Kartal

Birbirine eş iki kara kartal,
Tırnakları elmas gibi
Nefesi rüzgâr gibi
Üç kuşak göğün derinliklerinde
Ay kanatlı kuş uçurtmazlar
Üç kuşak Altay’ın üzerinden
Yabani hayvan geçirtmezler
Göğün dibini koruyan bu iki kartalım
Demir kavağın ortasında
Yuvalanmış bağrışırlar
(Maaday-Kara/ Altay Destanı)

Göğü delen şimşek bakışlı kartal, kuşların hükümdarıydı.
Gök, toprak ve denizdi yoldaşı. Kanatları mağripten maşrıka siyah bir örtü gibi sarardı geceyi. O kanatlar rüzgârda savrulmadan göğün sesi çıkmaz, yağmur yağmazdı. Hele kanatlarını göğün derinliklerine bir açtı mı güneş tutardı ellerinden. Sonra ansızın yönünü okyanusun buz gibi sularına çevirir, ta derinlere kadar dalar; yeniden güçlenir, gençleşirdi.
Bir gün kuşların hükümdarı heybetli yüce kartal tam da göğün dibinden denizlere dalarken birden her şey karardı. Derin, sessiz, kocaman kara bir boşluk. Korkuyla süzüldü toprağın üzerine, hemen oğluna haber saldı.
Hükümdarın oğlu genç kartal, babasının sönmüş gözlerine bakıp ürperdi. Hükümdarı kucağına almış avutan toprak, bir sır fısıldadı genç kartalın kulağına.
“Var git bul âb-ı hayatı, ki o saf çeşmeden akar.”
Genç kartal tam da “Nerede bulurum onu?” diye soracakken toprak devam etti.
“Kılavuzun güneş olsun. Bakışların ateş… Kanatlarını yay gibi aç. Sakın gözlerinin önünden ayırma güneşi.”
Genç kartal pençeleriyle kaldırdı babasını, doğudan batıya doğru uçmaya başladı. Hem uçuyor hem de gördüğü her yeri, duyduğu her şeyi usul usul babasına anlatıyor, derdin derdimdir der gibi üzmeden, incitmeden babasının acısını sarmaya çalışıyordu.
İlkin Babil’in göğünde süzüldüler. Yemyeşil bir ovada otlayan bir koyun sürüsünün üstünden geçtiler. Tam da o sırada sürüye yaklaşan başka bir kartal koyunlardan birini tam kapıp gidecekken sürünün köpeği kartala doğru havlayarak koyunu kurtardı. Bu kez kartal yönünü göğe çevirip iyice yükseldi, yükseldi sonra ansızın müthiş bir hızla geri dönüp köpeği yerden kaptığı gibi havalandı. Köpeğin sesi artık duyulmaz, şekli şemali görünmez oluncaya dek gökyüzüne yükseldi ve göğün tam tepesinden köpeği aşağı bıraktı.
Güneş battı, gök karardı genç kartal pençesinde babasıyla birlikte uçmaya devam etti. Yalnız kanatları uçmaktan öylesine ısınmış, ateş saçıyor; dört bir yanı gün gibi aydınlatıyordu. Bu yüzden kara gecenin ortasındaki kara bir örtüye sarılı Kabe’yi gün gibi ayan beyan görebildi. Genç kartal bu sefer, Kabe’nin tam da üzerinde süzülen arkası siyah, göğsü beyaz, pençeleri sarı bir kartal gördü. Bu sırada Kabe’nin duvarında bir yılan ağzını açmış, kartalı yakalamaya hazırlanıyordu. Bir kartalın fırtına gibi güçlü, şimşek gibi hızlı kanatlarına hangi yılan karşı koyabilirdi ki? Kartal, yılanı kaptığı gibi dağlara uçtu.
Genç kartal uçmaya devam etti. Karanlıkta yoluna devam eden elbet aydınlığa ulaşırdı. Derken sabah oldu. Güneş, geniş ovaların üzerine kurulmuş çok güzel bir memleketin üzerine doğmuştu. Uzakta öylesine güzel bir saray gördü ki, ab-ı hayat mutlaka bu sarayda olmalı deyip saraya doğru uçmaya başladı. Sarayın geniş koridorlarından, yakutla, safirle, zümrütle süslenmiş odalarından bir bir geçerek kapısına koca bir kilit vurulmuş ahşap bir kapının önünde durdu. Yalnız kapının üstündeki küçük bir delikten içerde olanları ayan beyan görebildi. Odada demirden yapılmış, bütün odayı saran bir halka; halkanın tam ortasında da oturmuş bir kartal gördü. Kartal, gagasından bir zincirle bu halkaya bağlı öylece duruyordu. Kapının deliğinden kendisini seyreden genç kartalı görünce öfkelendi. Ona kim olduğunu, ne cüretle buraya gelebildiğini sordu. Genç kartal kendisine sorulan soruyu hiç duymamış gibi ona neden bu odanın içinde kilitli olduğunu, gagasından bir zincirle bu demir halkaya niçin bağlandığını, bu demir halkanın içinde ne işi olduğunu sordu.
