I.
aklın ve kalbin hezimete uğradığı bir çağdayım
biliyorum, kolay anlaşılmayacak elbet bu keşmekeşliğim
hangi duvara sırtımı dayasam çöküyor, görüyorsun
görüyorsun, bu gözlerim bu ellerim bu kulaklarım
her şeyi bildikleri halde bana aleyhtarlık ediyor
ve biliyorsun gene, yoruldum artık tüm ikiyüzlülüklerden
küllerimi nereye savursam gene de yaranamıyorum
gören de bilen de hatta susan da sensin,
bunu da bir tek sen biliyorsun.
zamanı ve mekânı algılayamıyor kimseler
onlar hakkında kesin bir kanıdan kaçmak yürürlükte
çünkü başı ve sonu belli olmayan günlerdeyiz
çünkü bildiklerimizin bir başı ve sonu yok
sesimizi kuşanıyoruz durduk yere
bizi en kanlı destanların ortasında bırakan
o alaca sesimiz…
ki büyüyüp duruyor gibi bir yumru bir yumruk
yerini daima boş bıraktığımız gölgemize.
sonra gılgameş’i anımsıyoruz
bir yanı ur öbür yanı uruk
yarım yamalak söylencemiz olsa da buruk
nasıl olsa başının ve sonunun ne olacağını
sadece biz biliyoruz.
II.
duvarlar var yıkılmaz, aşılmaz ve aşınmaz duvarlar
senle benim aramda, onunla bir diğerinin, öteki
ile ötekinin arasında. neye yarıyorlar, çok iyi biliyoruz.
bütün sabahlarımız ipotek altında bütün gecelerimiz
dünümüz, bugünümüz, yarınımız hatta bir bütün
dilimiz dönmüyor ifşa etmeye el vermiyor elimiz
kime yarıyor bütün bu yalnızlıklar, bunu bilmekten
geliyoruz.
sonra gılgameş’i hatırlıyoruz
bir yanı ur bir yanı uruk
acıyan şu kalbimiz olsa da buruk
nasıl olsa bir ömrün nasıl biteceğini
sadece biz biliyoruz…