“İbret alın ey basiret ehli!”
[Haşr Suresi, 59/2]
Kur’an, adaleti, ihsanı, yakınlara el tutmayı emrederken fahşayı, münkeri ve bağyi (taşkınlık) nehyeder. Tezekkür etmek için bunları vaaz eder. [Nahl,16/90] “Din, nasihatten (samimiyet) ibarettir” hadisini hangimiz hatırlamaz ki. Tasavvuf ehli, size hatalarınızı hatırlatacak bir dostunuz olsun, tavsiyesinde bulunurlar. Sahabe, bir yere toplanıp oradan dağılırken ve’l-asr’ı okuyup birbirlerine nasihat ederlermiş. Anne babalar, çocuklarına nasihat verirler. Eski masallar, destanlar, atasözleri ise kulaklara küpe birer nasihat nişaneleridir.
Nasihat-nameler, daha çok devlet adamlarına siyaset sanatı ile ilgili bilgi vermek, yönetimde dikkat edilmesi gereken hususlara değinmek amacıyla yazılır. Nasihatül-mülûk, âdâbul-mülûk, tuhfetul-mülûk gibi isimler verilen mezkûr eserler şayet bir alt mertebedeki yöneticilere yönelik kaleme alınmışsa nasihatül-vüzerâ, tuhfetül-vüzerâ gibi isimler alır. Bu tür eserlerde konu olarak devlet idaresinin temel ilkeleri, devlet başkanının özellikleri, memurların tayinleri, ekonomi, devletler hukuku, kul hakları (hukuk), adalet kuralları gibi hususlar yer alır. Konular işlenirken eski devletler, kültürlerden söz edilir ve hikemiyat denilen ahlakî-siyasî birikiminden örneklere yer verilir. Onun için eski Hint, İran, Yunan, Mısır bilgeliği bu açıdan dikkate değerdir. Bu tür eserler, çok eski tarihlerden beri ahlak-siyaset adına önemini hep koruyan eserlerdir.
Günlük hayatta iki tür siyasetin olduğunu biliyoruz:
a- İlme dayalı (ilmî) siyaset: Buna nazarî/teorik siyaset diyebiliriz. Düşünürlerin bir varlık sistemi içinde insanı bir yere konumlandırması nazarî siyasetin konusudur. İnsan anlam ve değerden yoksun yaşayamaz. Önce içinde yaşadığı âleme bir anlam vermeli ki, değeri, kabul ettiği anlam üzerine yükseltebilsin. Onun için varlık-bilgi-değer ekseni üzerinde bir anlam küresi inşa edebilmiş düşünürlere filozof, yaptığı düşünce eylemine ise ilmî siyaset diyoruz. Fârâbî, Âmirî, İbn Miskeveyh gibi mühim filozoflar yanında İbn Sînâ, Gazzâlî gibi şarkın dehası isimleri burada hatırlayabiliriz. Anılan filozofların hayatlarına bakılınca görülür ki, hemen her biri ya sadrazamlık yapmış ya devletin önde gelen bir adamı olarak bulunmuş, ilgililere bilgileriyle yol göstermiştir. Yine bu noktada İbn Sînâ’nın ‘şifa’, Gazzâlî’nin ‘ihya’ adını verdikleri ilmî siyasetlerini hayırla yâdedebiliriz.
b- İcraya dayalı (icrâî) siyaset: Bugünkü şartlarda siyaset denilince daha çok icra planında devlet işlerini yürüten siyasetçiler akla gelir. Bu tür kişilerin yaptığı işe amelî/pratik siyaset diyoruz. Sözü edilen siyasetçiler, devlet – millet işlerini belli bir tecrübe ve birikim üzerinden yürütür, hale yola koyarlar. Bununla birlikte pratik siyasetçiler, devlet-i ebed müddet, nizam-ı âlemi amaç edindiklerinde yanlarında mutlaka ilmî siyaseti olan bir büyük bilgeyi her daim hazır bulundururlar. Onun için Hacı Bayram Veli olmadan Sultan II. Murad’ı, Akşemseddin olmadan Fatih Sultan Mehmed’i, Sühreverdi olmadan Selahaddin Eyyübi’yi, İbn Rüşd olmadan Ebu Yakup Yusuf’u düşünemeyiz. Bu durum geçmişte böyleydi, bugün de böyledir. Beyin-beden misali bu iki siyaset biçimi bir araya geldiğinde ancak hikmetli yönetim kendini gösterebilir. Fârâbî, narazî-amelî her iki hikmeti kendinde toplayan bilge yöneticiyi ön plana çıkarır.
