hayatı ve bilâhare Haleb… Fütûhü’ş-Şam Tercümesi’ni 1393 senesinde tamamladıktan sonra ne kadar yaşadığını kayıtlardan bulamıyoruz. Ancak bu tarihten sonra fazla yaşamadığını varsayabiliriz. Vefat tarihini tam olarak tesbit edemediğimiz gibi, nerede göçtüğünü ve nereye defnedildiğini de ne yazık ki bilemiyoruz.
Darir, evlenmiş ve çocukları dünyaya gelmiştir. Bunlardan birisinin adı Muhammed’dir ancak diğer çocuklarının sayısı ve adı meçhulümüzdür.
İlmî, Edebî ve Tasavvufî Şahsiyeti
Mustafa Darir’in, anadan doğma âmâ olmasına rağmen iyi bir ilim tahsilinde bulunduğu anlaşılmaktadır. Buna rağmen yazdığı eserlerde ilmî bir endişeye sahip olmamış, kitlelere dinin öğretilerini ulaştırmayı ve Hz. Peygamber’i methetmek suretiyle sevgisini gönüllere yerleştirmeyi hedeflemiştir. Onun büyük bir tarihçi, hadisçi veya edebiyatçı olduğunu söylemek mümkün değildir. Buna rağmen o, iyi bir nasihatçi ve ahlâkçıdır. Bildikleri ve düşündüklerini insanların kolayca anlayabileceği şekilde duygulu, tabii ve sade bir üslupla anlatma yoluna gitmiş, çağın ve toplumun idrakine sunmaya çalışmıştır. Zamanının idarecilerine nasihat etmeyi vazife bilerek Kitab ve Sünnet’in buyruklarını yerine getirmek istemiştir. Bunu gerçekleştirmek için de dönemin idarecilerine ve halka, onların anlayacağı sade ve akıcı bir Tükçe ile kitaplar yazmıştır. Menkabeleri, insanları onların doğruluğuna inandırmak maksadıyla aktarmamış, dikkatlerin menkabelerin içerdikleri ahlâkî unsurlara çevrilmesini beklemiş, pratik neticelere ulaşılmasını istemiştir. Darir’in eserlerinin yaygınlığı ve etkisi dikkate alındığında onun iyi bir içtimâiyatçı/sosyal bilimci olduğu görülecektir.
Bazı kaynakların Darir için “Kadı Darir” ifadesine yer vermesi, onun bu pâyeye yükseldiği çağrışımını uyandırmaktadır. Kendi eserlerinde, hakkında verdiği bilgiler arasında böyle bir not tesbit edilemediğinden ve ilk devir kaynaklarında da bu doğrultuda bir bilgiye rastlanmadığından Darir’in kadılığı ihtimalini ihtiyatla karşılamak gerekmektedir.
Mustafa Darir’in doğup büyüdüğü memleketi olan Erzurum’da, on dördüncü yüzyılın başlarında başta Mevlevî ve Kâzerûnî olmak üzere sâir bazı tarikat mensupları halkı irşad etmekteydi. Tasavvufî mahiyeti ağır basan Ahî teşkilatları da buralarda kuvvetliydi.
Mevlânâ’nın torunu Ulu Ârif Çelebi (ö. 710/1320), Erzurum ve havâlisini ziyaret etmiş, idarecilerle görüşmüş ve Mevlevîliğin bu yörede yayılmasına ön ayak olmuştur. Bu dönemde çocukluk ya da gençlik çağını yaşayan Darir de bu atmosferden etkilenmiş olmalıdır. Fütûhu’ş-Şam Tercümesi nüshalarında kendisi için “Darîr-i hakîr Mustafa b. Yusuf b. Ömer el-Mevlevî el-Erzene’r-Rûmî” ve “Şeyh Darîr Ebû Muhammed Mustafa b. Yusuf el-Erzene’r-Rûmî” ifadelerini kullanmasından anlaşıldığına göre Darir, Mevlevî Tarikati’ne intisab etmiş ve belki de bu yolda şeyhlik mertebesine bile ulaşmıştır. Darir’in önemli Mevlevî merkezlerinden olan Karaman’da kaldığı dört sene zarfında bu tarîkat ile sıkı bir münâsebetinin olduğunu varsayabiliriz. Zaten memleketi olan Erzurum’da bu neşve ile temas kurmuş olan Darir’in Karaman’a gelip uzun denilebilecek bir süre kalması ve bundan sonra tekrar Memlûk diyarına gitmesi, daha önce bahsettiğimiz siyâsî nedenlerden başka ya da tamamen o nedenlerden bağımsız olarak Mevlevîlikle olan münâsebetinden kaynaklansa gerektir.
