“Ya yaralanmayacak kadar sıyrıl tenden ya yaralarını saracak kadar hekim ol.”
Bağlaçların en faşistidir “ya…ya.”
“Ya…ya”nın olduğu yerde ötekine yer yoktur.
Bir şey ya vardır ya yoktur/ya siyahtır ya beyaz; oluş ve gri asla mümkün değildir. Üçüncüye, alternatif yola tahammülü de sabrı da olmaz “ya ya”nın… Öyleyse neden böyle bir bağlaçla başlanır ki yazıya?
Çünkü yaralanıyoruz her gün, her an…
Çünkü şahidi olduğumuz çağın çürümüşlüğü bize başka çare bırakmıyor.
Çünkü çağ, insanî hassasiyeti yok saymada daha önce hiç olmadığı kadar mahir artık…
Bugün dijital araçlar, insanın vazgeçilmez bir parçası haline geldi. İnsanı bedenden ibaret sayan modern çağ öğretisi; yapay, manipülatif ve hazcı bireyin nasıl olması gerektiğini satır satır, ilmek ilmek işledi zihinlere. Yeni insan tipi için cv’ler ve birtakım rakamsal ifadeler nerdeyse kutsal metinler haline getirildi. İstatistik, sayı bilimi olmaktan çıkarılarak beğeni fetişizminin ana unsuru sayıldı. Elbette değerler sistemi de sayılarla ölçülür bir metaya dönüştürüldü. Kifayetsizlik şapkasından çıkmayan tavşanın çektiği günlük fallar, aforizmalaştırılıp anonim bir retorik olarak sunuldu. Böylece ruhsuz, fikirsiz, özden yoksun olan; ahlâkî ve vicdanî bakımdan kendini sorumlu tutmayan çağdaş toplumlarda felsefenin can çekişmesine, sanatın ise yozlaşmasına şahit olduk.
Bu nedenle diyoruz ki;
Ya yaralanmayacak kadar sıyrıl tenden ya yaralarını saracak kadar hekim ol bu çağda…
Erdem yerine çoğunluk matematiğini hakikat olarak kabul ettiğimizden beri, sonlu sefilliği sonsuz güzelliğe tercih eder olduk. Toplumsal ahlâk ilkeleri yerine modern etik normları genel geçer doğru olarak kabul ettik. Oysa çoğunluk matematiğinde şöhret karşılığında kendini veya bir başkasını ifşa etme ahlâksızlığı meşrudur. Ucuz sansasyonlar, önemsizleşme korkusuyla başvurulan her türlü gayri ahlâkî eylem, tam anlamıyla bu çürümüşlüğü teyit etse de ne yazık ki revaç bulmaktadır.
“Bütün bunlar günlük hayat için mümkün; ancak sanat ve edebiyat dünyası için değildir” diyorsanız, yanılıyorsunuz. Ne yazık ki yozlaşma her anlamda ve her alanda…
Sanal âlemde “herkes zarların hileli olduğunu biliyor” artık.
Hakikat meydanında elifi mertek sanan, imza yerine evraka parmak basması gereken pek çok okurun yazar olduğu sanal bir dünyada yaşıyoruz. Bırakın yazmayı, öğrenilmesi en güç sanat olan okumayı (Goethe) dahi beceremeyen kimi insanlar, zaman zaman köşe başlarında durup hakikati tökezletebilme cüreti gösterebilmektedirler. Halbuki tutkuların en soylusu olan okuma yerine dünyanın belki de en zor eylemlerinden biri olan ve sorumluluk gerektiren yazmayı düşünmek, başlı başına omza yüktür.
Hür insanın sahip olduğu en önemli niteliklerden biri, hiç kuşkusuz iyi bir okur olmasıdır. Düşünme ve okuma -okumadan maksat, her türlü öğrenme ve müşahede kastedilmektedir- taklitten ve tekrardan uzak, şuurlu bir etüt olarak gerçekleştiğinde asıl hedefine ulaşılmış olur. Bu bağlamda okurun araştıran, sorgulayan, değerlendiren ve tartan bir kimlik olması önemlidir. Kavramlar vasıtasıyla düşünmeyi öğrenmenin ilk adımı, bilinçli okur olmaktan geçer. İyi bir okur için her okumanın bir amacı vardır. O halde soru şu: Her okumanın bile bir amacı varken amaçsız ve fütursuzca yazma da neyin nesi?
