Elini paltosunun yakalarına götürdü. Eski film artistlerini andıran bir edayla kulaklarına doğru… Paltonun önünü iliklemek uzun sürmez. Düğme, düğüm. İliklenir, kördür.
Gözlerini yukarı kaldırıp baktı. Bir damla. Yağmur affetmiyor yine. Işığı söndü. Başını öne eğerek.. Görmek için beklemek biraz. Yüzünde memnuniyetsiz bir ifade.
Adımları hızlanıyor. Hızlı fakat dikkatlice. Çamur sıçratmamalı. Çil çil yağıyor. Kenz’ur Rahman’dan saçılan altınlar.
Karşıdaki otobüs durağına geçip oturuyor. Araba serviste. Taksi bulmak zor bu saatte. Mecbur otobüs. Akşam saati trafik. Çekilir mi şimdi bu çile? Durakta yazan saatler. Yarım saat arayla gelmeli otobüs. Gelmiyor. Beklerken geçen zaman?
Çocuk ile Allah. Anne ile çocuk karşı kaldırımdan koşarak… Anne telaşlı. Yüzünde endişeyle karışık bir ifade. Ya çocuk hasta olursa!
Çocuk oralı değil. Yüzünde neşeye dair tüm ifadeler. Islanmayı seviyor. Yağmur burada yürüdü. Durağa sığınıyorlar.
‘Annenin bu elinde poşetler. Domates. Yağmur domates mi kokuyor? Yağmur domates kokuyor!’
Bugün pazar vardı. Çocuktu. Çocukluğun pazarını anımsıyor. Sevmediği geliyor aklına. Bağıran insanların gözlerindeki korku; tezgahtaki malı unutamamak.
İki çocuklu bir ev. Anne akşama yemek yapacak. Çocuklar babasından kaç aydır bisiklet istiyor. Tanışmıştı böylesi biriyle. Konuşurken güçlü durmaya çalışıyordu. Uzunca süre dinledikten sonra sattığı patatesten bir kilo alıp ayrılmıştı tezgâhın önünden. Daha pazardan çıkmadan patatesleri atmıştı. Fakat şimdi elinde poşetler, çocuğuyla otobüs bekleyen bu anne… Kim bilir?
Çocuğun elinde annenin eli. Sıkı sıkıya. Önce Allah’a sonra ona emanet. Giderken öyle demiş olmalı babası. Çocuk farkında değil bu sözün. Büyüyünce duyacağı eksikliğinde. Gözlerinde yağmurun düşerken telaşı. Aldırış etmeden olana, gülmek ancak bir çocuk için mümkün olmalı.
‘Bir adam geldi durağa. Çok ıslanmış. Üstü de çok kirli. Sırtında kocaman bir dağ. Dağ?
Adama bakıyorum. Sakalları var. Babam gibi. Ama sırtındaki dağ?’
Adam çocuğun bakışlarını kamburunda hissediyor. Her şeyin farkında. Yıllardır sırtında taşıdığı bu yük. İstese de indiremiyor.
Çocukluğundan bir iz. Gurur duyuyor. Hamallık yaptığı zamanlar… Baba evin yolunu bulamıyor. Her gece…
Bazı sabahlar mahallelinin söylentileri çalınıyor kulağına. “Şu gariplere de acımıyor Allahsız.” “Geçen gün sızmış yine bir köşede”
Sırtında sepet. Sepette kendinden ağır yük. Yüklendikçe ağırlaşıyor. Yaşıtı bir çocuk. Sesini duyurabilmek için iki elini ağzında kavuşturup “Kamburlu!”
Kamburlu…
*
Adamın yüzü çocuktan taraf. Çocuk “Senin sırtın neden böyle?” diye sorar gibi bakıyor. İkisi arasında sessiz, kısa bir anlaşma.
Durağın olduğu tarafa doğru ileriden bir genç. Kolunun altına sıkıştırdığı simit tezgahıyla yaklaşıyor durağa. Yağmurun ıslattığı saçları yüzünün bir kısmını karartmış.
Seyrek adımlarıyla durağa doğru yaklaştıkça karanlıkta parlayan kehribar rengi gözler… Doğru bir bakış. Kehribar rengi gözlerin.
Gelmesi otobüs. Durakta geçen zaman. Genç, kambur adam, anne ve çocuk. Allah!
Gencin geçen zamana tahammülü yok. Bacağına sirayet eden huzursuzluk… Seğiriyor. Huzursuz, bir bacak sendromu. Yetişmesi gereken bir yer olmalı şu saatlerde.
Kambur adamın gözleri genci izliyor. Hafif bir tebessüm. Yüzüne vuran ışıkla kaderin çizdiği mutlak çizgiler. Kimi gözlerinden itibaren, kimi alnında… Buruşuk. Kullanılmış bir kâğıdı anımsatan derin çizgiler.
‘İncecik bir gömlek, dizlerinden erimeye başlamış pantolon ve yıpranmış ayakkabılar. Çocuğun elleri. Avuç içlerinde derin, ip kesiği yaralar. Sırtında sepet.
Yüzü soğuk yanığı kara. Dudakları kurak toprağın çatlağı… Pazarı boydan boya okurken…
-Kamburlu!
-Buyur ağam.
-Kaça gider bu yükler?’
Uzaktan işitilen sesle dağılmıştı kambur adamın düşünceleri. Kehribar rengi gözler, sendromlar, tüm bunların ötesinde koltuğunun altına sıkıştırdığı simit tezgahıyla kendine benzettiği bu genç şimdi sesin geldiği yöne doğru…
Ses yaklaştıkça durakta canlanan hareketlilik. Farların gözleri kesen keskin ışığı.
Genç, kambur adam, anne ve çocuk. Allah!
Git gide yaklaşan otobüsün durağa yanaşma sevinci. Frenlerden boşalan hava.
Paltosunun yakalarını düzelterek bindi otobüse. Boş bir koltuk bulmak ümidiyle arkalara doğru ilerlerken durakta bekleyen kimse kalmamıştı.
Bu Sayının Diğer Yazıları
Ateş ve Meşale / Şeref AkbabaHayat Kalabalığından Kendi Gündemimize / Ay Vakti
Estetik Kaygı / Saadettin Açıcı
Yol / Züleyha Kayaoğlu Eker
Bir Durak Portre / Ubeydullah Beşir Köroğlu
Tümünü Göster
Gün Aşırı
- İlk Adım
25 Nis 2018
Allah’ın adıyla Şairin anlamlı beytiyle giriş yapmak istiyoruz: “Erişir menzili Devamını Oku…
Cuma Akşamı
- Bana Sevdamı Geri Ver
25 Nis 2018
Kim, neyi kaybettiyse onu arıyor. Kıymet arz eden ve kendi Devamını Oku…