Kanaatimizce Mustafa Darir, önemli Mevlevî merkezi olan Karaman Mevlevîhânesi’nde çile çıkarmış ve burada Mevlevî şeyhliği makamını elde etmiştir.
Darir’in Karaman’a gelmesininin sebebinin siyâsî olduğunu yukarıda ifade etmiştik. Karamanoğlu beylerinin Mevlevîliğe bağlı olmaları ancak Memlûklerle iyi ilişkiler içerisinde olmamaları da, Memlûk Sultanı Berkuk’a karşı bağlılık ve hürmet hisleri içerisinde olan Darir’in tasavvufî eğitimi için Karaman’ı seçmiş olmasında etkili olmuş olmalıdır.
Darir, Mevlânâ’nın Mesnevî’sinden, Feridüddin Attar’ın Pendnâme’sinden, Yunus Emre’den, Şayyad Hamza’dan, Âşık Paşa’dan ve Gülşehrî’den etkilenmiş ve bunları şiirlerine yansıtmıştır.
Mustafa Darir, biri tamamen manzum olmak üzere –Mevlid’ini de bağımsız bir eser kabul ettiğimizde- altı adet eserin sahibidir. İlk eseri hariç diğerlerini yöneticilerin isteği üzerine kaleme almıştır. Siyer-i Nebî’deki manzûmeler toplandığında, başlı başına bir eser oluşturacak keyfiyettedir ve tamamen kendisine aittir. Kıssa-i Yusuf ve Siyer-i Nebî’sindeki manzumeleri ile ele alındığında bir şâir, diğer eserleriyle de bir nâsirdir. Onun ününü artıran asıl çalışmaları mensur eserleridir. Arapça’dan tercüme ettiğini söylediği eserleri, tercümeden ziyâde Darir’in dil ve üslûbuyla yoğrularak yeni telif eserler mahiyeti kazanmıştır.
Mustafa Darir, Türkçe ilk Siyer-i Nebî mütercimidir. Kendisinden sonraki siyerlere kaynak ve örnek olmuştur. Vasfi Mahir Kocatürk’e göre bu eser, Hz. Peygamber’in hayatına dâir yazılan dînî destanların ilk büyük örneğidir.
Darir’in dili sâde, tabii ve sanat endişesinden uzaktır. Konular kısa olup dil bakımından bozulmamış halk dili hakimdir. Anlatım insicamlı ve ustacadır. Üslûp canlı ve akıcıdır. Şekilde, ruhta ve tertipte büyük sanatkârlık yoktur. Şâirliği, nâsirliği kadar başarılı değildir. Ancak çağına göre belli bir sanatlı söyleyiş ve lirizme ulaşmıştır. Nesrindeki başarısı yüzyıllarca kitleler tarafından beğeni ile karşılanmasından da anlaşılmaktadır.
Şiirlerinde “Darir” ve “Darîrî” mahlaslarını kullanmış, bazen de bunun Türkçe karşılığı olan “Gözsüz”ü tercih etmiştir.
Mustafa Darir’i Türk Edebiyatı’nda Siyer ve Mevlid tarzının gelişmesinde olduğu gibi, Türk Edebiyatı’nın gelişmesinde de bir öncü saymak yanlış bir tespit olmasa gerekir.
Eserleri
1. Siyer-i Nebî
Mustafa Darir’in en önemli eseri Siyer çevirisidir. Siyer-i Nebî, Tercüme-i Darîrî ve Takdîmetü’d-Darîrî adlarıyla bilinen bu eser tam bir tercümeden ziyade tercüme-telif türünden bir çalışma olup tamamı beş cilttir.
