testi kırıldı…
ve saçıldı bütün kelimeler;
çıplak ayaklarımda kasım soğukları
ben, ismini koyamadığın ruhun en ince hali: sanat
Sanat, benzerlerden benzersiz bir kurguyla farklı olanı güzellik unsuruyla yeniden yorumlamaktır. Sanat, nesnelerden mümkünler vasıtasıyla bir fenomen meydana getirme sürecidir. Özgün bir özne formunda renk, şekil, mana ve isim alarak başkalaşan bu yeni şey, kendisini meydana getiren malzemeden büsbütün başka bir varlığı ifade etmektedir artık. Mana, insandaki ruha delalet eder ki, cismi güzelleştiren odur.
Sanat, doğası gereği ruha aittir ve maddi illetlerden münezzehtir.
Sanat için böyle ideal bir tanımlama mümkün olsa keşke. Güzelin olmadığı yerde sanat ve estetik olmaz, diyebilsek keşke. Ruh ve madde arasındaki ahengi idrak edip mutlak ve daimî olana rücu etmek nasip olsa keşke. Maddeden manaya yükselmeyen, maddenin aslî ruhunu keşfedemeyen sanatçı olamaz. Keşfî ve hayretî olmayan körlerin elinde evrilip çevrilen şey sanat eseri olmadığı gibi; her bakımdan bir ucubeyi andıran bu şey de sahibini sanatçı yapmaz. Lakin her devir, birilerini geçici olarak sanatçıymış gibi göstermeye elverişlidir. Her ne kadar zaman eleği bütün bunları ayıklayıp bir kenara koyacaksa da bunu görememe düşüncesi insanı hüzne sevk etmektedir. Zira yaşarken değer görmesi gereken gerçek sanatçı bu durumda keşfedilemeyebilir. Halbuki, marifet iltifata tabidir ve müşterisiz meta zâyi olur.
Çağımız, değer ve erdemden uzak ucuz popülizm üzerine inşa edilmiş sanal bir gerçekliğe teslim olmuş durumdadır. Algı bütün alanlara sirayet etmiş, hakikatin kendisinden çok gölgesi konuşulur hale gelmiştir. Toplum, bu yeni algıya göre potansiyel tüketici olarak kabul edildiğinden sadece ticarî sahada değil, bütün alanlarda mesaj kaygısına maruz kalmaktadır.
Modernist kültürün post-modern dönüşümünü kendince yorumlayan kimi yeteneksizler, aydınlanmamış sıradanlıklarıyla politik bir trajikomedide başrol oynamayı marifet saymaktadırlar. Sanat, elbette toplumdan ve politikadan ayrı düşünülemez. Ancak, sanat politikanın emrine de verilemez. Sanatı, politik kaygılara kurban etmek veya böyle bir yola tevessül etmek büyük bir hatadır. Tarih, bu tür girişimlerin nelere mal olduğuna şahittir. Güdümlü sanat anlayışının hâkim olduğu devirlerde sanatçının ortaya koyduğu eserlerde estetik değer kadük kalmıştır. Estetik kaygıyı önceleme bağlamında gösterilecek hassasiyet sanat açısından hayatî değerdedir. Bu bakımdan sanat eserinde örtülü -zımnen- verilmesi gereken mesaj, bir öğretiyi tebliği edecek nitelikte alenileşirse orada estetik adına bir şey kalmaz.
Sanatta Otonomi/Özerklik Durumu
Sanat, özü itibariyle özgün ve özerktir. Ancak sanatçı kimliği altında sanatı şahsî emelleri doğrultusunda kullanmaya çalışanların içine düştüğü gülünç durum, kendilerince görülmediğinden olacak ki basitlikleri devam etmektedir. Estetiği, etikten ve ilimden ayrı düşünebilme gafleti, bir nevi cahil cesaretine dönüşebilmektedir. Batı düşüncesinin sanat ilkeleri arasında “ethos ve logos” en başta gelmektedir. Bizde de Fuzûlî’nin “ilimsiz şiir, temelsiz duvara benzer; temelsiz duvar ise değersiz”dir mealindeki tespiti, üzülerek belirtmeliyim ki bilinmemektedir. Sanatın ve sanatçının özerkliği, şuurlu bir duruşla beslendiğinde her bakımdan anlamlı ve başarılı ürünler ortaya çıkar. Lakin, politik kaygı veya tahakküm emareleriyle vücut bulmuş eserlerde estetik özgünlüğü yakalamak neredeyse imkansızdır. Bu nedenle sanatçının ideal dengede konumlanmış olması önemlidir.
Sanatçı veya yazar kavramının içi boşaltıldıkça taklit ve tahrip eden “sanatımsı” pek çok “şey”le karşılaşma sorunu ortaya çıkmaktadır. Köksüz, gelenekten habersiz, zemini olmayan ve günübirlik tüketilecek “çerezlik” dozlar, eser diye sunulabilmektedir. Burada şöyle bir soru akla gelebilir: Sanat, topluca üretilen ve tüketilen bir “şey” midir? Bunun cevabını her okur, her sanatsever kendince düşünüp verecektir. Lakin görünen manzara şu: yazan çok, yazar yok; taş yontan çok, fakat kendini yontup var eden heykeltıraş yok; boya fırça tamam lakin resim ve ressam yok; maskeler tamtakır ama sahne yok; senaryo çok söz yok…
Tehlikeli olan şudur: Niteliksiz nicel çoğaldıkça nitelikli azınlık kaybolmaktadır. Kimi sanat çevrelerinde niteliksiz nicelin çeşitli komünal klikler oluşturup sanatsal aforozlara kalkıştığını görmek, hakikatten ürperticidir. Nitelikli olanı baskılamak, kendine benzemeyen gerçek değeri görünmez kılmak için yapılan bu aforozun nelere mal olacağını kestirmek güç değildir. Malum olduğu üzere prestij ve iltifat, sunî bir payeyle örtülebilmektedir. Sanatsal özerkliğin anlaşılmadığı veya bilerek yanlış yorumlandığı bu çağda özne insandan edilgen nesneye geçişlerin hızlandığını görmek mümkündür. Estetik özerkliği ve özgünlüğü, öznellikle karıştıranlar, sayısız niteliksiz nicelle karşımıza çıkmaktadırlar.