İşte bilge konumundaki kişiler, siyaset ve toplumun düzeni adına nasihat-nâmeler, siyaset-nâmeler, pend-nâmeler (öğütler), ıslahat-nâmeler kaleme almışlar ve düşünceleri insanoğlunun yaşadığı dünyanın imar ve ıslahı adına armağan olarak kalmıştır. Sözü edilen husus, doğuda ve batıda, dünyanın her yanında görülebilir. Günümüzde siyaset düşüncesi olarak okunan, üzerinde yorumlar yapılan temel teoriler (nazariyeler) gerçekte sözü edilen bilgelerin düşünceleridir. Demek ki, siyasetin nazar/teorik boyutu daha çok sözü edilen düşünürlerce, amel/pratik boyutu ise yöneticiler tarafından ortaya konulmuştur. Nasihat-nâmeler ve siyaset-nâmeler elbette belli bir bağlamda yazılmıştır. Kendi dönemlerindeki sorunlara çözüm bulabilmeyi amaç edinmişlerdir. Şu kadar var ki, sözü edilen eserler meseleleri hangi ölçüde tümel boyuta taşıyabilmiş ise o ölçüde kalıcılık elde ederler.
Sözü edilen eserler iki şekilde kaleme alınmıştır. Ferdi ön plana çıkaran ve ahlak-ı hamîdeyi kuşanmış fertlerden oluşan bir toplum inşasını önceleyen eserler (nasihat-nameler); devlet işlerinin keyfiyetini ön plana çıkaran ve yöneticiler eliyle toplumun ıslahını önceleyen eserler (siyaset-nameler). Biri fertten cemiyete/devlete gitmeyi, diğeri devletten ferde inmeyi hedefler. Aralarında metodik olarak böyle bir fark vardır. Tıpkı namaz ibadeti fert için asıl iken onun cemaatle namaza dönüştürülmesi örneği gibi. Asıl amaç doğru düşünceli ve güzel ahlaklı fertler ile söz konusu kişilerden (kişiliklerden) oluşmuş bir toplum yapısı meydana getirmektir. Onun için adalet, dürüstlük, güvenilirlik, mesleğinde uzmanlık, yardımlaşma, kul haklarını gözetmek, dünyayı imar ve ıslah etmek (nizâm-ı âlem/âlemi düzene koymak), kanunlara riayet gibi temel ahlakî ve siyasî kavramlar ve konular, sözü edilen kitapların ana başlıklarını oluşturur.
- Nasihat-nâmeler:
İslam siyaseti açısından meseleye bakılınca görülür ki, bu konunun ilk kaynakları gerçekte Kur’an ve hadislerdir. Çünkü Kur’an, müminlere vaaz/öğüt verir. Nasihat eder. Aklı kullanmaya teşvik eder. Kâr ve zararı öğretir. Bunun uygulanması Hz. Muhammed’in hayatında ve sözlerinde (hadisler) vücut bulur. Nitekim Hz. Muhammed, kendini, ‘Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim’ (Ben güzel ahlakın nasıl bir şey olduğunu göstermek amacıyla peygamber olarak seçildim) demiştir. Bu hadiste ‘güzel ahlak’ olarak kastedilen husus, bir kişinin doğru düşüncesi ve güzel yaşantısının bütünlüğüdür. (Ki, biz buna nazar-amel uyumu deriz. Bunun bir diğer adı güzel ahlaktır).
Hz. Muhammet’ten sonra halife-i Rasûlillah olan Ebu Bekir’in ilk hutbesinde yer alan “Ben sizin en hayırlınız olmadığım halde sizin başınıza halife seçildim. (…) Sizin en zayıfınız, hakkı alınıncaya kadar benim yanımda kuvvetlidir. (…) Eğer iyilik yaparsam bana yardımcı olunuz. Sırat-ı müstakîmden kayarsam beni düzeltiniz. (…) Ben de sizin gibi bir insanım” cümleleri ne kadar düşündürücüdür. Aynı kaygıyı, Hz. Ali’nin, Mısır valisi Mâlik el-Eşter’e yazdığı mektupta da görebiliriz. Bu noktada nasihat-nâme kabilinden kaleme alınmış birkaç eseri hatırlamak yerinde olur. Hz. Ali’nin Nehcü’l-belâğa’sı, Sadî Şirazî’nin Bostan ve Gülistan’ı, Necmeddin Dâye’nin İrşâdü’l-mürîd’i, İbn Cemâa’nın Tahrîru’l-ahlâk’ı, Yunus Emre’nin Risaletü’n-nushiye’si (Nasihat risalesi), Ahmet Eflaki Dede’nin Menâkibul-ârifîn’i (Ariflerin menkibeleri), Mevlana’nın Mesnevî’si, Gazzâlî’nin Eyyühe’l-veled’i ve Nasihatü’l-mülûk’u, Alî Mustafa Efendi’nin Nushatüs-selâtin’i (sultanlara nasihatlar), Defterdar Sarı Mehmet Paşa’nın Nesâyihul-vüzera vel ümera’sı(vezirler ve emirler/bürokratlar için nasihatlar) önemlidir.