Mustafa Darir’in Siyer’i, zamanla Osmanlı ülkesinde saray çevresi ve halk nezdinde büyük bir itibar kazanmıştır. Bu değerli eserin Osmanlı’ya giriş hikâyesi, Çelebi Sultan Mehmed ve II. Murad döneminin alim hâmîlerinden Umur Bey’e dayanmaktadır. Umur Bey, 1453 tarihli vakfiyesinde, vakfettiği kitapların listesini de vermektedir ki bu kitaplar arasında altı cilt Siyer-i Nebî ve bir cilt de Türkçe Fütûhu’ş-Şam bulunmaktadır. Bunların, Darîr’in eserlerinin ilk kopyaları veya orijinalleri olmaları muhtemeldir.
Bilâhare Yavuz Sultan Selim tarafından İstanbul’a getirilmiş, Sultan III. Murad’ın emriyle onun döneminde (1574-1595), saray kütüphânesi için eserin resimlendirilerek kopyasının hazırlanmasına başlanmıştır. Sultan III. Murad, 1595 senesi Ocak ayında vefat edince eser yarım kalmış, yerine Sultan olan oğlu III. Mehmed (1595-1603), tamamlanmasını emretmiştir. İçinde, 814 adet tasvir bulunan eser, minyatür ve tezhiblerle süslenerek altı cilt halinde, hattat Mustafa oğlu Ahmed Nuri tarafından istinsah edilmek suretiyle tamamlanarak yeni sultan III. Mehmed’e sunulmuştur.
Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphânesi’nde bulunan bu önemli eserin üçüncü, dördüncü ve beşinci ciltleri mütâreke yıllarında kütüphâneden çalınmıştır.
2. Fütûhu’ş-Şam Tercümesi.
Yukarıdada değinildiği gibi Haleb Emiri Çolpan’ın isteği üzerine yapılan bu tercüme, 1392-93 senesinde tamamlanıp Emir’e sunulmuştur.
3. Kıssa-i Yusuf
Mustafa Darir, bu edebî eserini 768/1367 senesinde manzum olarak mesnevî formunda kaleme almıştır. 2125 beyitten oluşan eserin konusunu Hz. Yusuf’un hayatı teşkil etmektedir. Bu eserin tamamı manzum olup, muhtemelen müellifimizin kaleme aldığı ilk çalışmadır.
4. Yüz Hadis Yüz Hikâye
Mustafa Darir, bu kitabını Fazlullah b. Nâsırü’l-Gavrî el-İmâdî’nin Tuhfetü’l-Mekkiyye ve ahbâru’n-nebeviyye adlı kitabından istifade ile meydana getirmiştir. Tercüme-telif niteliğinde olup hadislerden sonra o hadîs-i şerîfe uygun bir hikâye anlatılmış, zaman zaman hikâyeler uzatılmıştır. Bazı hikâyelerden sonra İmdi Azîz! Diye başlayan, birkaç cümlecik nasihatler Darir’e aittir.
Hatiboğlu Muhammed tarafından nazma çekilen Yüz Hadis Yüz Hikâye, Ferahnâme olarak adlandırılarak önce II. Murad’a, bilâhare Karamanoğlu İbrahim Bey’e ve Candaroğlu İsfendiyar Bey’e takdim edilmiştir.
Mustafa Darir’in Yüz Hadis Yüz Hikâye isimli eseri, Kerderli Mahmud b. Ali tarafından Harizm’de kırk hadis olarak yazılan Nehcü’l-Ferâdis’ten sonra Türkçe olarak kaleme alınmış ikinci, yüz hadis derlemesi olarak da Türkçe yazılmış ilk kitaptır. Hemen akabinde Hatiboğlu Muhammed’in bu eseri nazma çektiğine bakılırsa aynı türden yazılmış sonraki yüz hadislere hatta hikâye ile hadis şerh etme geleneğine kaynaklık ettiğini söyleyebiliriz.