Halkanın ortasındaki kartal sinirlendi. “Eğer Allah senin bunları bilmeni isteseydi sana bu sırrı açıklardı. Şimdi sen benim sorularıma cevap ver.” Deyip ayağa kalktı.
“Dünya üzerinde yalan-dolan arttı mı?”
Her bir yeri dev gibi taş binalar kapladı mı?”
“Adalet yok oldu mu?”
“İnsanlar köylerini, evini-barkını terk etti mi?”
Genç kartal soruların her birine” evet” cevabı verdikçe halkanın ortasındaki kartal göğsüne öyle kabarttı, öyle kabarttı ki, vücudu bütün odayı doldurdu. Genç kartal korkuyla saraydan dışarı çıktı. Günler ve geceler boyu hiç durmadan Doğudan Batı’ya doğru uçmaya devam etti.
Tire’de deniz ortasında yüzen iki küçük ada gördü. Bu adalardan biri yemyeşil, diğeri kupkuruydu. Yemyeşil adanın üzerinde dalları ta göğü saran bir zeytin ağacı vardı. Zeytin ağacının en tepesindeki yaprakların arasında bir kartal yuva yapmış oturmuş; kartalın hemen yanında bir su kabı duruyordu. Bir yılan da ağacın gövdesine sarılmış, yukardaki kartala göz dikmişti. Yalnız, zeytin ağacı kendi kendine yanmakta, ağaçtan fışkıran kıvılcımlar ne zeytin ağacını ne de kartalı yakmadan onları usulca sarmaktaydı. Genç kartal, şaştı bu işe. Oradan hızla uzaklaştı.
Yolda Hz. Süleyman’ın kartalını gördü. Bu kartal Tadmor şehrinin inşası için her gün bütün çölü geçer, sonra Süleyman’ın sarayına geri dönerdi. Tadmor, karanlıkların dağlarında bulunur; bütün ruhlar ve devler bu şehirde buluşurdu. Genç kartal, Hz. Süleyman’ın kartalına hemen oracıkta babasının başına gelenleri anlattı ve ab-ı hayatın yerini sordu. Hz. Süleyman’ın kartalı şöyle dedi:
“Güneşin battığı ve doğduğu yerde yüz seksener pınar gürül gürül akar. Güneş her sabah bu pınarlardan birinden doğar, her akşam bu pınarların birinden batar ve her gece melekler tekerlekli bir arabayla güneşi arşın en altına çekerler. Bilesin ki güneş o gün hangi pınardan doğuyor, hangi pınardan batıyorsa âb-ı hayat o pınarlardan akar.
Güneş’in batmasına az bir zaman kalmıştı. Genç kartal, ta güneşe yükseldi. Kanatları neredeyse alev alacaktı. Gökyüzü bir gül gibi kızarmış, göğün en batısında gürül gürül çağlayan pınarlar ayan beyan görünür olmuştu. Ne zaman ki güneş batar, bu pınarlar ansızın kaybolurdu. Genç kartal, telaşla pınarların başına varıyor, kanatlarını gürül gürül akan suların altında tutuyor sonra kanatlarından damlayan suları aceleyle babasının gözlerine sürüyordu. Genç kartalın babası umutla gözlerini açıp dünyayı yeniden görmek istiyor lakin her seferinde “sönmüş bir yıldız gibi” koyu bir karanlıktan fazlasını göremiyordu. Genç kartalın ümidi tükendi. Güneş son ışıklarını nazlı nazlı göğe bırakırken artık pınarların suyu çekiliyor, her yerin üstü siyah bir örtüyle kaplanıyordu. Genç kartalın takati kalmamıştı. Kurumaya yüz tutmuş son çeşmenin başına geldi, kanatlarını suyun altına tutup zorla ıslattı. Son kez ıslak kanatlarını babasının gözlerine sürdü. Genç kartalın babası çaresizce gözlerini açtı. Sönmüş bir yıldız görmekti beklediği ama öyle olmadı.
Arşın altına çekilen güneşin hemen önünde oğlunun bir ateş topu olup güneşe karıştığını gördü.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Arayış / Şeref Akbaba
Nasıl da Zormuş / Nurullah Genç
Vefatının sene-i devriyesinde Alafortanfonik Lafla... / Necmettin Evci
Dağ İle Konuşmak Üzerine Bir Deneme / Mücahit Koca
Sanatta Niteliksiz Nicel Sorunu / Salih Uçak
Tümünü Göster