- Siyaset-nâmeler:
Siyaset kitapları devletin kuruluşu, işleyiş şartları, sultanın özellikleri, vazifeleri gibi siyaset felsefesinin konularını muhtevidir. Bu tür eserler bir millet-devlet yapısının amaçlarını, temel ilkelerini, varlık sebeplerini belli bir anlam küresi içinde vermeyi hedefler. Söz konusu eserler özellikle devlet ve toplumun işleyişinde bir takım bozukluklar görülünce kaleme alınmıştır. Bu yönüyle nasihat-nâme, siyaset-nâme özellikleri yanında bir tür muhalefet metinleri olarak da okunabilir. Çünkü eksikliği görüp çözüm önerisinde bulunurlar. Yeri geldiğinde eleştirirler. Siyaset-nâme türü eserlere birkaç tane örnek vermek gerekirse şunları zikredebiliriz. İbnül Mukaffa’nın el-Edebül-kebîr, el-Edebüs-sağîr’i, Câhız’ın et-Tâc fî ahlakil-mülûk’u, Fârâbî’nin el-Medînetü’l-fâzıla’sı, Mâverdî’nin el-Ahkâmus-sultâniye’si, Turtûşî’nin Sirâcül-mülûk’u, Yusuf Has Hacib’in Kutadgu bilig’i, Nizamülmülk’ün Siyaset-nâme’si, Keykavus b. İskender’in Kabusnâme’si, Şeyhoğlu Mustafa’nın Kenzü’l-küberâ ve mehekkü’l-ulema’sı, Lütfi Paşa’nın Asafnâme’si, Katip Çelebi’nin Düstûrü’l-amel li-ıslâhi’l-halel’i, Hasan Kafi Akhisarî’nin Usûlü’l-hikem fî nizami’l-âlem’i bu açıdan dikkate değerdir.[1]
…
Her insanda ‘merak’ duygusu vardır. Şayet bu duygu insan fıtratına uygun şekilde kullanılırsa insanı tefekkür, ilim ve tabiat hadiselerinin mahiyetinin keşfine götürür. Böylece merak, bilgiyi doğurur. Eğer ki uygun şekilde kullanılmazsa insanı tecessüse sevkeder. Bu da tatminsizlik, doyumsuzluk gibi psikolojik sıkıntıları bünyesinde barındırır. Şu halde yapılması gereken şey, her bir yetiyi yerli yerince kullanmayı bilmektir.[2]
Yukarıda insanoğlunun nasihata olan ihtiyacı ve bunun tarihte ne şekilde tecelli ettiğine değindik ki, karşımıza nasihat-nâme ve siyaset-nâme literatürü şeklinde tebellür eden, amaçları aynı lakin bakış açıları farklı iki yazı tipi çıktı. Buna göre ister ferdi doğru bilgi ve güzel ahlak ile donatmak şeklinde tasavvuf/ahlak temelli bir bakış olsun isterse benzer özelliklerle süslenmiş bir bilge yönetici etrafında şekillenen devlet-millet örgülenmesi olsun varılmak istenen hedef, dünyanın imar ve ıslahı ile belli bir nizama sokulmasıdır. Bu da ancak ilmî ve icraî siyasetin el ele vermesi ile mümkündür. Şu halde günümüz şartlarında virüs salgını ile başa çıkabilmek için nasıl ki, doğru bilgiye ulaşmanın önemi yanında bir o kadar da o doğru bilgiyi uygulamak önem arzediyorsa aynı hususu fert-devlet ilişkisinin düzeninde de görürüz. Nasihat-nâmeler ve siyaset-nâmeler bu konuda bize doğru bilgi sunmaya çalışan kaynaklar iken onlardaki ilkeleri dikkate alarak uygulayanlar ise icrâî/pratik siyaseti yapanlar olmaktadır. Şu halde Kur’an’da, ‘İbret alın ey basiret sahipleri!’ uyarısı bu tür bir düşünce ve davranışa işaret eder. Bence basiret ehlinin [güvenilir bilgi, tecrübe ve güzel ahlak ile donanmış öngörülü kişilerin] ‘ibret alması’ ile kastedilen şey böyle bir durum olsa gerektir.[3] (Allahü a‘lem).
[1] Batı dünyasında bu türde yazılmış pek çok eser vardır. Devlet, Politika, Hükümdar (Prens), Güneş Ülkesi, Ütopia, Leviathan gibi eserleri bu cümleden olarak verebiliriz.
[2] Bkz. Psikolog Dr. Mehmet Dinç, Ramazan Sevinci- TRT-1. (07.05.2020).
[3] İbn Rüşd’ün, Kur’an’daki (Haşr-59/2) ‘itibâr’ kelimesini Faslu’l-makâl’de incelemesi bu açıdan dikkate değerdir. Bizim bu yazıda ‘ibretli bakış ‘ olarak isimlendirdiğimiz hususa bir örnek teşkil eder mahiyettedir.