
Kaynaklar asıl adının Muhammed b. Muhammed b. İbrahim b. Musa, Bektaş kelimesinin ise lâkap olduğunu belirtmektedir.[1] Bektaş kelimesi; eş, benzer, muadil, denk, misil anlamına gelir.[2] Hacı Bektâş, Bektaşi kaynaklarında sıkça “Hünkâr”lâkabı ile de anılmıştır.[3] Bu lakabın, aynı zamanda “sultan” kelimesinin mukabili olarak manevî hayatın büyükleri için de kullanıldığı görülmektedir.[4]
Hacı Bektâş-ı Veli, Horasan’ın Nişabur şehrinde dünyaya gelmiştir. Babası İbrahim-i Sânî, annesi Nişabur ulemâsından Şeyh Ahmed’in kızı Hâtem Hatun’dur.[5]
Tahsil hayatını memleketinde tamamlayan Hacı Bektâş-ı Veli Ahmed-i Yesevi’nin halifesi Lokman-ı Perende’nin yanında seyr u sülûkunu tamamlamıştır.[6] Hacı Bektâş-ı Veli’yi Ahmed Yesevî’ye bağlayan yaklaşımlar, bir silsileyle veya ruhâniyetle vüsûl tarzında olduğu kadar fikrî yönden de sergilenmektedir. Buna göre, Ahmed Yesevî’ye ait Dîvân-ı Hikmet ve Fakrnâme’sindeki fikirlerin, Hacı Bektâş-ı Veli tarafından Kitâbu’l-Fevâid ve Makâlât’ta tekrar edildiği ifade edilmektedir[7] Eserlerindeki fikirlerde görülen benzerlikler onların aralarındaki tarikat bağlılığına değil, neş’e olarak birbirine benzerliğine hamledilmelidir.[8] Hacı Bektâş-ı Veli, zahirî ve batınî ilimleri, Lokman-ı Perende’nin himayesinde tahsil ettikten sonra irşad vazifesiyle Anadolu’ya gelmiştir.[9]
Hacca niyet edip Türkistan’dan ayrılan Hacı Bektâş-ı Veli, Necef üzerinden Mekke’ye gider, Kâbe’yi tavaf eder, Medine, Kudüs, Halep ve Kuzey Irak üzerinden Anadolu’ya gelir ve Samsad, Kefersud, Adıyaman, Maraş ve Elbistan civarlarına uğrar. Aşıkpaşazade’ye göre Hacı Bektâş-ı Veli, daha sonra kardeşi Menteş ile birlikte Sivas’a kadar gelmiş, buradan Amasya’ya gitmişler ve orada Baba İlyas’ı ziyaret ettikten sonra Kırşehir’e, sonra Kayseri’ye varmışlar, kardeşi Kayseri’den geri dönmüş, Sivas’a yerleşip burada vefat etmiştir.[10] Hacı Bektâş-ı Veli ile Baba İlyas arasındaki ilişki, tarikat bağlamında bir mensubiyetin değil, bir hemşehrilik ve fikirdaşlığın belirtisi olabilir. Babaî reisiyle tarikat anlamında bir beraberlik arz etmemekle beraber, uzlaşma halinde oldukları ve birçok konunun onları dayanışmaya sevk ettiği söylenebilir. [11] Baba İlyas’la buluşan Hacı Bektâş-ı Veli, fikir teatisinde bulunur. Bu görüşmeden sonra, Baba İlyas’ın Baba İshak’a haber göndererek bulunduğu bölgeye gelmemesi, fitneye sebebiyet verecek davranışlarda bulunmaması için ona uyarılarda bulunması muhtemeldir.[12]
Rum erenleri Hacı Bektâş-ı Veli ve yanındakileri Anadolu’da dostça karşılamazlar. Moğol istilası sonucu ortaya çıkan göç dalgaları ve nüfus artışı nedeniyle daha önce bu bölgeye gelip yerleşen ve hayatlarını düzene sokmuş olanların arazi yetersizliği nedeniyle zor durumda kalmaları, dolayısıyla ellerindeki ekili arazileri yeni gelenleri mera veya kışlak olarak paylaşmak istememeleri ile de bu karşı çıkışın gerekçelerinden biri olarak değerlendirilebilir. Bu karşı çıkış, bu şekilde çıkar amaçlı olabileceği gibi, Selçuklu yönetimine isyan için alınmış bir karara Hacı Bektâş-ı Veli tarafından itiraz edilmesi fikrine karşı da olabilir. Sonuçta Vilâyetnâme’nin beyanlarına göre Hacı Bektâş-ı Veli ve koruyucuları ile Rum erenlerinin gözcü birliği arasında bir nizalaşma olmuşsa da Hacı Bektâş-ı Veli’nin kerametiyle Rum erenleri ikna edilmiştir.[13]

