a.
Baharı sessizce yaşamak ve içimdeki med-cezirlerle boğuşan bulanık sulara intizarın notalarını ezberletmek istiyorum. Bu kaçıncı bekletişin, bu kaçıncı umutlandırışın, bu kaçıncı söz verişin… Geldin: taşlar kızarıncaya kadar bendeki umutları harmanlayıp gideceksin. Göğsümdeki inşirahın neşvü-nema bulmasını beklemeden. Yapay çiçeklerin arz-ı endamı bendeki tahrişleri çıbana döndüredursun, her rengini kına yakar gibi sunduğun çiçeklerin zaman ayarını kayda alarak, soluşuna tarihler düşerek… Her bakışın vuslata erdiği demlerde, gurbet şarkılarını da söyleyerek. Kar çiçeklerinin ve leyleklerin intizamını, daha nelerin the end şifrelerini vererek. Ayrılık kokuyorsun hep, bendeki ayrılıkların sonbahara taşınan resmisin adeta. Şehirli kimliğim seni bekledi yıllarca. Ebemkuşağı gibi görünmen ve kaybolmandan başka hatırladığım bir şey yok. Şehir’e küs müsün yoksa? Ne ter kokan toprak, ne de kirli akan sular… Kıyı kenarlarında nükseden paçavra aşklar mı armağanın yoksa? Salon duvarlarında plastik şovlara direnen çerçeveli resimlerinle yetinelim mi istiyorsun?
İçimdeki serinlikten söz etmek, yoksul hüzünleri eritişine de göndermede bulunmak istiyorum. Sitemimin özünde, doğduğum ve büyüdüğüm zamanların bahar sevdası var. Büyük şehirlerin ufku bağlayan silueti. Mevsimleri biribirine karıştırmış. Takvim yaprakları, kar ve yağmur göstergesi olmasa, yılı üçe dörde bölmek imkansız. “Cemre arka sokaklarında şehrin” derken, dışında… Çok uzaklarda. Seni hatıralarla yad ettiğimiz uçsuz bucaksız tabiatı kastetmiştim. “Ya insan, ya tabiat” gibi tercih zorunda kalanlar, şehirden kaçarak dağ başlarında yapayalnız seni bulabiliyorlar. Kurduğumuz şehirler mevsim terkibini seviyor, tazeliği müjdeleyen baharı gizliyor adeta. Yaz-bahar, kış-sonbahar birlikte yaşansın istiyor sanki.
b.
Aynı gökyüzünü paylaştığımızı söylemiştik. Doğal olan ne varsa, uzaklığımızı yakın ediyor, bizi birbirimizle bütünleştiriyordu. Kendi kendimizi aldatışın bir yolu da bu değil miydi? Kelimelerle nasıl da oynuyorduk. İçimizdeki “sen”i “ben”e dönüştürmenin çabası ve gayreti içinde olacakken, paylaşımın en olmazını, en kolayını seçiyorduk. “Seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli” ilkemiz değil miydi? Çabalarımızın özünde gökyüzünü resmetmek, ay batarken kuş sesleriyle uyumak, ipekböceği gibi koza örmek yoktu. “Korkularım sarı kağıtta mühür/acı denizinde dalga dalgayım” şiirinin mantığı vardı.
“Erkenim ol şafak söksün ” dizeleriyle şair bize yardım ediyor. Kırmamak adına değil, beraber olmamak adına üzülmeliyiz. Bu şehir, bu deniz, bu kalabalıklar sensizliğe razı değil. Müjdele, yarın olsun, umut olsun beraberliğimiz. Serinlik çöksün hasret ocağına. Y.Bülent Bakiler ne güzel çağırır:
“Bir gün baksam ki gelmişsin.
Bir güvercin gibi yorgun uzaklardan yâr
Gözlerinde bir bitmez, bir tükenmez güzellik
Saçlarında ilkbahar”