Şöhret olma ve beğenilme arzusu, dün olduğu gibi bugün de etkili. Bu çağın ya görülmezsem ya beğenilmezsem ya fark edilmezsem korkusu, kanserli bir hücre gibi her yeri/herkesi sarmış durumdadır. Bu bağlamda üzerinde durulması gereken temel sorun bu korkuyu, niteliksiz bir metaya dönüştürme meselesi… Estetikten, ait olduğu kültür ve gelenekten kopuk, ne olduğu ve neyi ifade ettiği muğlak olan pek çok ürünün ortaya çıkması, sanat ve edebiyat adına gerçekte bir şey ifade etmiyor.
Kudema, edebiyle ebedileşirken bugünün anlayışı bunun nasıllığını sorgulama gereği duymaz. Kudema, hikmet sahibiydi, yani kendi yaralarına hekimdi. Sınırlar ve sınanmalara karşı edep zırhıyla zırhlanmışlardı. Oysa bugün bir tür teknokratlığa dönüşen bu mecrada, kültür ve sanatın hatırı sayılır bir çıkmazda olduğu açıktır.
Koşullu bir algıyla yetişen yeni nesil çoğunlukla; dil dokusundan, bağdaştırmadan, eğretilemeden, kelimelerin ses değeri ve örüntüsünden ne yazık ki uzaktır. Dil, sadece bir iletişim aracı olarak görüldüğünden sanat adına üretilen ürünlerin ekseriyetinde güzellik değil, anlık fayda öncelenmektedir. Hiç kuşkusuz bu çağın en geçerli menkul kıymeti “görülme ve beğenilme”yle ölçülmektedir. Yapay mağduriyetler, trajik kasıntılar ile toplum gerçeklerini birbirine karıştırma hatta karşılaştırma sorunu; yazma, söyleme ve gösterme iddiasında olan her sorumlu birey için ciddi bir sınanmadır. Estetik değerden yoksun müzik, resim veya edebiyat ürünlerinin rağbet görmesi, bütüncül bir mesele olarak ele alınmalıdır.
Gerçek anlamda varoluş sorgulanmadığından dezenformasyon ve ucuz ironi herkesi aforizma söyleyen filozoflar haline getirdi. Bu dünya hayatında hiç olabilmek insanın en büyük ve en güç meselesi iken artık basitlikte yok olmayı seçen insan tipiyle karşı karşıyayız. Aşırılığa ve muğlaklığa boğulmuş düzensizlik sevdalısı bu yeni tip; başıboş ve esneklik sınırını yalnız kendisinin çizdiği bir ortamda kendi karanlığını aydınlık sanmakla meşhurdur. Bu yeni yetme tipin içten ve dıştan kopuk, kendi içinde bile bir bütünlük arz etmeyen, zekâ ve zarafetten yoksun eseri -daha doğrusu şeyi- sanat adına bir nesne olarak ne yazık ki ilgi ve kabul görebilmektedir. Belki de tehlikeli ve trajik olan da budur…
Ne olursa olsun, nasıl olursa olsun gündem olmak ve gündemde kalmak: İşte bütün mesele bu!
O halde?
Varolmak, bir anlamda ümitli olmaktır.
Varoluşumuzun sınırlarını zorlayan bütün menfi düşünce ve olgulardan uzaklaşarak kendimiz olmak asli görevimizdir. Umut, her hâl ve durumda ilahî muştumuz olmalıdır. Çağın var kılmaya çalıştığı boşluğu, kuyuya teşbih ederek kendi istiaremizi oluşturmak zorundayız. Aslolan bir kenara çekilip “miskinleşmek” değil, kalemin son damlasına kadar ebedî ve edebî kaleyi savunmaktır. Deneyimlerimiz, bize kendi özerk gerçekliğimizi oluşturma imkânı verir. Bu bakımdan çoraklaşan ruh coğrafyamızın yeniden bir vahaya dönüşümünü sağlama muvaffakiyeti yine bize aittir.
Ümit aşısıyla herkesleşip yok olmak yerine; hiçleşerek çoğalmayı başarmak mecburiyetindeyiz.