AFORİZMALAR Naz
10121.
kediler dedikoduyu
sevmiyordu
ne giydiğim de
onları ilgilendirmiyordu
…
10122.
Amerikalı yazar Meghan Nuttall Sayres için “gezgin” demek yanlış olmayacaktır. Türkiye, İran ve Orta Asya’yı gezmiş; gezmekle de kalmamış, kültür araştırmaları yapmış bir sanatçı aslında o. Birçok kilimden ilham alan asırlık teknikleri, sembolizmi ve tasavvuf şiirini incelemek için akademisyenler, dokumacılar, boya ustaları ve tüccarlarla bir araya gelerek bilgisini geliştiren bir goblen dokumacısı olduğunu belirtmeliyim. İlk romanı “Anahita’nın Dokuma Bilmecesi” birçok dile çevrildi ve pek çok ödül aldı. Eser, 20. yüzyılın başlarında, İran’da göçebe bir hayat yaşayan bir toplulukta genç bir kızın kendisine uygun bir eş arayışını anlatıyor. Zengin dokulu ve özenle araştırılmış bir kültür romanı. İnatçı, aynı zamanda yetenekli Anahita; bilmecelerini, halılara işlediği desenleri ve öğrenme arzusunu anlayamayacak birisiyle evlenmekten korktuğu için babasını bir yarışma düzenlemesine izin vermeye ikna eder: Bilmeceyi çözen kişi eşi olacaktır. Tam bir doğu masalı tadında yazılmış eser. Talipleri arasında kimler kimler var! İç içe geçmiş ipliklerin ortaya çıkardığı desenler, modern İran mirasının bir parçası olan birçok farklı topluluk ve geleneklerin karmaşık ilişkilerini aydınlatan bir İran portresi sunuyorlar. Romantik, keyifli ve eğitici olan bu kitaptan bir alıntı: “Götüreceği yeri göremesen de rüyanın sana, yolculuğuna güvenmeni söylediğine inanıyorum.”
10123.
Abdurrahim Karakoç, Beşinci Mevsim’de selam göndererek başlıyor: Selamım zor günlerin ışık doğrusu insanlara. Selamım başı kendisine ait olanlara. Selamım ve sevgim dördüncü cemreyi yüreğinde taşıyanlara. (s.3) Ve ilk sırayı Gölge Oyunu’na veriyor şair. “Ben avcı olurum, o ceylan olur/Kovalar dururum kendi gölgemi/Umut toprak olur, dert zaman olur/İp takar sürürüm kendi gölgemi” diyerek başlıyor ve “Kirletirse şayet toprağı, suyu/Göğsünden vururum kendi gölgemi” şeklinde noktayı koyuyor. Şairin varlığını “Unutursun Mihribanım” türküsüyle öğrendim ben. Gülşen Kutlu’nun sesinin kattığı zenginlikle bakın nasıl sesleniyordu bizlere: “Oğlun, kızın olsun hele/Unutursun, unutursun Mihriban’ım” O zamanlar, sözlerin etkisi bestenin kederi sanatçının maharetiydi beni cezbeden. Gerçek hayatın böyle olacağını öngörmem mümkün değildi. Hayat böyle bir şeydi. Biz değildik onu kurgulayan. Bir gün ben de “Canımın Canı” diye yazdım rahmetle anarak Abdurrahim Karakoç’u ve biraz da ne haddime diyerek:
Canımın canısın ey can
Gönlümün sultanı ey can
Bitmez ki bende heyecan
Aşkına talibim ey can
Uzaklardan sesin gelir
Birden yüreğim şenlenir
Seni sevdim Allah bilir
Canımın canısın ey can
Habersizce çıkıp gelsen
Şu yüzümü bir güldürsen
Ömrüm geçti sensiz zaten
Canımın canısın ey can
Unuturum sanma sakın
Kalbimde yazılı adın
Ben seni hiç unutmadım
Canımın canısın ey can
Sabah olur akşam olur
Sanma bu gönül durulur
Yaş alınca unutulur
Canımın canısın ey can
Seni kimler sevdi böyle
İnsafa gel beni dinle
Bekledim hem senelerce
Canımın canısın ey can
Hayat bu su gibi geçti
Başımıza neler geldi
Bitmez fani dünya derdi
Canımın canısın ey can
Bekliyorum beni çağır
Her şeyim hem sana hazır
Bu yürek sende uslanır
Canımın canısın ey can
Bu aşk sana belki ağır
Herkes bilir seni tanır
Söz her şey gizlide kalır
Canımın canısın ey can
Söylemem seni kimseye
Güvenmem hiç el aleme
Saklarım seni içimde
Canımın canısın ey can
Anlatsan seni dinlerim
Tebessümünde yiterim
Çalarsın sen ben söylerim
Canımın canısın ey can
Kapını çalan bil benim
Duyulur duyulmaz sesim
Gidersen eğer özlerim
Canımın canısın ey can
Gelme desen küser miyim
Yollarını gözler miyim
Başım alıp gider miyim
Canımın canısın ey can
Bırakalım lafı sözü
Esirgeme tebessümü
Mutlu yaşasak her günü
Canımın canısın ey can
Artık adım naz’dır benim
Yüreğine yaz isterim
Sakın unutma sevdiğim
Canımın canısın ey can
10124.