Hacı Bektâş-ı Veli Horasan’dan atılan yanmış dalın peşinde, çöken Selçuklu hanedanının yarattığı boşluğu birlik ve dirlik duygusuyla yeşertmeye çalışan bir erendir. Dolayısıyla o, elinde kılıçla isyandan isyana koşan biri değil, “elinde çapası” ile elinin emeği ve alnının teriyle dağ başlarında yer açıp yerleşen, bağ ve bahçe yetiştiren göçebe ruhunu şehirleştirip medenileştiren, onlardan imanlı, şuurlu, kendini bilen yepyeni bir “Türkmen toplum” yaratma isteği taşıyan birisidir. O hem Babaîler hem de Ahî Evren’in Kırşehir isyanına katılmayıp Sulucakarahöyük’te ocağını tüttürmeyi tercih etmiştir.[14] Babaî isyanından sonra dağılan Çat köyü zaviyesinin yerini, Moğol hakimiyeti döneminde ortaya çıkan iki yeni zaviye almıştır. Her ikisi de Baba İlyas’ın ileri gelen halifelerinden olmakla beraber isyana katılmamışlardır. Bunlardan birisi Şeyh Edebali tarafından önce Karaman’da, sonra Bilecik’te kurulan zaviye iken, diğeri Hacı Bektâş-ı Veli tarafından Sulucakarahöyük’te kurulan zaviyedir.[15]
Hacı Bektâş-ı Veli; ortamını yaşanılabilir duruma getirmek için çözümler üreten, arayışlar içerisine giren, şartları toplumun yararı doğrultusunda değiştirmek için zorlayan biridir. Sulucakarahöyük’teki küçücük topluluğunu yapılandırışında bunlar görülmektedir. O, düşündüğü ideal toplum için Sulucakarahöyük topluluğunu model almış, bu modeli Anadolu geneline yaymaya çalışmıştır. [16] Dolayısıyla Hacı Bektâş-ı Veli, öyle kendini zuhurata terk etmiş bir gezgin-budala derviş değil, ne yapacağını, nerelere varmak istediğini çok iyi bilen ve son derece basiretli bir programla iş gören, kurucu dehası çok güçlü bir Türk sûfîsidir. Horasan’dan kalkıyor, muntazam ve emin bir seyirle Anadolu’ya geliyor, hitap edeceği kitleleri peşine takıp tehlikeli pozisyonuna gelmiş kişilerle görüşüyor, onlarla işbirliği yapmayı sakıncalı buluyor ve sonunda hem tesir icra edebileceği hem de şimşekleri ve dedikoduları celbetmiyeceği bir sakin mıntıkaya çekilip sükunutle bekliyor. Bunun manası onun ne yaptığını çok iyi bilen ârif, fakat aynı zamanda yönetici-kurucu dehaya da sahip bir mürşid oluşudur.[17]
Hacı Bektâş-ı Velî halifeleri kadar eserleriyle rehberlik etmiş bir tasavvuf büyüğüdür. Onun belli başlı eserlerini şu şekilde sıralayabiliriz: Kitabü’l-Fevâid, Fatiha Sûresi Tefsiri, Hacı Bektâş’ın Şathiyesi, Hacı Bektâş’ın Nasihatleri, Şerh-i Besmele ve Makâlât. Makâlât, Hacı Bektâş-ı Veli’nin “tevhid”, “marifet”, “melâmet”, “fütüvvet”, “aşk” ve “vecd” anlayışlarının tamamlandığı, Horasan ve bilhassa Nişabur’un şeriata bağlı fikrî, tasavvufî, fıkhî ve amelî cereyanlarıyla örtüşen,[18] özellikle Yesevi geleneğini kendi özgün düşünce dünyası ile şekillendirdiği eseridir. Fığlalı’ya göre ise HacıBektâş-ı Veli’nin bu eseri, felsefî bir takım izahlar yerine bütünüyle geniş halk kitlelerinin kolayca anlayabilecekleri biçimde kaleme alınmış ve İslâm tasavvufunun temel bazı meselelerini Türk sûfîsinin yorumuyla ortaya koyan bir tasavvuf el kitabı veya tarikat kılavuzudur.[19]
