Kendimi evden dışarı attığımda ikindi vaktiydi. Selma, akşam yemeğini hazır edene kadar caddeyi şöyle bir turlayayım diye düşündüm. Berber Recep’e selam verdim. Recep, Korhan’ı henüz tıraş etmişti. Yeni bir stil denemiş, etraftakiler yeni tıraş hakkında yorum yapıyorlardı. Bir hayli beğenmişlerdi. Yanlar, Babil’in asma bahçeleri gibi kat kat yükseliyor. Üst tarafın önleri hafif dağınık, yer yer ara makas atılmış. Üstler genel görüntü itibariyle ise önden arkaya doğru akan bir nehir gibi dalgalı ve kafanın arka tarafı, yukarıdan enseye doğru bir şelale gibi gürül gürül, natürel ense bitimi ve ince kıvrımlarda yer yer ufak girintiler yapılmış sahile vuran dalgalar gibiydi.
“Kolay gelsin Recep, Korhan’ın saçı da Karasu Sahili pembe kayalıklar gibi şekil olmuş.” Bu yorumum Recep’in hoşuna gitmiş olacak ki, cevap verdi:
“Teşekkürler Semih abi, sen geldiğinde sana da yapalım aynısından”.
“Bakalım inşallah” dedim ve yürümeye devam ettim.
Aktar Asım dükkâna yeni zayıflama ürünleri getirmiş. Kocaman tabelası var “Aktar Asım’ın Şifalı Elleri” diye. İçeri girersem, çıkamam şimdi. Zaafımı biliyorum. Ne yazıyor orada? “Üç haftada bul ideal kilonu, plajlarda ver pozunu” mu? Yok artık! O kadar da değil, demek Asım da keşfetmişti bizim tayfanın zayıf noktasını. Az mı getirttirdim yurtdışından bu meretlerden. Altı ay uğraştım, kilo veremedim ama epey bir para verdim. İlacıydı, çayıydı, kremiydi, zartıydı zurtuydu. Hadi diğerlerini anladım da kremi ne ulan! Kremi midemize mi süreceğiz? Midemize sürünce daha mı az acıkacağız? He tamam, ağzımıza süreceğiz, ağzımızın tadı bozulsun da daha az yiyelim diye. E bunu benim anam da yapardı küçükken, biber sürerdi küfredince, küfrümüze engel olmazdı ama en azından açıktan sövmez de gizliden saydırırdık. Nasıl da lezzetli görünüyor krem, küçükken aldığımız çokomel tüpleri gibi… Bir umut işte, umutsuz da yaşanmıyor ki! Umutsuz neyse de pastırmasız, kebapsız, kavurmasız hele ki lahmacunsuz yaşamak zor. Ben aslında biliyorum zayıflamanın yöntemini. Bu topraklardan taşınmak. Tabi ya, her yöresinde birbirinden lezzetli yemekler olan memlekette diyet mi olurmuş. Taşınacaksın şöyle sadece börtü böcek, haşlama yenen bir memlekete. Üç aya kalmaz tığ gibi olursun.
“Ooo nereye selamsız sabahsız böyle Semih?” diye seslendi Asım, dükkânının kapısından.
“Olur mu hiç gadam. Evde canım gancıdı, azcık dolaşmaya çıktıydım.”
“Gel bir çay içelim” dedi, “İstersen kahve söyleyeyim”.
Ben bu muhabbetin sonunu biliyorum. İki yüz elli liradan aşağı alışveriş etmeden çıkamam. Asım da az uyanık değil. Benim gibi zaafı olanlara bir kahve ısmarlar, kendisi kahvesini Bodrum’da, Kuş Adası’nda yudumlar. Daha bir hafta önce oradaydı.
“Yok, ben bir dolanacağım, aç karnına içmeyeyim şimdi. Baya da yanmışsın he ama yaramış tatil maşallahın var.” diye eyvallah edip yola devam ettim.
Tam iki adım atmıştım ki karşı kaldırımın duvarında asılan saç ekim reklamı gözüme takıldı. Hemen saçımı yokladım. Yok yav! Biraz seyreldi son zamanlarda ama halen işimi görüyor. Hem Selma beni her hâlimle seviyor. Yoksa o güzelim dolmaları, içli köfteleri doldurur mu gün aşırı. Canım benim ya!
