Al karısı, şimdilerde unutulan hikayecimiz Şevket Bulut’un bir hikayesine verdiği isimdi. Varlığıyla pek ortalarda gözükmeyen, ama annelerin çocuklarını korkutmakta, uzak durmasını istedikleri mekanları mühürlemekte kullandıkları bir kahramandı. Uyumayan çocuklara “al karısı geliyor” ya da bulunmasını istemedikleri mekanlara” burada al karısı var” diyerek kota koyarlardı. Büyüyen çocuk, korkutulduğu ortamlarda bulunduğu vakit, bunun bir araç olduğunu ve gerçekliğinin olmadığını bilmesine rağmen, üzerine çullanıp kendisine zarar verecek bir mahlukatın varlığını hissederdi. Bilhassa geceleri, kendisine yasak getirilen bölgelerden geçerken, hangi yaşta olursa olsun bu korkuyu yaşardı. Al Karısı’nın nesebi belli değildi. Yaratılmışların hangi türüne girer, şekli şemaili nedir, ne tür zararlar verir bunlarda bilinmezdi. Babadan oğula aynı fobiler taşındığı için ölümlü de değildi. Dahası ne göreni ne de tanıyanı vardı. Umacı ve öcü de bir başka versiyonudur al karısının. Korku ekilen yürekler, korkutuldukları şeyin göreni- bileni olmuş mudur onu da soruşturmazlar. Bir gerçek var ki, efsane nesilden nesile devam eder, nüfuzunu kolay kolay kaybetmez.
Korkutulan birey ve toplum kendi çıkmazlarının kurbanı olur çoğu kez. Sindirilmiş, pasifleştirilmiş, aksiyon ve reaksiyonu kilitlenmiş, iskelet haline getirilmiş, artı ve eksilerini hesap etme yetisini kaybetmiş, kendinde varolanı ortaya koyma yeteneğini yitirmiştir. Korku sendromu her haliyle devam etmektedir ve korkulanlar çoğu kez tanınmamaktadır. Korkunun kahramanları her zaman efsane olmayı yeğlemiş, kimliklerini ibraz etmekten kaçınmışlardır. Onlar üretmekte mahirdirler ve korkuttukları şey neyse onunla vardırlar. Köreltmek, yok etmek adına işlettikleri formüller vardır ve demode olduğunda yenilerini ortaya koymakta da pek gecikmezler. Gücü elinde bulundurmanın fonksiyonu, korkuları dalgalandırarak devam ettirir. Sebeplerden çok sonuçlar onları ilgilendirir ve varlıklarını bina ettikleri bu gizemi kaybetmek istemezler. Medeni cesaretin ön plana çıktığını gördüklerinde, meşruiyet tartışmasını başlatır, cesareti yıldırım hızıyla yok etmeye çalışırlar. Çağdaş dünyada bunun örneklerini sıralamamıza, korku malzemelerini saymamıza da gerek yok sanıyorum.
Bu ülkenin aydınları, siyaset adamları, bürokratları, bilim adamları, sivil örgütleri, iş adamları…Hasılı her kesimden insanı, cesaretlerini kıran ve üretkenliklerine gem vuran ne varsa kanunlar ve kurallar çerçevesinde mücadele etmeli, korku yerine moral, ümit ve yarın aşılamalıdırlar. Bu güne kadar ön planda olan ve toplumsal dokuya fayda yerine zarar veren ne varsa onu yok etmek için çalışmalıdırlar. Dış dünyanın tanımları, dayatmaları ve korku değnekleri, bu milletin değerleriyle ölçülemeyecek kadar küçük ve acizdir. Tarihimizi, kültürümüzü, inancımızı ve bu meyanda insanı yüce tuttuğumuz zaman, korkutulan olmaktan kurtulacağız. Yeter ki biz, kendi içimizde korku kuleleri kurmak sevdasından vazgeçelim.
Bu Sayının Diğer Yazıları
Dördüncü Cemre / Özcan ÜnlüKor / M. Ali Garip
Al Karısı / Ay Vakti
Ölüler Şarkı Söylemez / Nurettin Durman
Dolunay Zamanı / Şeref Akbaba
Tümünü Göster
Gün Aşırı
- İlk Adım
25 Nis 2018
Allah’ın adıyla Şairin anlamlı beytiyle giriş yapmak istiyoruz: “Erişir menzili Devamını Oku…
Cuma Akşamı
- Bana Sevdamı Geri Ver
25 Nis 2018
Kim, neyi kaybettiyse onu arıyor. Kıymet arz eden ve kendi Devamını Oku…