Her dem tekrarlanan bir haber var. Ay / gül vakti, gündüz gece, yaz da kış da yenilenen bir canlanış var. Özellikle kış mevsiminde bir de bakarsınız, ölüm sessizliğine bürünmüş hayat. Hayatın bu denli suskun ve ölüm halinde görülmesi, aslında dirilişin habercisi olan sükûtun seslenişidir.
Baharla gelen diriliş coşkusu insanı kuşatıyor. Ağaçların köklerine suların yürümesiyle domur domur olan dallar, patlayan tomurcuklar, dallarda fışkınların an be an büyümeleri, yeniden var oluş muştusuyla insanın ruhunu coşturuyor. Sonbaharda sararmış yapraklar, saçları dökülmüş ağaçlar, karların altındaki bitkiler, yok olmuş sandığımız çiçekler, ölüm ve hayat arasındaki ilişkiyi anlatıyor. Aslında ölüm halini anlatan sonbaharla gelen kışın siyah beyaz tablosu masivadan maveraya bir not düşer gibidir. Böyle bakınca ölüm insanı kuşatıyor. Korku seslenişli ölüm… Ölüm ve hayat insanı kuşatan iki gerçeklik. Ölüm ve hayatın kuşatılmışlığında özgürlüğünü arayan insan, bunların hakiki anlamının farkında ise, özgürleşmenin anlamını da kavrayacaktır. Bu kuşatılmışlık da mücadeleni sürdürüyorsan kurtuluş yolunu buldun demektir. Var olmak, ölüm ve hayatın çizdiği ince yolda olmaktır. Birinden birini tercih etmekte değil. Korku ve ümit gibi her ikisi ile birlikte hayat, gerçek anlamını bulur.
Yeniden diriliş habercilerine selam olsun! Patlayan tomurcuklara, fışkınlara, ışkınlara, yaprağa, çiçeğe selam olsun! Patlamak için kabaran tomurcukları gözlemek, sevgi ve mutluluk verir insana. Mini mini yapraklar, henüz uç vermiş fışkınlar, nasıl da hayat dolu coşkuyla mavi göklere doğru uzanıyor. Gün-eşine ( güneşe) doğru salınıyor. Yeşil yapraklar çimenler, mor menekşeler, sarı papatyalar, laleler, sümbüller nasıl da raks ediyor hayata.
Kuşlarla uyanan çocuklara merhaba! Uyanıyorlar mı bilmem ama uyanması gereken çocuklar. Kuşlar, çocuklar, çiçekler hepsi hayatın birer küçük sevimli varlıkları değil mi? İlkbaharla birlikte kuşlar da telaşlanır bilir misiniz? Bilirsiniz de fark eder misiniz? Telaşları yuvalarını yapmak ya da eski yuvalarını onarmak, yumurtlamak ve yavrularını büyütmek içindir. Yuva (ev) sıcak bir kelime değil mi? Sarıyor sarmalıyor insanı, bağrına basıyor. Mutlu aile( yuva) gibi. Birçoğumuz orada teselli buluruz. Kuşlar yuvalarını göğüslerinin darbeleri ile yaparlar. Bu yüzden yuvalan göğüslerinin yuvarlığına, ovallığına benzer. Göğüs darbeleri ile biçim verilen yuvayı tahayyül edebiliyor musunuz? O göğsün sıcaklığı, şefkati, fedakarlığı ile yapılan yuvayı… Böyle bir yuva da yavruların hayat bulması, hayvanlar alemindeki hayatın seslenişidir. Mavi gökyüzünün sevimli hakimleridir kuşlar. Kanat çırpışları, süzülüşleri ile özgür hakimleri… ” Kuşların özgürlüğü insanları kıskandırıyor” adeta. Öyle ya bazen insan kuşlar kadar özgür olamıyor. Belki de çoğu zaman.
Çocuklar ah o çocuklar. Mini mini, çıtı pıtı çocuklar.” Çocuklar çiçektir” sözü ne kadar güzel söylenmiştir. “Çocukların küçük babaları ölmesin” diyordu bir şair de. Duamız odur. Ölürse de beraber ölsün demek ne kadar doğru bilemem. Eskiler de ” Allah evlat acısı vermesin” derlermiş. Ne kadar doğru söylemişler. Çocukların çiçekler ve kuşlar kadar güzel olmaları hamilerine bağlıdır. Özgürlükleri, eğitimleri, sağlıklı bir şekilde yaşam sürmeleri ellerinden alınmış çocuklar nasıl güzel olabilir? Çocuklar insanlığın ortak değerleridir. Geleceğidir.Korunmaya muhtaç,doğa gibi kuşlar gibi…
Çocukların seslenişi hayata gözlerini açtıkları an’dır. Çiçeklere benzetilmeleri küçük ve sevimli olmalarının yanında, mis gibi kokmalarıdır. Onları koklamak, okşamak, öpmek gibidir. İlk çığlığı gibi ilk gülüşü, bakışı, konuşmaya başlaması, emeklemesi, yürümeye adım atması mutluluk verir çevresine. Çocuk anne baba için evlat. Dede nine için torun. Amca, teyze, hala, dayı için yeğendir. Hepsinin ayrı tadı vardır. Eskinin renkli bayram şekerleri gibi…