Yunus ne hoş demişsin,
Bal ü şeker yemişsin,
Ballar balını buldum,
Kovanım yağma olsun!
Yunus Emre
Milletlerin tarihinde toplumun duygu ve düşüncelerini en üst seviyede ifade eden önemli kitaplar vardır. Dil, tarih, düşünce, sanat, siyaset gibi pek çok konuda yazılı olan söz konusu kitaplar, asırlar boyunca elden ele dilden dile aktarılarak ortak bir hafıza/bilinç oluşturur. Orhun Yazıtları, Divân-ı Lügâti’t-Türk, Divân-ı Hikmet, Atabetü’l-Hakâyık, Kutadgubilig (iki cihan saadetinin bilgisi) gibi eserler bu cümledendir. Bunlara Mesnevî, Makalât, Garibnâme, Mevlid gibi nice eseri ilave edebiliriz. Birbirinin (güncellenmiş) devamı niteliğinde sayılabilecek ilgili eserler, Türk milletinin zorluklar karşısındaki tavırlarının nasıl olması gerektiğinin yönünü belirlemiştir.
Adı geçen eserlerin müelliflerinin her birinin yetişme tarzları ve elde ettikleri konumlar, eserlerinin kalıcılığının sebepleri hakkında bize bir şeyler söyler. Uluğ Has Hâcib Yusuf, soylu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş, iyi bir eğitim görmüş, meşhur eserini Karahanlı Devleti hükümdarı Uluğ Buğra Han’a takdim etmiştir. Kendisine ‘görevlerin en incesi’ olan has hâciblik mansıbı verilmiştir. Bilgelik ve şairlik kudretini gösterdiği Kutadgu Bilig’inde Has Hâcib, belli bir dünya görüşü çerçevesinde ve kendi döneminin bilgi birikiminden hareketle sorunlara çözüm önerisinde bulunmuştur. Eseri kalıcı kılan husus, sonraki dönemlerin sorunlarına da çözüm sunabilme kapasitesidir. Bu bakış açısıyla Kutadgu Bilig’i, âsâr-ı bakiyeden sayabiliriz.
Karahanlı Devleti, içinde bulunduğu coğrafi şartlar itibarıyla Türk, Çin ve diğer ırklarının kavşak noktasında kurulmuştur. İslam’ı kabul eden ilk Türk devleti olarak bilinir. Irkların, inançların, kültür farklılıklarının harmanlandığı mezkûr coğrafyada fert ve toplum yapısı olarak ‘insan’ca ayakta kalabilmenin zorluklar içerdiğini düşünebiliriz. Böyle bir coğrafyada, İslam temelli bir toplum yapısında iki dünyada saadete erebilmenin yolu yöntemi nedir sorusuna cevaben Has Hâcib’in kaleme aldığı eser bugün de dikkatimizi çekmeye devam etmektedir.
…
Kutadgu Bilig’te varlık ve evren tasavvuru olarak şunları görürüz: Âlemi yaratan Allah, her şeyi bilen, her şeye kâdir olan, kullarının iyiliğini isteyen varlıktır. Evren, on iki burç halindedir. Allah, kullarına akıl, fikir vermiş, peygamber göndermiş, yaşayabilecekleri bir dünyada onları mevcudiyete büründürmüştür. “Tanrı, insanı yarattı, onu seçerek yükseltti. Ona fazilet, bilgi, akıl ve anlayış verdi. Gönül de verdi. Onun dilini açtı. Ona bilgi verdi. Anlayış verdi ve böylece düğümler çözüldü.” (Beyit-148-150).[1] Kut anlayışının da bulunduğu bir kültür ortamını hafızamızda tutarak Kutadgu Bilig’te Kur’an-hadis temelli bilgilere ve o dönemin evren tasavvuruna dair verilerle karşılaşırız. Ferdin bu âlemdeki konumu ve toplum içindeki durumunun izahı bu açıdan önem arzeder. Birisi insanın iç dünyasının anlam arayışı ile diğeri siyaset-ahlak ile ilgilidir. Böylesine önemli konularda mezkûr eserin şiir diliyle (ve arûz ölçüsüyle) kaleme alınmış olması hem dil zevki hem onun dilden dile (ve gönülden gönüle) aktarımı ile doğrudan ilgili olduğunu belirtmemiz gerekir.
