Ubeydullah Beşir KÖROĞLU
“Annem çok küçükken öldü
Beni öp, sonra doğur beni”
Çökmüşüm, yalnızlığına bir bankın. İçimde kabul görmüş bir çaresizlik. Yazmaya…
“İsmet’i gördüm geçmiş gün. Omuzları geniş, saçları yana taralı, sakallarındaki hafif bakır rengi tellerle… Her zamanki İsmet.”
Üzerime sinen yeni içilmiş sigaranın kokusu. İsmet’in o günkü halini düşünüyorum. İçime doğru akan bazı kelimeler var. Toplasam, belki bir cümle olamayacak kadar birbirinden anlamsız kelimeler.
“Otobüsün arkalarına doğru bir yer bulmuş. Başı cama yaslı. Beni fark etmedi, gözlerinde canlanan başka bir resim var gibi.”
Susmayı umuyor içim. İçim içimde bir kör bulmaca. Muamma? Yo, hayır! Fazlası…
“Yaklaştım. Beni görünce yüzünde içtensiz bir tebessüm. Hareketleri yaşından beklenmeyecek kadar ağır. Yaş? Yanındaki boş koltuğu göstererek…”
İsmeti o gün tanıdım. Kaç senelik dost. Sahi?
“Uzunca bir müddet konuşmadan… Bir ara derin bir nefes aldı. Konuşacak gibi oldu. Bir şey dokundu sanki sözüne. Sustu, sustuk.”
İsmet’in anlattıkları geliyor şimdi aklıma. Banklar, şehrin yeminli tanığı. Huzuru kaçık, rahat vermiyor. Kıpırdanıyorum hafif. Cebimdeki bozuklukların sesi bir çocuğun ağlamasına karışıyor.
“Yaklaşan ilk durakta indik. İsmetin sessizliği; gecenin uzunluğunda insanı huzursuz eden sessizlik. ‘Hatırlıyor musun?’ dedi. Sessizliği bozmuştu fakat şimdi benden bir cevap bekliyordu. ‘Neyi?’
Yine tebessüm. Aynı içtensiz tavrı yoktu bu sefer tebessümünde. Daha bilindik bir hâlin yüze yansıması
Beklediği bir cevap.”
Elimde nereden geldiğini hatırlayamadığım bir otuz üç. Büyüyor tane tane. Sabrı parmaklarımın ucunda sayıyorum. Bir parmak, üç tane. Tek kelime yazamadan geçirdiğim her dakika.
“Soruma cevap vermemişti. Geçen zaman onun ağırlaşan hareketlerinde uzadı. ‘Hastaneden aradılar bugün.’ Dedi. Vücudum gerilmiş, kopmaya hazır bir tel. Tizceden bir ses. Tırnaklarımın etini kazıyorum. ‘Annem ölmüş.’
İsmet annesinden hiç bahsetmedi onca yıl. Kızgındı, bilmem? Kırgındı ama. İnsan kırıldığı yerde susar.
İsmet’in yetiştirme yurdundaki zamanları geliyor aklıma. Yurdun; yüzü kırış, saçları seyrek, gözünde kalın camlı gözlükleriyle müdürü.
Çökmüş vücudunu taşıyan el işi baston. Bastonun yere vurma sesi. Vurdukça çoğalan. Yayılan.
Yetiştirme yurdunun duvarları soğuk, samimiyetsiz, iki yüzlü… İnsan kadar olmasa…
İki yüzünden biri bize bakar. Bahçeye çıktığımız saatler. Hayal kurduğumuz…
Annesinin ikinci evliliğinden sonra… Üvey baba. İsmet; istenmeyen evlat.
“İsmet’i ben o gün tanıdım. ‘Annem ölmüş’ derken ki titreyen sesinde… Gözlerindeki kimsesizliği saklamak için yüzüme bakmıyordu. Attığı adımları sayar gibi bir hâli vardı. Nereye gittiğini bilmeden. İçinde hissettiği acıyı terk etmek için…
Az önce ağlayan çocuğu görüyorum. Kollarını açmış. Koşuyor. Karşısında ona doğru gelen bir kadın. Anne. Merhametin bir bedende can bulmuş hali. Peki ya İsmet? İsmet’in annesi?
Cebimdeki kopartma defterini çıkarıyorum. İçime doğru akan birbirinden anlamsız kelimeler.
Anne. Merhamet. İsmet.
Sarmaştılar. Çocuğun kolları annenin boynunda. Biraz sonra bir adam geldi. Telaşlı adımlarla. Çocuğa baktı ilkin. Yüzünü okşadı, yarası var mı diye kontrol etti. Babasıydı muhtemel. İkisini de sardı kolları. Bir daha kaybetmek korkusu, kavuşmanın şükrüyle.
“‘Başın sağ olsun’ dedim. Duymadı, duymazlıktan geldi belki ama tepki vermedi.
‘Babamın eve bir daha gelmeyeceğini öğrendiğim günü hatırlıyorum. Daha çok küçükmüşüm. Annem saçlarımı okşuyordu o sıra. Biliyorum o günden sonra okşamadı hiç.
Çok geçmedi başka bir adam gelmeye başladı eve. Anlamamıştım ilk. Sonra…’ yutkundu. Boğazında iliklenen birkaç cümle değildi. Unutamadıkları, yalnızlığı, söyleyemedikleriyle… Hepsini yuttu. ‘Biliyorsun’ dedi.
Biliyordum. Tüm hikâye bu kadardı. İsmetin yetiştirme yurduna gelişi, her gün yurdun müdüründen paylanması… Kimi gözü şiş, kimi dudağı yırtık yatakhaneye geldiği zamanların hiçbir hükmü yoktu. Her şeyin başı ve sonu o adamdı.
Şimdi aklımda İsmet’in hikâyesi. Dudağımda daha yeni yakılmış bir sigara. Kopartma defteri. İçime doğru akan kelimeler.
İsmet. Baba. Özlem. Üvey baba. Yetiştirme yurdu. Müdür.
“İsmet’i gördüm geçmiş gün. Omuzları geniş, saçları yana taralı, sakallarındaki hafif bakır rengi tellerle… Her zamanki gibi.”