5. Risâletü’l-İslâm
Mustafa Darir’in, Yüz Hadis Yüz Hikâye adlı eserinin bir yazma nüshası Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi Koleksiyonu’nda (nr. 578) yer almaktadır. İki adet risâlenin bulunduğu bu mecmuanın ilki Yüz Hadis Yüz Hikâye olup başından bir varak eksik olan bu mecmuanın ilk 92 yaprağında bulunmaktadır. Bu eserin sonunda istinsah tarihi ve müstensihi kayıtlı değildir. Ancak Mecmua’nın ikinci risâlesinin aynı müstensihin elinden çıktığı kesindir ve 93b-205b varakları arasında yer almaktadır. Bu risâlenin sonundaki kayda göre istinsah tarihi 883/1478 olarak, müstensihi ise Abdullah el-Ma’zûr b. Yusuf b. Murad er-Rûmî olarak kayıtlıdır.
Bu ikinci kitabın müellifinin kimliği hakkında bilgi verilmemekte ancak Arapça’dan Türkçe’ye tercüme edildiği ve isminin de Risâletü’l-İslâm olarak verildiği belirtilmektedir. Girişteki ifadelerden anlaşıldığına göre Yakub Bey b. Yahya Bey adında bir bey, müelliften böyle bir eser telif etmesini istemiş, müellif de ismini vermediği bir kitabı tercüme etmeye karar vererek bu eseri meydana getirmiştir.
Gerek Darir’in Yüz Hadis Yüz Hikâye’si ile birlikte aynı Mecmua içerisinde yazılmasından gerekse dil, üslûp ve eseri hazırlama tarzından, adı geçen eserin Mustafa Darir’e ait olduğu kanaatindeyiz.
6. Mevlid
Mevlid, Mustafa Darir’in müstakil bir eseri olmayıp Siyer-i Nebî’si içerisinde bulunan ve Hz. Peygamber’in doğumunu anlatan manzûmesidir. Gerek türü, gerekse bu tarzın sonraki temsilcilerine etkisi açısından bağımsız bir çalışma niteliği arz etmektedir. Öyle ki; Nihad Sami Banarlı’ya göre, Siyer-i Nebî’nin kıymeti, Türkçe’de ilk mevlid manzûmesi ihtivâ etmesinden kaynaklanmaktadır.
Bu manzûme, üç bölüm ve 55 beyitten oluşmaktadır. Hz. Peygamber’in doğumunu konu edinmiş, üç bölümlü kaside şeklindeki bendler ve tercîi bendlerle tertiplenmiştir.
Türk edebiyatında en meşhur mevlid, Süleyman Çelebi’nin (v. 812/1409) kaleme aldığı Vesîletü’n-Necât adını taşıyan manzumesidir. Bilâhare bir hayli mevlid yazılmıştır. Asırlardır toplumun vicdanında yer etmiş bulunan, meclisleri süsleyen Süleyman Çelebi’ye ait bu mevlid manzumesinin, etkisi altında kaldığı mevlid manzumesi, Mustafa Darir’e ait olanıdır.
Süleyman Çelebi, Mustafa Darir’in vezin ve söyleyiş tarzını değiştirerek âdetâ yeniden inşâ etmiştir. Peygamber Efendimiz’in doğumunu anlatan sözler birbirine çok benzemektedir. Anlatılan vak’a aynıdır; hattâ vak’ayı seslendiren kafiyeler aynıdır. Yalnız vezinler başka, redifler başka ve en mühimi kelimelerin istifi, dizilişi, yani üslûp ve söyleyiş başkadır.
Süleyman Çelebi’nin, mevlidini 1409 tarihinde yazdığına bakılırsa, Bursa Ulu Câmi’de görevli olduğu sırada bu camiye vakfedildiği anlaşılan Siyer-i Nebî’yi görmüş olduğu anlaşılmaktadır. Belki de Darir’in mevlid manzumesi kısa sürede Anadolu ve Balkanlar’a yayılarak akisler uyandırmış; müstakil bölüm hâlinde, beste veyâ makamla söylenip okunmuştur.
Mustafa Darir’in mevlid manzumesi sadece Süleyman Çelebi’yi değil, Mevlid adı altında daha sonra yazılan birçok küçük manzum eserin ilk örneği ve kaynağı olmuştur.