Sanatçı, hayatı yeniden yorumlayan ve farklılığıyla ebedi olmayı başarandır. Yaşadığımız bu gökkubbede hoş bir seda bırakmak, mirasların en güzeli belki de. İşte bu güzel mirası geride bırakan ender insanlardan biri de Ali Şîr Nevâî’dir. Kimi sanatçılar bir eserle kalıcı olurken Nevâî, geride koca bir dil bırakarak ebedileşmiştir. Çağatay Türkçesinin -modern Özbekçe ve Uygurcanın- kurucusu olarak kabul edilen Nevâî, sadece sanatçı kimliğiyle değil; devlet adamlılığıyla da dikkatleri üzerine çekmiştir.
Nevâî, millî bir dilin temellini atarak Türkçenin edebiyat dili olması için çaba göstermiştir. Yaşadığı dönem ve şartlar itibariyle Farsçanın rağbet görmesine ve kendisinin de bu dili iyi derecede bilmesine rağmen Türkçeye yönelmesi ve Türkçe şuuruyla eser yazması; ancak milli bir dil ve kimlik inşa etme gayesiyle açıklanabilir. Yazdığı eserlerden onun Türkçe sevgisini görmek mümkündür. Nevâî, Türkçe ve Farsçaya hakimiyeti dolayısıyla “zü’l-lisâneyn” olarak anılmıştır. Küçük yaşlarda özellikle Nizamî ve Molla Cami etkisiyle Farsça olarak başladığı edebi çalışmalarını daha sonra sadece Türkçe olarak devam ettirmiş ve Türkçenin Farsçadan daha zengin bir anlam ve ifade dünyasına sahip olduğunu uygulamalı olarak göstermiştir. Neredeyse yazdığı her eser, bunu ispata yöneliktir. Bu bağlamda spesifik olarak kaleme alınan Muhâkemetü’l-lugateyn’e özelde bir parantez açmak gerekir.
Muhakemetü’I-lugateyn eserinde Farsça ve Türkçeyi karşılaştıran Nevâî şunları söylemektedir: “…Bu sözlerimden Türk olduğum için, Türkçeyi övmekte aşırı davrandığım, Farsça ile de ilgim az bulunduğundan bu dilin eksiklerini belirtmekte ileri gittiğim sanılmasın. Fars dilini incelemekte hiç kimse benim kadar derinliklere inememiştir ve bu dildeki doğrunun yanlışın kaynaklarını görememiştir. Farsça olarak okumadığım divan kalmamış gibidir. İşte bunca sağlam deliller ve şahitliklerle hem Türkçe hem Farsça için sanatta, edebiyatta, şiirde bilgim ve maharetim anlaşıldıktan sonra, hangisini hangisine üstün tutsam herkesin inanmaktan başka elinden bir şey gelmeyecektir. Öyle delillerim vardır ki onları burada uzun uzun yazıp anlatmak bir risale için fazla gelir. Ancak özet olarak Türkçeyi Farsçadan üstün ve ileri bulmuş olmam, kuru bir zan yahut zayıf bir kanaat değildir. Gerekçeleri sağlam olan bir tespittir…” (Köktekin,2002).
“Halka halkın dili ile hitap etmeli” düşüncesine sahip olan Nevâî, Türkçe yazma konusunda nerede durduğunu açıkça ifade etmiştir. Türkçenin canlı ve dinamik yapısı üzerine teorik bilgiler veren Nevâî, bununla yetinmemiş her bir eseriyle adeta bu teoriyi uygulamaya koymuştur. Kim için yazmalı, nasıl yazmalı, hangi dilde yazmalı? gibi sorular, kadim tartışmalar arasında daima kendine yer bulmuş mevzulardır. Bu mevzularda ispata ve uygulamaya dayalı teorik eserlerin ışığında kuram geliştirebilmek önemlidir. Nevâî, dil ve edebiyat bağlamında kuram ve uygulamayı başarmış ender bir kişiliktir.
Türkçe hassasiyetini bir diğer eseri Leyla ile Mecnun’da beliğ bir şekilde ortaya koyan Nevâî, kendi döneminde Farsça nüktelerin revaçta olduğunu, Türkçe söyleme zevkinin -belki de şuurunun- az olduğunu ifade eder. Şiir dilinin Farsça olması, meclislerde sanat bağlamında Fars dilinin önde olmasını yadırgayan Nevâî, kendi eserini – Leyla ile Mecnun’u- Türkçe yazdığını, eserinin ününün dünyaya yayılacağını öngörür:
Çün Farsî erdi nükte şevki / Azrak idi anda Türk zevki
Ol til bile nazm boldı meIfûz / Kim Farsî anglar oldı mehzûz
Men Türkçe başlaban rivâyet / Kıldım bu fesâneni hikâyet
Kim şöhreti çün cihanga tolgay / Türk ilige dagı behre bolgay
Niçün ki bukün cihanda etrâk / Köptür hoş-tâb u sâfi-idrâk.