Manifestosuz Sanat
Kudema, bir sanat manifestosuyla ortaya çıkar; kim olduklarını, ne yapmak istediklerini bir dizi ilkeyle ilan ederlerdi. Bu manifesto, bir nevi “edebî namus” kabul edilirdi ki, topluluğa mensup sanatçılar kelimenin tam anlamıyla “efradını cami ağyarını mâni” idiler. Belli bir amaç ve ilke doğrultusunda sanat faaliyetini gerçekleştiren sanat toplulukları, kendi devirlerinde çok ciddi eserler meydana getirebilmişlerdir. Onlar için sanat, bir mücadele alanı ve eksen değiştirme zeminiydi. Gautier’in “l’art pour l’art”ı böyledir;ona karşı önerilen “l’art pour la société”böyledir.Bunlardan mülhem “sanat, şahsî ve muhteremdir” ifadesi, edebî ve felsefî dayanakları olan sağlam bir ilkedir. Bunlar çoğaltılabilir… Ancak, post-modern dönemin niteliksiz niceli, geçmişle bir bağlantı kurmadığı gibi geleceğe kalma gibi bir kaygısı da yoktur. Hemen her alanda olduğu gibi, ne yazık ki sanat alanında da güncel olarak tüketilebilene odaklanan bir anlayış söz konusudur. Dolasıyla estetikten yoksun arzu nesnesi-eropolitik sapkınlık sanatın geleceğini tehdit etmektedir . Kutsal ilkesi haz olan ve bayağılığı teşhirden başka bir görevi olmayan kalabalıklar, görüntüsü muğlak; sesi cırtlak bir sanat nosyonuyla arzı endam etmektedirler. Bugünün sanatsal niceli, sığ sularda debelenip sıçrattığı suyu, dalgaya yormaktadır. Bu iflah olmaz yanılgıyla tutulduğu sıtmayı da cezbeye mukabil sayabilmektedir. Zihinsel tansiyon düşüklüğüne bağlı baş dönmesini, kerameti kendinden menkul bir sanrıya dönüştürmede de mahirdir.
Bugünün niteliksiz niceli, gündeme tutunarak yaşayabilmektedir. Bu, bir bakıma trake solunumudur. Yani politik ve maddi illetler olmadan varolma ihtimali düşüktür. Eskiler öğrendikçe, bilgi ve irfanları çoğaldıkça sağalır; daha mütevazi olurlardı. Yaşayıp öğrendikçe ne kadar az bildiklerini fark edip teslim olurlardı. Bu, mutlak bir kemâl haliydi. Oysa niteliksiz nicel, pervasız bir cüretle bu sahada kendine yer bulursa işte o zaman sanat için tehlike çanları tekrar çalmaya başlar.
Sanatın İktidarı Mümkün mü?
İdeal acıdan sanatın mutlak iktidarını mümkün kılmak çok kolay olmayabilir elbette. Ancak sanat ve patronaj ilişkisi bakımından bunu ideale yakın bir konuma taşımak, bütün paydaşlar için elzemdir. Bu bağlamda başta patron olmak üzere sanatçı kadar çağın sanatseverine de iş düşmektedir. İktidar sahiplerinin “marifet iltifata tabidir ve müşterisiz meta zâyi olur” fehvasınca sanatı ve sanatçıyı koruyup kollaması, sanatın iktidarı için önemli bir emaredir. İtalya’daki Medici ailesi, İstanbul’un fethinden sonra Fatih’in bilim ve sanat adamlarına gösterdiği ihtimam ve onları taltifi, kendileri de birer sanatçı olan Osmanlı Sultanlarının sanat ve edebiyat meclisleri… gibi örnekler, bu noktada derinlikli bir bakışı hak etmektir. Sanat ve iktidar dengesi, estetik varidatı doğrudan etkileyen bir unsurdur. Sanatçı, toplum meselelerini konu edinirken herhangi bir tesir altında kalmadan özerk bir tutumla duygu ve düşüncesini ifade edebilmelidir. Bu yönüyle sanatçının patronla muhasiplikten çok musahiplik ilişkisi içinde olması sanatın tabii kanunu olarak kabul etmesi gerekiyor.
Sanat, kültür ve medeniyetle neşvünema bulur. Sanatın iktidarını öncelemeyen toplumlar, sonsuz bir kısırdöngüde kendini tekrar etmekten öteye gidemez. Mademki “her sanatçı çağının şahidi ve failidir” (Şeref Akbaba) o halde içinde yaşadığı toplumun açmaz ve çıkmazlarından sıyrılmayı bilmelidir. Kendini sanatın gerçek aynasında tartan sanatçı; otantik mi, yoksa oryantalist mi olduğuna pekâlâ karar verebilir.
Tabii olanın reddi, kişinin kendi inkârının ikrarıdır vesselam.