Başkasının Kısmeti

Tren, Söğütlüçeşme istasyonunda yavaşladığında öndeki boş vagonları gören yolcular ön vagona doğru koşmaya başladılar. Tren durup kapılar açılınca insanlar nefes nefese vagonun içine hücum ettiler. Tek-tük dolu olan boş vagon, bir anda hınca hınç dolmuştu. O ana kadar rahat rahat oturuyordu. Bacaklarını üst üste atmış elindeki cep telefonuyla oynuyordu. Ama artık üstüne dikilen insanlardan haya ederek ayaklarını topladı ve trenin gidiş yönüne ters istikamete çevirdi yüzünü.
Bir topal koltuğa oturmuştu. Topal koltuk, topal kapı gibi bir şeydi. Hani trenlerde iki koltuk karşı karşıya olur ya… İşte bu topal koltuğun karşısında koltuk yerine, formika kaplamalı etrafı sert alüminyum ve bir çerçeveyle kaplı bir sunta ve diğer yüzünde de karşısındaki koltuğa bakan bir koltuk var. Bu topal kapı genelde vagon başlarında son koltuktan bir önceki koltuktur.
İşte bu topal koltuğun arkasındaki koltuğa yirmi yaşlarında kot pantolonlu, kumral saçlı ve mavi gözlü bir kız koşarak gelip oturdu. “Oturdu” demek işin görünen yüzü için çok basit. Aslında buna atlamıştı, abanmıştı, kapmıştı veya buna anlamdaş olan bütün sözcükleri dizerseniz belki abartmamış olursunuz manzarayı. Oturan kız, arkasından gelen kendi yaşlarında biri başörtülü etekli, diğeri baş açık ve kumaş pantolonlu iki kız arkadaşına zafer işareti yaparak yer bulmanın sevincini belirtti. Öbürleri de gülücüklerle bunu kutladılar. Vagona giren kalabalıktan ve başına dikilen her hallerinden temizlik işlerinde çalıştıkları anlaşılan kadınlardan ekşimsi bir ter kokusu yayılınca, üstündeki pencereye uzanıp camı biraz zorlanarak açtı. Burnunu sıkarak rahatsızlığını belli ettiyse de ayaktakiler hiç tınmadılar bile.
Elli yaşlarında orta boylu, yüzü kırışmış, zayıf, bakımsız ve esmer tenli, burnu küçük bir misket gibi kızarmış bir kadın ağzında şapırdattığı sakızıyla neredeyse üstüne devrilecek gibiydi. Oldum olası sakızdan nefret ederdi. Hele hele bir kadının böyle kalabalık içindeki pervasızca sakız çiğnemesine sinir olurdu. Neredeyse omzuna çökecek olan kadının kendisinden uzaklaşmasını istiyordu içinden, ama bunu nasıl başarabilirdi ki… Dirseğini oynatırsa uygunsuz yerlerine çarpmasından korktuğu için topal koltukta kımıldamadan oturmak zorundaydı. Sağa değil de sola, pencereye doğru doğrulmaya çalıştıysa da mübarek vagonun yan kenarı o kadar sağlam yapılıydı ki yerinden bir milim bile oynatamadı. Çelik kasayı yerinden oynatacak kadar babayiğit yoktu zaten, olsa da bu kişinin kendisi olmayacağı kesindi. Bir an düşünceleri için gülümsedi kendi kendine… Bir ara önündeki başörtülü kıza işaret ederek gel, biraz da sen otur, anlamında bir şeyler fısıldadı. Kızlar arasındaki bu imalı işaretleri görmeyen kadın, ‘kız kalkıyor’ sanarak oturmaya yeltendiyse de başörtülü genç kız ondan önce oturdu. Utancından bozulan kadın etrafına sırıtarak bozulmadığını belli ettiyse de kimsenin kendisiyle ilgilenmediğine sevindi. Sırıtınca suratı daha acayip bir şekle bürünüyordu. Kadının, bacaklarını kıskaca almasından kurtulmuştu. İçinden bir gizli “Oh!” çekmişti. Aslında baş vagon boş olur düşüncesiyle oturmuştu buraya. Orta vagonlar genellikle istasyonların önüne denk geldiği için insanlar buralara daha doluşarak biniyorlardı. Baş vagon boş olurdu ama bugün onun şansına böyle hıncahınç…

Tren takır-tukur hızla yol almaya devam ediyordu. Can sıkıntısını atmak için cebinden bir demet blok kağıt çıkardı. Mavi renkli bir pilot kalem çıkararak, önce şiir formunda bir şeyler karaladı:
“limoni sahillerde raks eder
bakışların mavi sularda
kanat çırpar kirpiklerin
gah bir martıyla uçar
gah ışıl ışıl yakamozlarda”

Şiirin üst tarafında bir boşluk bırakmıştı. Buraya rastgele karalamalar yaptı. Bir çift göz ve birbirine paralel taranan saçlar çizdi. Sonra gözlerin üstünden geçerek koyu bir mavi fon oluşturdu. Burun için çizdiği iki çizgiye yeni çizgiler ekleyerek bir yelkenli gemi silueti çizdi. Karalamalar yavaş yavaş belirginleşiyordu. Bir deniz deseniydi bu. Karalamalar arttıkça ayakta duran kızlarda fosur fosur konuşmalar artmaya başladı. Başını kaldırınca kızların kağıttaki karalamalara bakıp güldüklerini anladı. İzlenmek hoşuna gitmişti. Ama devam etmek anlamsızdı. Belki de biraz gösterişe girerdi. Kızların sorularına kaçamak cevaplar vererek kağıtları bacaklarının arasına sıkıştırarak yüzünü pencereye döndü, dışarıyı seyretmeye koyuldu.
Epey yol almışlardı. Kızlarda artık ineceklerine dair kıpırdamalar başlamıştı. “Gidiyor musunuz?” demedi, diyemezdi de. Zaten her şey ne olacağını anlatıyordu. Elindeki kağıtlara sessizce dönerken, gözaltından kızlardan birinin vagonun orta taraflarında yaşlıca bir amcaya işaret ederek, kalkacak olan arkadaşının yerine oturmasını işaret ettiğini gördü. Adam kalabalığın arasından sıyrılarak ağır ağır boşalacak koltuğa doğru yürürken, kız yerinden kalktı. Kızın kalktığını, önünden geçtiğini fark eden kadın, olup bitenlerden haberdar olmadığından arkasına bakmadan oturmaya çalıştı. Tam o anda da koltuğa yaklaşıp bacağını koltuğun önüne atan adama çarptı. Oturmasıyla, durumu az da olsa anlayıp hemen kalkması bir oldu zavallının. İlginç duruma kimisi sesli gülerken, manzarayı görenlerin hepsi tebessüm etmişti.
Aralarında kıkır kıkır gülen kızlara doğru dönerek; “kime niyet, kime kısmet” dedi. Kızlar başlarıyla tasdik ederken, duran trenin kapısına doğru ilerleyip dışarı çıktılar. O da deminden beri karaladığı bloknotun boş bir sayfasını açarak bu talihsiz, nasipsiz ve şaşkın kadınının öyküsünü yazmaya başladı.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Dördüncü Cemre / Özcan Ünlü
Kor / M. Ali Garip
Al Karısı / Ay Vakti
Ölüler Şarkı Söylemez / Nurettin Durman
Dolunay Zamanı / Şeref Akbaba
Tümünü Göster