Realitede ve dini yapılarda insan, yalnız yaşayan bir canlı değildir. Onun iç dünyası yanında dış dünyası da vardır. Bu iki unsur, sürekli etkileşim halinde olup insanın bilincinin daimî surette oluşumuna kaynaklık teşkil eder. İnsan bedenindeki beyin, vücudun idaresinde nasıl önemli ise onun sağlıklı çalışmasında bedenin sağlıklı olması da aynı ölçüde önemlidir. Fert-devlet ilişkisi buna benzetilebilir. Has Hâcib, o dönemin evren tasavvurunun etkisi ile konuya dair şöyle bir betimlemeye gider. Töre (doğru kanun), kut, akıl ve gönlü temsilen gündoğdu (kün-toğdı), aydoğdu (ay-toldı), ögdülmüş (ukuş), odgurmış şeklindeki dört isim bize hakan, vezir, vezir-oğlu ve zahid tiplemesi üzerinden siyaset-ahlak ilişkisini anlatır. Bunlar içinde hakan/hükümdar, gündoğdu yani güneş tiplemesi ile anılır ki, adaleti, kanunu, değişmez olanı, sabiteyi ifade eder. Hükümdar, güneş misali, gökyüzünde değişmeden kalan, ışık ve ısısıyla her şeyin üzerine doğan ve onlara hayatiyet bahşeden bir varlıktır. Bu açıdan Kutadgu Bilig’te hükümdarın (gündoğdu), vezir (aydoğdu) ile konuşması meseleyi oldukça canlı biçimde resmeder:
Gündoğdu (hükümdar):
- Âlim kişi, benim tabiatımı güneşe benzeterek bu adı verdi.
- Güneşe bak, küçülmez, bütünlüğünü daima muhafaza eder, parlaklığı hep aynı şekilde kuvvetlidir.
- Güneş doğar ve dünya aydınlanır. Aydınlığı bütün halka erişir, kendinden bir şey eksilmez.
- Güneş doğunca yere sıcaklık gelir, binlerce renkli çiçek açar. Temiz ve kirli demeden her şeye aydınlık verir. Güneşin burcu sabittir, temeli sağlamdır. Onun burcu Arslan’dır. Yerinden kımıldamaz. Onun için evi bozulmaz. Benim durumum da böyledir. (Beyitler- 824-835).
Devleti ve toplumu ayakta tutan güç, kanunların varlığı ve uygulanmasıdır. Bunların başında akıl gelir. Akıl olmazsa insanın değeri kalmaz. Bu açıdan bilgi, âlim, eğitim önemlidir. Halkı rahata kavuşturan ikinci unsur kanun ve kılıç, üçüncüsü ise sessiz adalet denilen paradır. Has Hâcib, bunlar olunca halkın sevinç içinde yaşayacağını söyler. (Beyit-817-819, 2133, 2143). Bu durum, asırlar sonra Kınalızâde tarafından geliştirilecek bir siyaset kuramıdır. Hükümdar, oturduğu tahtın yanında bıçak, şeker ve zehir bulundurur. Bunlar birer semboldür. Bıçak, doğruyu yanlıştan ayıran adaleti; şeker, zulme uğramış olanların hükümdar nezdindeki yerini ve değerini; zehir ise zâlim olanlara verilen cezayı sembolize eder. (Beyit-810-814). Bütün bunların amacı şunun içindir: “Beyliğin temeli, doğruluktur. Beyler doğru olursa, dünya huzura kavuşur!” (Beyit-819).
Devlet yapısı içinde muhtelif gruplar vardır. Yöneticiler (âmirler), âlimler, askerler, tüccarlar, çiftçiler vd. Bunlar arasındaki geçişkenlikler, irtibatlar belli bir kanun/töre çerçevesinde işler. Kutadgu Bilig’teki dörtlü taksime dayalı bakış açısı, sonraki asırlarda Kınalızâde ve Katip Çelebi gibi düşünürlerde anâsır-ı erbâ (dört unsur) veya dört hılt (karışım/bedendeki sıvılar) üzerinden betimlenerek anlatılacak ve bir gelenek oluşturacaktır. Sözü edilen dörtlü taksimde gündoğdu adıyla anılan hükümdar, kut ve beylik ile yönetimin başına geçmiş, asil karakterli duruşuyla sabiteyi sağlar ve kanunu uygular. İcra makamındaki vezir (Aydoğdu), ışığını gün’den (güneş) alır. Onun sabitesi olmaz. Sürekli hareket halindedir ve tıpkı ayın evreleri gibi değişim halindedir. Vezirin oğlu konumundaki ögdülmüş, aklı temsil eder ve vezirin yardımcısı konumundadır. Bütün bunlar, dünyanın zâhiri akışıyla ilgili makamlar ve kişilerdir. Buna mukabil gönlü, hakkaniyeti temsil eden odgurmuş, zühd ve takvanın timsalidir.
