Dağ İle Konuşmak Üzerine Bir Deneme

Kim bir sonbahar manzarasında yürümenin tadı ile terlemenin ferahlatıcılığını istemezdi? Kim de bir ilkbahar sabahı kuş cıvıltılarını dinleyerek; yaprak hışırtılarına karışıp çiğ yağmurunda ıslanmış olarak uyanmayı özlemezdi? Bir karış olmuş yemyeşil çimenlerin üzerinde namaz kılmanın gökle yeri birleştirmek gibi bir şey olduğunu kim düşünmezdi? Ah! Ne müthiş bir şeydi güneş batarken bir dağ zirvesinden daha yükseklere tırmanma özlemi içinde ufuklara bakarak dalıp gitmek! Ben, kırk yıldır bir dağ tutkunu olarak yaz kış dağımda hep bunları duyuyor ve yaşıyorum. Aslında bana bir Hızır gibi olan Uludağ’ım ile bir bakıma devamlı konuşuyorum. Şiirim de, yazım da bu oldu çoğu zaman..

Dağ, bambaşka bir dünya… Aslında ne şiir tam onun anlattığını anlatabildi; ne resim, ne de musiki… Dağ’ı konuşturmanın bu kadar zor olacağını hiç düşünmemiştim. Dağın dili başka bir dil, anlattıkları başka bir şeydi sanki… Onun söyledikleri bizim gönlümüze gelenlere sanki hiç benzemiyordu. Ben, dağı ne zaman anlamaya çalışsam onu anlamakta sanki kilometrelerce uzağa savrulurdum. Sanırım bunları benim gibi adanmışlık silâhını kuşanmış Dağcı ve Şair Ali Göçer de yaşamıştı. ‘Kayıp Dağcının Düşleri’ dağı anlamak isteyenlerin tekrar tekrar okuması gereken kitaplardandır. Ali Göçer, bu kitabında; “Her Şairin Bir Dağı Vardır” derken belki de dağı en iyi konuşturanların şairler olacağını düşünmüştü. Everest’e tırmanmış ilk dağcımız olan Nasuh Mahruki de bu dağ ile konuşma işine soyundu ama başaramadı. Doğrusunu söylemek gerekirse; zirvede başı döndü. Mahruki, dağı konuşturmayı bıraktı; nefsini dinleyerek kendini konuşturmaya kalkıştı! Tabii cin çarpar gibi dağ çarptı onu… 

Bir kimse dağı gerçekten özlüyorsa; onunla konuşmak istiyorsa, dağın istediği kefareti ödeyip; onun beklediği erlerden olmalıydı. O zaman Tur Dağı’nın Musa Peygamber’e, Hira Dağı’nın Hazret-i Peygamber’e konuşması gibi dağ da ona konuşurdu.

Dağı çağırma gayreti yetmez; konuşturma içtenliği de olmalı insanda…

İnsanların şanslıları dünya ve ahiret mutluluğuna hep dağ zirvelerinde çile çekerek ulaşmadı mıydı? Gidip her zirveye birileri yerleşse… Nuh’un Gemisi’nden iner gibi bir gün onlar birlikte kente inse; ne müthiş olurdu! Hakikate ulaşmış bu kişiler kente ne çok şey katardı.

Bir kimse dağla buluşmak için hazırlık vaktinin geldiğini düşünüp tüm içtenliğiyle yola çıkıyorsa dağ onunla konuşmaya hazır demekti. Hele de biri dağa tırmanmaya başlamışsa dağ büsbütün onun dostu olmuştur.

Dağ, ancak içten bir sese cevap verirdi. Böyle içten bir sesi kendine dost edinir; hiç görmediğin canlılardan, hiç duymadığın kokulardan, seslerden, tatlardan ve yedi iklim manzaralardan sana bıkmadan, usanmadan söz ederdi. 

Dağ, en çokta kartalların yurt tuttuğu tehlikeli zirvelerinin sevilmesini isterdi.

Bence insan eşya engelini ancak dağ ile aşabilirdi. Dağla konuşmak da kentte güçlü olmak da ancak bu yolla mümkün olurdu.

Dağ, zirvesine tırmanacaklara gökte yankılanan ezanlar gibi yakın; dalgalanan bayraklar gibi vazgeçilmez bir dosttur.

Dağ, hep şehirden doktor aramak için gelenin sağlık bularak eve geri dönmesini isterdi. Sıcak ya da soğuk şifalı sularını durmadan akıtırdı onun önüne…

Dağ, nefesi kesilmişe nefes olurum, derdi. Tabii zirvelerinin bembeyaz kar örtüsü de kirlenmiş iç ve dışın meleği olurdu.

Her güzellik konuşan ayrı bir dil gibiydi dağlarda… Kuşlar şarkılarından, geyikler ve aslanlar ayak izlerinden tanınırlardı. 

Ey dağlara aşağılardan bakarak hayal kuranlar. İlham geldi, diye dağ şiiri yazanlar! Siz, ey dağı konuşturduğunu sanan nadanlar! Tek taraflı sevgi olmayacağını anlayın artık!

Dağ çağrısına cevap verme zamanı geldi. Bir çağrı almışız gibi dağlara doğru gidelim. Dağa doğru bir adım atalım ki, dağ da bize doğru gelsin; diriltici sesiyle ayet ayet konuşsun.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Arayış / Şeref Akbaba
Nasıl da Zormuş / Nurullah Genç
Vefatının sene-i devriyesinde Alafortanfonik Lafla... / Necmettin Evci
Dağ İle Konuşmak Üzerine Bir Deneme / Mücahit Koca
Sanatta Niteliksiz Nicel Sorunu / Salih Uçak
Tümünü Göster