Çınar Ağacı

Yaz mevsimi. Sıradan bir ikindi vakti.
Günbatımı; pencerelerde, duvarlarda, ağaçlarda, evlerin kırmızı kiremitli çatılarında oyalanıyor.
İçten içe sararıyor bu saatte; insanlar, evler, eşyalar…
Yorgun gölgeler, boylu boyunca uzanıyor sıcak taşlara,
Caminin bahçesindeki Çınar ağacının gölgesinde serinliyor, birkaç ihtiyar.
Şadırvanın etrafında dinleniyor, gün boyu kanat çırpan kuşlar.
Günün tüm sıcağını emen evlerin, taşlıklarını yıkıyor kadınlar.
Yanlamasına vuran güneş, huzurlu badem dalları, kupkuru toprak…
Annem mutfakta. Beline bağladığı önlüğü nemli. Kollarını dirseklerine kadar sıvamış. Başında kenarları oyalı yemenisi.
Yaz türlüsü yapmış. Yanına cacık. Kabak da kızartıyor. Bir türkü mırıldanıyor.
Kızarttığı kabakların cızırtısını bastırıyor türküsü.
Halam odasında. Pencerenin önündeki divanda oturuyor.
Yeni yıkanan tül perdeler, hafif hafif esen rüzgârla dalgalanıyor. Lavanta kokusu dolduruyor odayı.
Odanın aralık duran kapısından tatlı bir serinlik yayılıyor hole.
Halam ağrıyan bacağını uzatmış. Bir eliyle dizini ovuyor. Diğer elinde kehribar tespihi. Üzerinde namaz elbisesi. İkindi ezanını bekliyor.
Sokak kapısı açılıyor. Babam giriyor içeriye.
Kâğıdın kokusu, eski kitapların tozu sinmiş üzerine.
Gülümsemesinin üstü gölgeli. Konuşsa; topak topak olmuş keder dökülecek ağzından.
Üzülüyor, sonu denize çıkan daracık yokuşun başındaki sahafa.
Gelen giden iyice azaldı. Eski kitaplarımın yorgun gözleri hep yollarda…
Annem de geçenlerde evde küskün küskün dolaştı. Gelinken alınan dikiş makinesini sattı sonunda.
Boynundaki mezurasını çıkarttı, elindeki teyel ipliğini bıraktı. Renk renk kumaşlardan arta kalan parçaları koyduğu kutuyu, kapının önüne koydu usulca.
O arada ters ters baktı, yolun karşısında açılan hazır giyim dükkânına.
Dedem, ninemi kaybettiğimizden bu yana iyice suskunlaştı. Yosun yeşili gözleri hep nemli. Hırkasının cebinde taşıdığı mendili, hep ıslak. Oturduğu yerde dalıp dalıp gidiyor.
Bazı günler “Emine Hanım” diye vefat eden nineme sesleniyor. Sonra mahcup oluyor; “Alışkanlık işte!” deyip boynunu büküyor. O zaman sarılıyorum, dedemin boynuna. Çam, yosun, hasret kokuyor dedem.
Kış geliyor. Günler kısalıyor. Uzun kış gecelerinin sessizliğine karışıyor varlıklarımız.
Elektrikler kesiliyor bazı geceler. Lüks lambasının fitilini tutuşturuyor babam. Lambanın sarı ışığıyla boyanan gölgelerimiz, duvarlarda titreşiyor. Fitilin yanarken çıkardığı ses, ninni gibi geliyor kulağıma.
Herkes tasasını, kederini bir tarafa bırakıyor o saatlerde. Dedem radyosunu açıyor. Annem sobaya odun atıyor, babam çaylarımızı dolduruyor. Halam bisküvi koyuyor küçük cam tabaklara.
Halam, tespihini çekerken uyuyakalıyor bazen. Sözsüz konuşan gözleri yoruluyor.
O zaman solgun ışık ardında sanki biraz daha eskimiş, rengi biraz daha solmuş görünüyor gözüme.
Konuşamıyor halam.
Ninem anlatırdı ben küçükken. “Bilinmeyen bir zamanda, halanın yüreğinden kopan taşlar yuvarlanmış, gelip boğazını tıkamış .” diye.
O günden sonra, halamın sözcüklerinin küf tuttuğunu düşündüm hep. Sesinin rengini merak ettim.
Bazı günler, halamın dudaklarının kıyısındaki acılı kıvrımlar, daha da belirginleşiyor.
Gözlerindeki anlam, yüzündeki gevşemiş çizgilerin arasına doluyor.
Küçük, koyu, sarı lekecikler açıyor, ince dudaklarının kenarlarında.
Yine de gülümsüyor halam. Gölgeli, renksiz ama sıcacık.
Sabah hepimizden önce uyanıyor halam. Tan yeri daha ağarmadan.
Kuşların kanatları, bulutlara; evlerin bacaları, gün ışığına değmeden.
Sokak lambalarının solgun sarıları, daha sönmeden.
Tazecik bir abdest alıyor, yavaş yavaş kılıyor namazını. Ellerini açıyor, saatlerce dua ediyor.
Sonra, geceden arta kalan siyahlıkları temizliyor. Babamın sağa sola dökülen, eski kitap kokulu hüzünlerini, endişelerini; annemin ortada kalakalmış küskünlüklerini süpürüyor. Dedemin, ağarmış saçlarına, sakalına yapışan; yorulmuş yüreği üzerine oturan hasretlerini, tek tek topluyor sabırla. Hepsini koyuyor bir poşete. Uzak bir köşeye bırakıyor.
Halam bu işleri yıllardır yapıyor. Kimseye duyurmadan, şikâyet etmeden, karşılık beklemeden.
Sessiz sakin varlığıyla, hayatımızda açılan kocaman boşlukları ne de güzel dolduruveriyor halam.
Soğuk bir kış sabahıydı.
Halam erken kalkmadı. Odasına girdik. Çok bitkindi. Tespihini işaret etti bana. Verdim. Elleri sapsarıydı.
Annem tarhana kaynatıyor. Dedem şifa ayetleri okuyor. Babam, halamın ak saçlarını okşuyor. Halam, gülümsemeye çalışıyor. Ela gözlerini sarmalıyor bir sis bulutu.
Gözünden süzülüyor iki damla yaş. Kehribar tespihi kayıyor parmaklarının ucundan.
Dudakları kımıldanıyor ilk kez. Kulağımı dayıyorum ağzına. Şahadet getiriyor halam. Nefesi küf kokusundan çok uzak. Tazecik…
Dışarıda bir çınar yapraklarını döküyor. Sessiz sakin, öyle usulca.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

“Karlı Dağların Başında Salkım Salkım Olan Bulut&#... / Şeref Akbaba
Sanal Gerçeklik, Savaş, Göç, İklim Krizi, Salgınla... / Ay Vakti
Yol / Yolcu / Niyazi Karabulut
Çeşme / Nalan Bülbüler
Çocuklar ve Politikalar / Metin Arpacı
Tümünü Göster