Bu yapıda hükümdar, dünyanın işlerini düzene koyarken kuttan aldığı yardımla töreyi uygulamaya, toplum fertlerine eşit mesafede olmaya, hak ve hukuku tesis etmeye özen gösterir. Yönetici, odgurmuş’un nasihatlerinden hareketle öteki dünyanın saadeti için burada yapılması gerekenleri yerine getirmelidir.[2] Dünya, geçici olup aldatıcıdır. Has Hâcib, dünya(nın aldatıcılığının) ve bedenin (hazlarının), insanın, hakikate ulaşmasına engel teşkil eden birer düşman olduğunu belirtir. Şeytan ise din hırsızı olan başka bir düşmandır. İnsan bunlara karşı hep uyanık olmalıdır. Dünyaya çıplak olarak doğan kişi yine buradan öyle gider. Onun için kişi, ahiret saadetini hedeflemelidir. Yukarıdaki nasihatlerden anlıyoruz ki, Kutadgu Bilig, gerçekte insana iki cihan saadeti anlatan bir eserdir. Dünyanın dönekliği, içinde barındırdığı acılar, Has Hâcib’i şu tür serzenişlere sevketmiştir: “Bugünkü zamana dikkat et. İşler tamamen değişti. Bilgili, hakir oldu. Akıllı, dilsiz oldu. Memlekette fena adamlar çoğaldı. Fesat ve fısk yapanlar mert sayıldı. Helal, büsbütün ortadan kalktı!” (Beyitler- 6451-6457). Gerçekte bu tür sızlanmalar hemen her devirde düşünürlerde bir şekilde kendini gösterir. Bununla birlikte asıl mesele şudur: Bunca acılar, düşmanlıklar, ihtiraslar, savrulmalara rağmen bu dünyada nasıl ‘insan’ olabiliriz ve hakiki saadete nasıl ulaşabiliriz ?
Hâsılı, ilk İslam devleti olması hasebiyle Karahanlılar nasıl bir siyaset takip edebilirdi ? Öyle anlaşılıyor ki, Kutadgu Bilig’te bunun haritası çizilmiş gibidir. İslam vahyi şemsiyesi altında Allah’ın yardımı (inayet, kut) ile hükümdar olan kişi, hem iç dünyasında kendini mukarabe etmeli hem de dış dünyayı kanun (töre) ve ahlak ilkeleri doğrultusunda idare etmelidir. Bu konuda aklı temsil eden ve devlet kademesindeki önemli kişilerle rahatça görüş alış verişinde bulunabilen vezir-oğlu (ögdülmüş) ile her daim devlet konularını müzakere eder. Vezir (aydoğdu) ise tıpkı ay’ın çeşitli evrelerindeki gibi sürekli değişim halinde bulunan dünyevî saadeti temsil eder ve ona tam olarak güvenilemez. Çünkü sürekli değişim dönüşüm halindedir. Bu noktada hakiki saadeti temsil eden odgurmuş’un (derviş, zâhit, gönül) yol göstericiliğinin önemi kendini gösterir. İşte böyle bir döngü içinde hükümdar (gündoğdu), fert ve toplum hayatını idare ve idame konusunda onları sürekli ebedi saadete sevketmekle yükümlü kişi konumundadır. Has Hâcib, eserinde fert ve toplum yapısını siyasetnâme tarzında ortaya koyarken aslında hakiki saadetin ne olduğu sorusuna çözüm aramıştır, diyebiliriz. Onun ortaya koyduğu bu eserdeki görüşleri, sonraki İslam devletlerinde kaleme alınmış ince siyasetnamede üzerinde etkili olmuştur.
[1] Yusuf Has Hâcib, Kutadgu Bilig, çev. Reşid Rahmeti Arat, Ankara 1998, 7. Bsm., Türk Tarih Kurumu Yay., sf. 22-23.
[2] Bkz. Kutadgu Bilig, sf. 256-267 (Beyitler: 3512-3681).