Hacı Bektâş-ı Veli’nin Seyyid Cemal Sultan, Kolu Açık Hacım Sultan, Sarı İsmail, Resûl Baba, Pîr Ebû Sultan, Huy Ata, Kara Donlu Can Baba, Taptuk Emre ve İbrahim Hacı gibi üç yüz altmış kadar halîfe yetiştirdiği rivâyet edilmektedir. [20]
Hacı Bektâş-ı Veli, iyi bir mutasavvıf, şer’î anlayışa sadık; bâtınî düşünce ve zümrelerden uzak iyi bir Müslüman; Türk-İslâm kültür ve fikir hayatına büyük hizmetleri geçmiş ve çok sayıda gönül insanı yetiştirmiş büyük bir düşünürdür. O insanın varlık yapısını, ruhî vasıflarını iyi bilen ve bunları özümseyen bir mutasavvıf, bir gönül filozofu ve bir antropolog edası içinde hareet etmiştir. O insanı “bilen, çalışan, inanan” bir varlık olarak ele almış; insanın ulaşmak istediği mükemmellik yolunu göstermiş bir kişiliğe sahiptir.[21]
Prof. Dr. Kadir ÖZKÖSE
[1]Cengiz Gündoğdu, Hacı Bektâş-ı Velî Öğretisi ve Takipçileri Hakkında Metodik Yeni Bir Yaklaşım, Aktif Yayınevi, Ankara 2007, s. 66.
[2]Esad Coşan, Hacı Bektaş-ı Veli Makâlât –İncelemeler-, Ankara 1971, s. XX.
[3]Coşan, Makâlât, s.XX.
[4]Gündoğdu, Hacı Bektâş-ı Velî, s. 68.
[5]Gündoğdu, Hacı Bektâş-ı Velî, s. 61.
[6]Firdevs-i Rûmî, Menâkıb-ı Hacı Bektâş Veli ‘Vilâyet-nâme’”, haz. Abdülbaki Gölpınarlı, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1958s. 5, 10; Coşan, Makâlât, s. XXXIII; Gündoğdu, Hacı Bektâş-ı Velî, s. 91.
[7]Coşan, Makâlât, s. XXXIV.
[8]Gündoğdu, Hacı Bektâş-ı Velî, s. 100.
[9] Kadir Özköse, “Hacı Bektâş-ı Veli (ö. 669/1271)”, Tarihte Müslümanlar, ed. Mustafa Demirci, Otto Yayınları, Ankara 2020, c. 4, s. 209.
[10]Coşan, Makâlât, s. XXXI.
[11]Gündoğdu, Hacı Bektâş-ı Velî, s. 132-133.
[12]Gündoğdu, a.g.e., s. 139.
[13]Gündoğdu, Hacı Bektâş-ı Velî, s. 139-140; Özköse, “Hacı Bektâş-ı Veli”, Tarihte Müslümanlar, c. 4, s. 210.
[14]Ethem Rûhi Fığlalı, Türkiye’de Alevîlik ve Bektâşîlik, Selçuk Yayınları, IV. Baskı, İstanbul 1996.s. 149-150.
[15]Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı İmparatorluğunda Marjinal Sûfîlik Kalenderîler (XIV-XVII. Yüzyıllar), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1992, s. 65.
[16]Baki Öz, Bektaşilik Nedir? (Bektaşilik Tarihi), Der Yay., İstanbul 1997, s. 19-20.
[17]Yaşar Nuri Öztürk, Tarihi Boyunca Bektaşilik,Yeni Boyut, İstanbul 1990, s. 77-78; Özköse, “Hacı Bektâş-ı Veli”, Tarihte Müslümanlar, c. 4, s. 211.
[18]Coşan, Makâlât, s. XXXVIII.
[19]Fığlalı, Türkiye’de Alevilik – Bektaşîlik, s. 164.
[20]Ramzan Muslu, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (18. Yüzyıl), İnsan Yayınları, İstanbul 2003, s. 495.
[21]Gündoğdu, Hacı Bektâş-ı Velî, s. 189; Özköse, “Hacı Bektâş-ı Veli”, Tarihte Müslümanlar, c. 4, s. 212.