Karda Birkaç Şiir   

Şimdi mevsim kış, aylardan Ocak… Erzurum’da olduğum hâlde ve şimdi Erzurum da kar içinde olduğu hâlde, kışı, kartpostallardan yazacağım. Geçenlerde bir vesile ile kış manzaralarına bakmıştım ve çok hoşuma gitmişti. Hatta hiç kış manzarası koymazken bilgisayarın masaüstü arka planına, onların güzelliğine dayanamayıp kartpostallardan birini koydum. Kartpostallardaki kış ve orada, karlar içindeki tek başına bir ev bile çok güzel, çok romantik. Her tarafı karla kaplı iken yalnız başına tek bir ev, bir arada bulunan dört-beş evden daha güzel olmasa da, daha romantik görünüyor. Ki tabii bu görüntüde ki güzellik de, duyguların, düşlerin, coşkuların etkisiyle daha parlak ve daha cazip. Ama realitenin ağır şartlarıyla bakılsa, karlar içinde tek kalan o ev (hele uzun süre kar kalkmazsa) orada yaşayanlar için en büyük ıssızlık, terk edilmişlik, bazen de çaresizlik olur. Yine de kartpostala bakarken o büyük ıssızlığı, yalnızlığı duyup seviyorum. Bir de, karlar içindeki ve çevresi de göz alabildiğine uzayan karla kaplı o tek evde, tek kişinin yaşadığını düşünmek… Çok mu ıssız ve yalnız oldu?  Cahit Sıtkı’nın Yağan beyaz bir sükût, bir mahşerdir sanki kar!’’deyişiyle mahşere dönüştüğünü görüyorum. Sayısını veremeyeceğim kadar çok kar tanelerinin, tane tane her tarafı süratle beyaza bürüyüşü. Yani realitenin ağır eli değmeyince çok güzel kar. Issız değil, soğukta değil. 

Karları daha çok sevebilirsiniz:Sıcak bir evin içinde pencereden yağışını seyrettiğinizde, ya da dışarıda başınıza lapa lapa yağdığında, ya da karla oynadığınızda, kış sporları yaptığınızda, ya da karın günlerce yerde kalıp beyaz yorganı altında sessiz yatışını izlediğinizde, ya da Cenap Şahabettin’in Elhan-ı Şita’sını okuduğunuzda karı daha çok sevebilirsiniz.

“Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş’’ tur o. Hafif bir esintiyle incecik kar tanelerinin uçuşunu izlersiniz. Titrek ve dumanlıdır. Birileri, bazen daha çok bakar incecik kar tanesinin ardından ve takılır gider peşine.

“Bir hicret sevdasıdır ruhumu sardı yine/Ruhum gibi pervasız yoldaşlar da bulundu/Ruhum karıştı gitti bu kar tanelerine/Şimdi yağan kar değil, ruhumdur kar yerine.’’

Cahit Sıtkı gibi karı kendine yoldaş edinenler, bu hicret esnasında ruhuyla karı birbirine karıştıranlar, sonra ruhunun kar yerine yağdığını görenler… Gidebildiği kadar yere kadar hayalinde hicret ve yağabildiği kadar onunla yağmak… Özleminiz bitinceye, yitinceye kadardır kar tanesi. Her şeyde olduğu gibi, hep olduğunuz gibi. Belki sisli ve karlı bir günde, her gün gördüğünüz fakat o gün göremediğiniz uzaklıkta, ne olduğunu düşünürsünüz. Siste silinip kaybolanları gördükçe, belki de siz de kaybolmak istersiniz bir ara. Ya da öyle bakarsınız ki, aradığınız, beklediğiniz biri sisin içinden çıkıp size gelecektir. “Eşini gaib eyleyen bir kuş gibi karlar / Geçen eyyâm-ı nevbaharı arar…’’ En güzel kış ezgisi bile baharı mı arıyor? Hele bunlar, kendilerine rağmen arayan karlarsa…

Ahmet Muhip Dranas’a da kar, her gün alıştığı sesi aratır. Ama önce geceyi ve karanlık düşünceyi duyar:“Kardır yağan üstümüze geceden/Yağmurlu, karanlık bir düşünceden/Ormanın uğultusuyla birlikte/Ve dörtnala dümdüz bir mavilikte/Kar yağıyor üstümüze inceden.’’