Nevâî, çocuk denecek yaşta şiir yazmaya başlamış ve bunları çocukluk, gençlik ve olgunluk yıllarına göre isimlendirmiştir. Kendi divanlarını bizzat tertip eden Nevâî, ayrıca Farsça bir divan da kaleme almıştır. Nevâî, ilk yazdıklarıyla önce iki divan, daha sonra yeni yazdıklarını da katarak bu ilk iki divanı dört ayrı divan haline koymuş, yaşlılık çağında ise hepsini tek ad altında bir araya getirmiştir.
Nevâî, divanları ve Muhakemetü’I-lugateyn adlı eserleri dışında hamsesiyle tanınan bir sanatçıdır. Mesnevi geleneği içinde önemli bir yere sahip olan şairin kaleme aldığı eserler şunlardır:
1. Hayretü’l-ebrâr, Nizâmî’nin Maḫzenü’l-esrâr’ı ile Emîr Hüsrev’in Maṭlaʿu’l-envâr’ı ve Câmî’nin Tuḥfetü’l-aḥrâr’ına nazîre olarak 888’de (1483) kaleme alınmıştır. 4000 beyit civarında olan mesnevi iki kısım halinde altmış dört bölüm olarak tertip edilmiştir. Yirmi makaleden meydana gelen ikinci kısım, eserin ağırlık merkezini teşkil eder. Mesnevi, aruzun vezniyle yazılmıştır. Eser Taşkent’te Parsa Şemsiyev tarafından yayımlanmıştır (1958-1960). Ahlaki bir karakter taşıyan bu eserde, dinin başka konuları, ahlaki meseleler ve yaşadığı çağın toplumsal hayatı anlatılmaktadır.
2. Ferhâd ü Şîrîn, Nizâmî ile Hüsrev-i Dihlevî’nin aynı addaki eserinden ilham alınarak yazılan bu mesnevi 889 (1484) yılında yazılmıştır. Mesneviyi diğer Hüsrev ü Şîrîn’lerden ayıran özellik, ağırlık merkezinin yani hikâyenin Hüsrev yerine Ferhad üzerinde kurulmasıdır. Ferhad, Nevâî’nin mesnevisinde alelâde bir karakter olmayıp Çin hakanının oğludur. 5780 beyitten ibaret olan mesnevi, Parsa Şemsiyev ve Hâdî Zarif tarafından Arap harfleriyle (Taşkent 1963), Gönül Alpay tarafından da inceleme ve edisyon kritikli metin halinde yayımlanmıştır (Ankara 1965).
3. Leylâ vü Mecnûn, Bu eser, Mecnûn u Leylâ olarak da bilinmektedir. İran edebiyatında ilk defa Nizâmî tarafından ele alınan bu konu daha sonra Hüsrev-i Dihlevî tarafından da işlenmiştir. Nevâî bu mesneviyi yazarken her iki müelliften de faydalanmıştır.
4. Seb‘a-i Seyyâre, 889’da (1484) yazılan ve 5000 beyit civarında olan bu mesnevi elli bölümden meydana gelmiştir. Bu hikâyeyi ilk defa Firdevsî Şehnâme’de işlemiş, daha sonra Nizâmî Heft Peyker, Emîr Hüsrev de Heşt Bihişt adıyla kaleme almıştır. Eser Parsa Şemsiyev’den başka Hâdî Zarif tarafından Ali Şîr Nevâî, Seb‘a-i Seyyâre ismiyle Özbekistan Fenler Akademisi yayını olarak (Taşkent 1956), Hamid Araslı tarafından da Yedi Seyyâre adıyla Bakü’de yayımlanmıştır (1947). Konu, Behram’ın güzel cariyesi ile olan macerasıdır.
5. Sedd-i İskenderî, Beyit sayısı 7000’i aşan hamsedeki bu son mesnevi 890’da (1485) yazılmıştır. Buradaki konu Nevâî’den önce Firdevsî, Nizâmî ve Hüsrev tarafından işlenmiş, Câmî tarafından da Ḫırednâme-i İskenderî adıyla kaleme alınmıştır. Ancak Câmî eserini, Nevâî’nin eserini tamamlamasından sonra bitirmiştir. Nevâî bu eserinde İskender’i bir Türk hükümdarı gibi tasavvur etmiş ve onun şahsında Hüseyin Baykara ile oğlu Bedîüzzaman’ı anlatmıştır.
6. Lisânü’t-tayr. Nevâî’nin Hamse dışında kalan mesnevilerindendir. 3553 beyitten meydana gelen eserde Nevâî Farsça şiirlerindeki Fânî mahlasını kullanmıştır. Konu Attâr’ın Manṭıḳu’ṭ-ṭayr adlı eserinden alınmış olmakla beraber birçok değişiklik ve ilâveler yapılmıştır. Attâr’ın hikâyesindeki on kuştan sekizinin alınmasına karşılık onda bulunmayan altısının daha ilâvesiyle eserde rol alan kuşlar on dörde çıkar. Nevâî, eserin başında küçük yaştan beri bu eseri Türkçeye çevirmek istediğinden bahseder. Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi, Revan Köşkü 803’teki nüshada dört divan yazdıktan başka pek çok da eser vücuda getirdiği halde Manṭıḳu’ṭ-ṭayr adlı eserin tercümesini aklından bir türlü çıkaramadığını, nihayet altmış yaşına girdiğinde bu eserin tercümesine başladığını ve her gece kırk-elli beyit yazdığını anlatır. Yaşı ile ilgili ifadesinden eserin 904 (1499) tarihinde yazıldığı anlaşılmaktadır. Mesnevi Özbekistan Fenler Akademisi tarafından yayımlanmıştır (Kut, 1989), (Adıgüzel, 2002).