İtalyan şair, Floransalı Dante Alighieri’nin yaşarken yapılmış bir portresi olmadığı için ressamlar onu hayallerinde canlandırdıkları şekilde resmetmişler. Çoğu resim birbirinden esinlenerek yapılmış üstelik. Hayatının en değerli eseri olan İlahi Komedya’da, -ki Batı Edebiyatı’nın temel yapı taşlarından birisi olarak kabul edilir- çektiği büyük acılardan bahsettiği için cehennemi görmüş şair olarak kabul edilmiş Dante. Eserin taşıdığı bu öneme rağmen; genel içeriği görece az, hatta çoğunlukla yanlış bilinir. Hakkında çok şey duyulan, ancak tam olarak neyi anlattığı az bilinen her ünlü eserde olduğu gibi, İlahi Komedya’nın neden bu kadar önemsendiği de kimilerince anlaşılmaz bir durum. G. B. Stone’a göre, Dante’nin sadece “Komedya” olarak adlandırdığı eserin “İlahi” sıfatını alışı, şairin ölümünden iki asır sonraya, 1555 tarihine denk geliyor. Venedikli yayıncı, eserin sahip olduğu edebiyat işçiliğinden ve onda uyandırdığı edebi zevkin etkisinden olsa gerek, esere “İlahi” sıfatını uygun görüyor. Yani aslında, Dante’nin “Büyük Katolik Şair” unvanı, kendisine sonradan verilmiş. Erich Auerbach onun gayet dünyevi bir şair olduğunu belirtiyor. Daha da ilginci, Dante ve büyük aşkı Beatrice, bize Leyla ve Mecnun gibi aktarılmışsa da âşıklar yaşamları boyunca sadece iki kere karşılaşmışlar (‘Bu bilgilerin doğruluğu nedir’ diye sormadan edemiyorum.) İşte eserden bir alıntı:
“Denizin orta yerinde düşkün bir ülke
vardır” dedi, “Girit’tir adı,
kralı başındayken altın çağını yaşadı.
Bir dağ bulunur burada, İda Dağı adı,
mutluydu bir zamanlar, ağacı suyu boldu,
eskiyen her nesne gibi, şimdi unutuldu.”
(s.128)
10125.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nden kelimeler:
• banliyö – yörekent
• billboard – duyurumluk
• dart – oklama
10126.
“Musiki Ruhun İlacıdır” denir. Ama bu tedavinin şekli, sınırları, reçetesi nedir pek bilinmez. 1972 yılında, Dr. Sadık Yiğitbaş “Musiki ile Tedavi” isimli eserini yazma kararını belki de bu soruları sorarak aldı. Kitabında Lokman Hekim’in ve güzel sesiyle ün yapmış Davut Peygamber’in tedavi yöntemlerinden faydalandığını yazıyor. Lokman Hekim, hastalarını bitkilerle tedavi ederken Davut Peygamber sesi ve sazıyla şifa dağıtmış. Dr. Yiğitbaş’ın da bir müzisyen olduğunu belirtmeden geçmemeli. Tam 112 eseri inceleyerek ortaya çıkarmış “Musiki ile Tedavi” kitabını. Aynı zamanda, topladığı bilgileri bilimsel belgelere de dayandırmış olması Yiğitbaş’ın görüşlerini kuvvetlendiriyor. Örneğin; 18. asırda ünlü bir fizyolog olan Haller, açık damardan çıkan kanın trampet sesiyle daha hızlı aktığını deneyimlemiş. Alman doktor Dökil de musikinin kan dolaşımını hızlandırdığını ve kalbin gücünü arttırdığını test etmiş. Ve böylece sonraki dönemlerde sadece kan dolaşımı değil, tüm organlardaki musiki etkisi incelemeye alınmış. Konu öyle kapsamlı ki buraya sığdırmak ne mümkün! Eserden bir alıntı: “… musikinin esası ahenktir. Sıhhat de bütün uzuvlar arasında tam bir ahenkten başka bir şey değildir.”
10127.
“Arada bir sınırlarımızı test etmenin, bedenimizin neler yapabileceğini ve nelere dayanabileceğini görmenin iyi bir şey olduğunu söylerdi. Sınırlarını test et. Neye dayanabileceğini öğren. İşte bunu yapıyordum.” (s.206)
Christina Baker Kline’ın “Öksüzler Treni” kitabından bir alıntıdır bu. Kısmen İrlandalı olan yazar, İrlandalı bir kız çocuğunu öksüzler trenine götüren koşullar karşısında onun sessiz kalışı hakkında yazmaya karar verir. Kline’ın asıl amacı ise kontrolümüz dışındaki travmatik olayların hayatımızı nasıl şekillendirip tanımlayabileceğini yazmak istemesidir. İnsanın bütün hayatı aslında kontrolü dışında değil midir? “Şunu yapmaya ben karar verdim” diyebileceğiniz ne var meselâ geçmişe baktığınızda? Bulabilirseniz lütfen haber verin.
10128.
her işte var diye bir hayır
insan sessiz kalır
…