Kehribar-Kehkeşan-Dilrubâ 

Kelime alışverişi toplumların birbirleriyle ilişki hâlinde olmalarının doğal sonucudur. Bu sebeple özellikle Selçuklu döneminde Farsçadan Türkçeye pek çok kelime girmiş bu kelime akışı Osmanlı döneminde de artarak devam etmiştir. Farsçadan dilimize girmiş bu kelimeler Türk dili, zevki ve estetiği ile birleşince bazen anlam ve biçim yönünden de değişime uğramıştır.
Biz de Farsçadan dilimize girmiş bir kelimeyi heybemize alıp yola çıkmak isteriz.
Kelimemiz: “Kehribar”
“Aynada ben yokum
Gölgeme tırmanma ay ışığı
Yolcular son gözede
Ekin tarlasında gelincik otu
Emekliyorum işte ham hayal
Yürüyüşe devam kehribar” (Kehribar/Şeref Akbaba)
Konuya Şeref Akbaba’nın “Kehribar” şiirinden bir bölümle başladık. Dilerseniz şimdi de kelimemizi daha yakından inceleyelim:
Kehribar, iki Farsça kelime olan “kâh” ve “rubâ” kelimelerinin birleşmesinden oluşmuş bir terkiptir.
Farsça “kâh” saman manasına geliyor. Farsça bir fiil olan “rubûdan” ise kapmak, çalmak, zorla almak manasındadır. Farsça bu fiil, Orta Farsçadaki “rôp (soygun) kelimesiyle eş kökenlidir. İşte bu fiil kökü, Farsça gibi Hint-Avrupa dil ailesinde olan pek çok dilde hâlâ görülmektedir. Almancada “raub” (soygun), İngilizce “rob” (soygun yapmak) gibi kelimeler Orta Farsçadan gelir. “Kâh-rubâ” daki “rubâ” kelimesi de fiil köküne “-ân” eki getirilerek oluşturulmuş olup “kapan, çeken, çalan” anlamına gelir.
Kehrubâ>kehribâ>kehribar biçiminde değişen kelimenin sonundaki -r ünsüzü Türkçede sonradan türemiştir. Kehribar, Türkçeden Bulgarca ve Sırpça gibi Balkan dillerine de geçmiştir.
Kelimemiz Türkçede ilk defa “keh-rubâ” biçiminde Mesud b. Ahmed’in Süheyl ü Nevbahar tercümesinde görülür. (1354)
Şimdi gelelim kehribarın anlamına. Kehribar; açık sarıdan kızıla kadar çeşitli renklerde veya siyah renkte, yarı şeffaf, kolay kırılan, bir yere sürtüldüğü zaman hafif maddeleri kendine çekebilen, sigara ağızlığı, tespih, bıçak sapı ve ufak tefek süs eşyâları yapımında kullanılan fosilleşmiş reçine, saman kapan anlamındadır.
Bu maddeden yapılmış eşyalar için de kullanılır. Örneğin; kehribar saplı baston veya kehribar tespih gibi.
“Mavi beyaz, siyah beyaz kehribar
Gece beyaz, gündüz beyaz kehribar
Şarkı beyaz, martı beyaz kehribar
Sorgu beyaz, korku beyaz kehribar
Aşk urganı serde beyaz kehribar
Zifiriyim nerde beyaz kehribar” (Kehribar/Şeref Akbaba)
Şimdi o güzelim kehribarı elimizden usulca bırakıp kehribar terkibini oluşturan kelimeler acaba Türkçede başka hangi kelimelerde karşımıza çıkıyor bir bakalım.