Siyaset ve Devlet Adamlığı
Hüseyin Baykara ile Ali Şîr Nevâî, klasik Çağatay edebiyatında Nevâî-Baykara devri diye anılan bir dönem açmışlardır. Hüseyin Baykara Hüseynî mahlasıyla Çağatayca ve Farsça şiirler yazmıştır. Ali Şîr Nevâî gibi Çağatay dili ve edebiyatının klasik seviyeye ulaşmasında önemli rol oynayan Hüseyin Baykara’nın bu şiirleri devrinde şairlerin beğenisini kazanmıştır. Nitekim Ali Şîr Nevâî Mecâlisü’n-nefâis adlı eserinde Baykara’nın şair kişiliğini övmüştür. Baykara meclisi’nin müdavimlerinden biridir Nevai. Onun hem yakın dostu hem de bürokratıdır.
Nevâyî bir siyaset ve devlet adamı olarak çeşitli görevlerde bulunmuş, bu alandaki zorlu hayatının sonuna kadar zengin bir birikime, tecrübeye sahip olmuştur. Nevâyî yaşadığı çağda adaletsizliklere karşı mücadele etmiştir, aynı zamanda bu konuları eserlerinde işleyerek toplumsal görevini ifa etmiştir. Şahıs olarak topluma örnek olan şair, eserlerinde insani ve toplumsal meselelere yer vererek bunların çözümü için düşüncelerini ileri sürmüştür. Hayatının sonlarında kaleme aldığı son eser Mahbubu’l-Kulub (Gönüllerin Sevgilisi) adlı eserinde bu birikim ve tecrübelerini bir araya getirir. Eserin yazılış amacını giriş kısmında aşağıdaki gibi belirtir: “Her yerde koşturup durdum ve insanların her çeşidiyle karşılaştım. İyinin de kötünün de neler yapabileceklerini bilmekteyim, kötünün de iyinin de hasletlerini tecrübe ettim. Hayır ve şerden zehir de tatlı da göğsüme ulaştı ve cimriyle cömertin zahmetiyle merhemini gönlüm kavradı. Zamanımızda yaşayan bazı dostlarla dünyada yaşayan bir kısım ahbap bu durumlardan habersiz ve gönülleri de bu hayır ve şerden etkilenmemiştir… Böyle olan dostları ve ahbapları uyarmak ve onları bu durumlardan haberdar etmek istedim. Her tür insanın ve meslek mensubunun hasletleri hakkında bilgilerinin olması ve toplumun her tabakasının durumlarından haberleri olması gerekli görüldü. Ola ki uygun kişilerin hizmetine koşarlar ve uygun olmayan kişilerin sohbetinden uzak durmayı gerekli görürler, herkesle gizli sırlarını paylaşmazlar ve insan kılığındaki şeytanların hile ve aldatmasından oyuna gelmezler, her çeşit insanın sohbet ve özel durumuna heves etmek yerine bu fakirin tecrübelerini tercih ederler. Bu yazılanların sevimliliği kalplerce hissedildiği için adı Mahbûbu’l-Kulûb konuldu.
Eserin birinci kısmında; çeşitli insanların durumlarının ve fiillerinin nasıl ve neler olacağı, ikinci kısım; güzel fiiller ile kötü huyların neler olduğu, üçüncü kısım; bunların dışında kalan çeşitli yararlı durumlarla meseller ve açıklamalardan oluşmuştur. Okurun dikkatle, titizlikle ve değer vererek okumasını bizzat Nevâî istemektedir. Birçok eserinde olduğu gibi burada da toplum sıkıntılarıyla dertlenir, bunlardan mustarip olduğunu vurgular, insanlığa yakışan erdemleri över, insanlığa uymayan ahlaksızlıkları eleştirir. (Boltabayev, 2021).
Kaynakça
Adıgüzel, S. (2002). Ali Şir Nevai, Yaşamı, Edebi Kişiliği, Eserleri. A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 109-115.
Boltabayev, S. (2021). Ali Şir Nevâyî’nin Toplumsal Meselelere Kritik Analitik Bakışı. 3rd International Symposium on Critical Analytical Thinking (s. 422-427). Ankara: Academic Platform.
Köktekin, K. (2002). Ali Şir Nevai’nin Türkçeciliği. A. Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 117-121.
Kut, G. (1989). Ali Şir Nevai. TDV İslam Ansiklopedisi (s. 449-453). içinde İst.: İSAM.
Nevai, A. Ş. (1996). LeyIi vu Mecnun. (Ü. Çelik, Dü.) Ankara: TDK.