Kişiyi olduğu yerden alıp ötelere taşıyan, kişiye farklı konum ve farklı zaviyeler kazandıran ana metafor: yol. Yolda olmak maddi ve manevi bir dönüşümdür. Yolda olmak; kendini gerçekleştirme, tanıma ve bilme yolculuğudur. İnsan var olalı en nadide tekâmül araçlarından biridir, yol. Kültürümüzde “yolda olmak” ifadesi, hakikatin peşinde olmak yahut nefsin kemâl ve huzur bulmasıyla eş anlamlıdır.
Yolda olmak, elinde bir harita olmadan yol almak demektir. Harita da pusula da gönlündedir. Hal böyle olunca ne durmaya, ne de duraklamaya vakit var, yolun götürdüğü yere doğru sürekli hareket gerek karınca misali… Arada bir durulmak için durmalı, bir tahiyyat miktarı, dört elif miktarı…
Simurg hikâyesi de bu durumu özetleyen güzel bir misaldir. Yol, yürünmeden bilinmez. Yolculuğunun hedefini belirlemeyen kişinin yolculuğu uzun sürebilir. Yolculuğun mahiyeti bazen bilinmeyebilir; gaib olan bir yol, meçhul olan bir mesafe… Ama hedef her zaman sarih olmalı, bilinir olmalı.
Yola çıkmak, talep etmektir. Kişi için talebinden fazlası yoktur. Ey Tâlib! Her şeyini bırakıp yola düş, yol seni varman gereken yere götürecektir. İlk adım bir başlangıçtır, hem kendini hem ortamı keşfetmeye… Devamlı yol alma halinde ol, çünkü hayat harekettir. Bunu idrak etmeli, madem dünya büyük bir mezarlık, mezarımızın nerede olduğunun bir önemi var mı? İnsanoğlunun yolculuğunda temel sebep arayıştır. Aramak değerlidir. Çünkü aramak bulmak gibi bir gayeye matuf. Aramak aktif, beklemek pasiftir. Godot beklenir, Simurg aranır. Bulanlar hep arayanlardır.
Yolcu, yolu belirler, yolu yol kılar, yol eder ve yürür. Yolda olana yolcu denir yürümeyip yol üzerinde oturuyor olsa da. Çünkü hareketi zaman belirler. Zamanın olmadığı yerde hareketin anlamı yoktur.
Yol kelimesinin içinde çok mana vardır. Yol, meşakkattir. Zorlayan, terleten, sıkıntıya sokan bir yanı vardır hep. Maksuda, yani hedefe varmak için yol da olmak gerekir. Belirlenen hedefe ulaşınca belki yepyeni ve zorluk seviyesi çok daha yüksek yeni hedefler belirecektir. Bu sebeple yollarda birçok menzilin bulunması muhtemeldir. Asıl menzili maksuda vardığında yol sonlanmış olur. O mekânda ise artık ne yoldan ne yolcudan bahis açmaya gerek kalmaz. Yol, bazen ayrılığın başlangıcı, bazen vuslatın vesilesi… Yol, bazen acı, bazen keder, bazen mutluluk, bazen ayrılık, bazen kavuşma… İç dünyamızda ve dış dünyamızda bir yolda olmuyor muyuz sürekli? Bir yola çıkıyoruz daha doğmadan; bu yola hayat yolu diyoruz, Attila İlhan’ın dediği gibi.
anamdan yolcu doğmuşum,
yedi dağın yolları kalbimden geçer,
salkım salkım mısralar gelir içimden,
dudaklarımda yağmur damlaları,
alır beni yollar, beni alır gider…
Güzergah, rota, tarikat, mezhep, şeriat, isra, patika, cılga… Kültürümüzde pek çok yol çağrıştıran kelimeler vardır. Menzili maksuda ulaştıran yollar da çoktur elbette. ‘Allah, onunla rızası peşinde olanları selâmet yollarına (subül’es-selam) iletir ve onları izniyle, karanlıklardan aydınlığa çıkarıp kendilerini dosdoğru bir yola iletir.’! Bizzat Kuran’da yolların çokluğundan bahsedilir.
‘Bizim uğrumuzda cihad edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza(subulena) ileteceğiz. Şüphesiz Allah, mutlaka iyilik yapanlarla beraberdir’ (Ankebut, 69). Bu iki ayette kelimenin çoğul gelmesi bize kimsenin ‘yolum tek hak yoldur’ deme lüksünü ortadan kaldırıyor. Şeriat kelimesi, geniş cadde anlamında kullanılıyor. Cadde-i Kübra. Tarikat kelimesi yollar anlamında, mezhep aynı şekilde. İsra bir yürüyüştür gece yapılan, hicret bir yürüyüştür bir ucu devlete çıkan, miraç bir yürüyüştür bir ucu Rabbe ulaşan.
Türkçede kullanılan ‘yola düşmek’ de çok güzel bir deyimdir. Yola düşmek kaderin cilvesidir, hatta kaderin kendisi. Yola koyulmak ise iradenin kendisi. Bir küllî irade, biri cüzi irade. Yolun sağı solu uçurum. Yol bilinmeze, yabana savrulmamızı engeller, ama savrulma varsa da yol yerindedir. Asıl yolcu, yolun götürdüğü yere gidendir. Bu sebeple Cahit Zarifoğlu şöyle der:
Allahım
Yol boyunca
Bırakma elimi
Düşerim sonra
Seriyye, cihad, gazve hepsi birer yürüyüş, hac bir sevdanın yürüyüşüdür. Nitekim Halil Cibran: “Aşka yol çizebileceğinizi düşünmeyin, çünkü aşktır size yol gösterecek olan, sizi kendine layık bulursa eğer.” derken Amin Maalouf: “Yol kimi zaman masallarla bezenir, tıpkı uykunun düşlerle bezendiği gibi; ama menzile ulaşıldığında gözleri açmak gerekir” ifadelerini kullanır.
Hz. Peygamber’in “Dünyada sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol” (Buhari, Rikak,3) hadisi de dikkatimizi çekmelidir. Yusuf Has Hacib’in: “Yola çıkan insan yol üstünde evini yapmaz; göç eden kimse de eşyasını evde bırakmaz.” deyişi bu durumu çok güzel açıklamaktadır. Bu sebeple ruhsal türbülanslar yaşamamak için bir daha kutlu yolcunun nasıl davrandığına bakalım. Şöyle ki üzerinde uyuduğu hurma yaprağından örülmüş hasırın vücudunda izler bıraktığını görenler, hasırın üzerine yumuşak bir şeyler sermeyi teklif ettiğinde Hz. Peygamber: “Benim dünya ile ilgim ne kadar ki? Ben bu dünyada bir ağacın altında gölgelenen, sonra da oradan kalkıp giden binitli bir yolcu gibiyim” (Tirmizî, Zühd 44) buyurmuştur.
Bir yol ki dostlar, çıkıp da dönülmeyecek cinsten. Yolculuklar, gizem dolu yollardan geçer. Ve yolcu yanında yalnız hüznünü taşır. Her menzil geride bırakılacak istasyonlardır. Yüzünü güneşe dönüp yol alan gezgin, sabahı hep yakınında yaşar. Bir adım daha atıp yakalamak zorunda kalacağınız hiçbir yerleşik doğru yoktur yollarda. Menzili maksuda Yunus gibi yane yane yürümek gerek. Ve sözü şiire, Yaşar Bedri’ye bırakarak bitirelim.
her sezgi yol düşü her ölüm yolculuk hali
Ömür yolda küçük bir mola. Dünyanın kendisi bir mola yeri değil midir zaten inancımızda?