Bir reklam da bu kaldırım duvarında şak diye karşıma çıkmasın mı? Ne yazıyor orada? “En uygun tatil imkânı.” Biz de Selma’yla ne zamandır evde konuşup duruyoruz, bir tatile gitsek diye. Koronadan dolayı otellere gitmek riskli olduğundan bir havuzlu villa kiralasak da üç-beş gün gidebilsek diye niyet ettiydik. Ne yazıyor? “Havuzlu villalarda tatil imkânı, günlüğü beş yüz TL’den başlayan fiyatlarla…”Yalana bak. Hastalıktan dolayı herkes villalara akın etmiş, değil beş yüze bin beş yüze bile bulmak zor. Neyse şimdi acelem var, dönüşte bakarım. Cadde de iyice değişti. Üç beş lirası olan reklam yaptırıyor. Yakında millet evine de reklam alır. Misafirliğe gidince reklamları seyrederiz birlikte.
Arkadaşlar bayağıdır bir kafeden bahsediyordu. İş arkadaşları, mahalle arkadaşları neredeyse hepsi gitmiş, beğenmiş. Ballandıra ballandıra anlatıyorlardı. Foto çekinip #kahveakademisi etiketiyle postlayıp paylaşıyorlar. Tam da önüne gelmişim. İçeride ne tür kahveler var diye merak ediyorum ve dalıyorum içeri. Duvarlara boy boy panolar, resimler asmışlar. Birinde ‘soğuk kahveler’ yazıyor: İceCoffeeLatte, İceCaramelCoffee, İceVanillaCoffee, İceMocha, ice bilmem ne. Diğerinde filtre kahve çeşitleri sıralanmış; Burundi Kayanza, Yemen Mocha, Panama Esmeralda, Endonezya Sumatra, Colombia Supreo, Costa Rica Tarazzu, falan filan…
Şu köşe çok güzelmiş. Keşke Selma da görseydi. Belki bir gün birlikte de geliriz. Şansıma boş, oturdum o köşeye. Gezinirken terlemişim. Soğuk bir şeyler yuvarlayayım. Filtre kahve bana göre değil. Kokusu güzel ama tadı yok be kardeşim. Şekersiz tatsız tuzsuz bir şey. Çoğu kişi de sevdiğinden, bildiğinden değil entelektüel görünmek için içmiyor mu zaten? Ama bizim üst kat komşumuz Hasan amcanın çok okuyan bir oğlu vardı Sinan. O üniversitede baya bir öğrenmiş. Çeşit çeşit kahve isimleri sayıyordu. “Bu kahve ayrı bir kültür çaya benzemez Semih abi” diyordu.
Garsona,“ayzkafi moka” istiyorum dedim. Yanımdakiler güldü mü bana mı öyle geldi? Herkes İngilizceyi bilecek iyi konuşacak diye bir şey mi var kardeşim. Neyse hiç bozuntuya vermeden kafamı kaldırıp dekoru, duvarları falan incelemeye başladım. Oturduğum yerin karşı duvarına reklam almışlar. Ne yazıyor orada “ücretsiz İngilizce eğitimi, memnun kalmazsanız paranız iade”. Nasıl oluyor lan bu iş? Hem ücretsiz hem paranız iade. Bu da bir reklam stratejisi herhalde. Önce ücretsiz lafıyla algıyı kendine çeviriyor. Ne yazıyor orada, ücretsiz lafının hemen önünde, hani küçücük harflerle yazmışlar: “Üç gün” mü? Devam ediyorum okumaya, “Üç kur alana bir kur bedava” mı? E akıllılar tabi, bizim millette nerede dört kur devam edecek azim. Birinci kurdan sonra bile devam etmesi zor. Ben de sürekli hevesleniyorum, öğreneyim diyorum, uygulama indiriyorum. Beş gün gece gündüz devam ediyorum. Altıncı günde hevesim kaçıyor. Neyse…
Kafamı sola çeviriyorum. A bizim arkadaşlarda buradaymış! Uzaktan bir selam veriyorum. Herkes fotoğraf çekinip mekân hakkında yorum yapıyor.
“Harika bir cafe, konsepte bayıldım!”
“Özellikle espressosunu tavsiye ederim.”
“Kahve kültürü çok geniş.”
“Kahve çuvalları ile mekâna verilen ambiyans muhteşem.”
Yorumlar akıp gidiyor. Beğeniler şelale…
“Hadi Semih, yemek hazır!” diyerek eşim tekerlekli sandalyemi tutup beni masaya yaklaştırıyor. Yanıma bir sandalye çekip oturuyor. Zaman ne hızlı akmış. Daha az önce ikindiydi. Ona beğeni, buna yorum; şu video, bu hikâye derken bir buçuk saat geçmiş bile…
Çok kilo aldım, saçlarım dökülmeye başladı. Trafik kazasından sonra her şey değişti. Sıkılmayayım diye Selma bana “İnstagram” hesabı açtırdı. Hiç değilse burada özgürce yürüyebiliyorum.