Farsça “kâh” kelimesine “saman” anlamını vermiştik. Yine Farsça bir kelime olan “kaşân” çekenler, götürenler veya yuvarlak çadır, kubbe anlamındadır. “Kehkeşan” kelime olarak “saman götürenler” demektir. Kerpiç ustalarına saman taşıyanların düşürdükleri kırıntılardan kinaye olarak, gökyüzündeki koyu yıldız kümesine “kehkeşan” denilmiştir. Türkiye Türkçesi’nde “saman yolu, samanlık yolu, gök yolu, gök kapısı” gibi sözlerle de kehkeşan anlatılmıştır. Farsçada kâh-enkân, Arapçada ise mecerre ve hakbâ adları da samanyolu yerine kullanılır.
Necip Fazıl’ın Sakarya Türküsü’nde “kehkeşan” bakın nasıl geçiyor.
“Şimdi dövün Sakarya dövünmek vakti bu an,
Kehkeşanlara kaçmış eski güneşleri an.”
Birçok Doğu ve Batı milletinin efsanelerinde çeşitli şekillerde yer alan kehkeşan, Yunan mitolojisine göre Jüpiter’in karısı Juno’nun Hercules’i emzirirken göğsünden düşerek gökyüzüne dağılan birkaç damla sütten meydana gelmiştir. Bundan dolayı yıldız kümesine İngilizce ’de milky way (süt yolu) denmiştir. Yakut efsanelerinde “göğün dikiş yeri” veya “Tanrı’nın dünyayı yarattığı sıralardaki ayak izleri” kabul edilmişken Kuzeybatı Sibirya’da Vogul, Orta Sibirya’da Tunguz kavimleriyle Macarlar’ın efsanelerinde “altı ayaklı geyiği avlamak için ayaklarına kayak takan avcının kayak izleri” şeklinde düşünülmüştür. Türk efsanelerinde kehkeşan daima yön tayiniyle ilgili olarak yer alır. Nitekim Anadolu’da kullanılan “gökdere, gök yolu” tabirleri, Hun Türkleri’nin Avrupa’ya akınlarında kehkeşan istikametinde takip ettikleri “ordu yolu”nun izlerini aksettirmektedir. Osmanlı Türkçesi’nde de kehkeşana İslâmi bir tasavvurla birlikte yine yön bildiren “hacılar/hac yolu” denilmiştir.
Kehkeşan motifi divan şiirinde çeşitli şekillerde görülmektedir. Hem çokluğu hem parlaklığı itibariyle aşığın göz yaşı olarak ele alınmış, şekli itibariyle daha çok yola benzetilmiştir. Şekil yönünden kervana benzetildiği için “kervan-râh-ı kehkeşan” ifadesi de kullanılır. Nedim’den bir örnek verelim.
Bakup destindeki şemşîre bîm-i cân ile Behrâm
Dolaşsın ayağı dâmâna râh-ı kehkeşân üzre. (Nedim)


Şimdi de “keh-rubâ” (kehribar) kelimesini oluşturan tamlamanın ikinci kısmı yani “rubâ” ile oluşmuş ve Türkçede de kullanılan bir terkipten söz etmek isteriz.
Kelimemiz: Dil-rubâ
Farsça bir kelime olan “dil” gönül, yürek manasına gelir. “Rubâ” kelimesine “kapan, çeken, çalan” anlamını vermiştik. Öyleyse dilrubâya “gönül çelen, yürek çalan” anlamını verebiliriz. Gönül kapan, herkesi kendine bağlayan, âşık olunandır dilrubâ.
“Kıl medet ey baht yoksa kâm-ı dil mümkün değil
Böyle kim ol dilruba bî-derddir ben derd-mend (Fuzuli)
Dilrubayı bir de Nurullah Genç’ten dinleyelim.
“Ben boşluğa üfleyen cellat değilim
Karayele verdim ayaklarımı
Söyle bana eceli kim tutar perçeminden
Hangi ölü bilmez nereye gittiğini
Sen miydin o mehpâre, o memnû, o dilrubâ,
Söyle bana hindiba.” (Söyle Bana Hindiba/Nurullah Genç)
Kelimeler, gözün erişemeyeceği genişliğiyle sınırsız gücü ve güzellikleriyle engin bir denizdir. O deniz ki içinde gün görmemiş inciler yatar, üstünde binbir rengin çalkantısı var. Biz de o incilerden yalnızca birkaçına dokunduk. Kehribar, kehkeşan ve dülrubâ…
Daha nice inciler bizleri bekler, vesselam…

Kaynakça:
Akbaba, Şeref (2000), Kehribar, Ay Vakti Dergisi 1.Sayı, İstanbul.
Eyüboğlu, İsmet Zeki (1994), Divan Şiiri, Say Yayınları, İstanbul.
Eyuboğlu, İsmet Zeki (2020), Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü, Say Yayınları, İstanbul.
Eren, Hasan (2020), Eren Türk Dilinin Etimolojik Sözlüğü, TDK Yayınları, Ankara.
Genç, Nurullah (2019), Söyle Bana Hindiba, Ay Vakti Dergisi 182. Sayı, İstanbul.
Nişanyan, Sevan (2009), Türkçenin Soyağacı, Everest Yayınları, İstanbul.
Pala, İskender (1995), Divan Şiiri Sözlüğü, Akçağ Yayınları, Ankara
http://www.lugatim.com
https://islamansiklopedisi.org.tr

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Ateş ve Meşale / Şeref Akbaba
Hayat Kalabalığından Kendi Gündemimize / Ay Vakti
Estetik Kaygı / Saadettin Açıcı
Yol / Züleyha Kayaoğlu Eker
Bir Durak Portre / Ubeydullah Beşir Köroğlu
Tümünü Göster