Şair, gökle yeri birleştirmiş midir, karıştırmış mıdır? Dörtnala dümdüz bir mavilik vardır. Ya da gökyüzünü yerde bulup, gözleriyle ve ruhuyla böyle süratle yol mu almaktadır onda? Ya da kanatlanmış atlarla gökyüzünde mi ilerlemektedir? Bu düşünceler içindeyken her günkü alıştığı sesi yitirmiştir. Sanki de dünyevi gerçekliğini duymak istermiş gibi birdenbire dönüp alıştığı sesi arar:

“Sesin nerde kaldı her günkü sesin/Unutulmuş güzel şarkılar için/Bu kar gecesinde uzaktan, yoldan/Rüzgâr gibi tâ eski Anadolu’dan/Sesin nerde kaldı? Kar içindesin!’’ 

Zamanı da mı karıştırıyor şair? Günün hangi saati, hangi vakit bu?

“Ne sabahtır bu mavilik ne akşam! / Uyandırmayın beni, uyanamam. / Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına, / Allah aşkına, gök, deniz aşkına / Yağsın üstümüze kar buram buram… / Buğulandıkça yüzü her aynanın  / Beyaz dokusunda bu saf rüyanın / Göğe uzanır –tek, tenha- bir kamış / Sırf unutmak için, unutmak ey kış! / Büyük yalnızlığını dünyanın.’’ Burada şairin uyanmak istemeyişi kimilerince ölüme benzetilebilir ama bana göre değildir. Çünkü mavi bir yolculuk sonsuzluğa daha çok yakışır. Şair yakaladığı sonsuzluğu yitirmek istememektir.  Bu yüzden kar buram buram yağmalıdır. Her şeyi kaplayıp tek kalan bu tenha kamış sonunda göğe uzanmak istemektedir zaten. Bir kaçış teması vardır evet. Ama daha çok sonlu olandan, sonu olandan sonsuzluğa kaçıştır. Yalnızlık teması ise, karla daha da büyüyerek, yağan karla sürekli büyüyerek sonsuzluğa dönüşmüştür.

Karın beyaz dokusunda şair gibi bu saf rüyayı siz de görebilirsiniz. 

Çok az da, kışın/karın yaşam şartlarını ağırlaştırdığı gerçeğine değinelim mi, Cahit Külebi ile Zerdali Ağacı’nda.

“Kar yine başladı yağmaya /Küçük zerdali ağacım, / Ne soran, ne arayan bulunur / İnsan naçar kalmaya. / İnceydi yavrumun bileklerinden / Daha maviydi damarların / Üşüyor musun karanlıkta? / Küçük zerdali ağacım.’’

Belki de zerdali ağacına kadar yürümek isteyebilirsiniz.  Ayakkabılarınız yırtık veya ayaklarınız çıplak değilse karlara basabilirsiniz. Eve döndüğünüzde de ısınabilecekseniz hiç sorun yok. Isınırken de; mangal kenarı, kış gününün lalezarıdır, sözünü, birkaç kişiyle laleler gibi etrafına dizilemeseniz bile, bu alevlerin lale bahçesini yalnız başınıza da oturup zevkle izleyebilirsiniz.

Zerdali ağacına ne mi oldu?

“Şimdiyse senin halin/Ölümden acı/Karakış ortasında/Küçük zerdali ağacı…’’

            Elhan-ı Şita ile bitirelim:

“Karlar

Ki semâdan düşer düşer ağlar

Uçtunuz gittiniz siz ey kuşlar’’

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Ateş ve Meşale / Şeref Akbaba
Hayat Kalabalığından Kendi Gündemimize / Ay Vakti
Estetik Kaygı / Saadettin Açıcı
Yol / Züleyha Kayaoğlu Eker
Bir Durak Portre / Ubeydullah Beşir Köroğlu
Tümünü Göster