Anlamadım

-Anlaşın aranızda.

Duyduğu cümleye bir anlam veremedi.  Oysaki kalbini titretecek derin bir şeyler bekliyordu. Bu muydu yani? Bunun için mi gelmişti buraya.   Kalkmak istiyordu. Bu huzursuzluğu arkadaşının da dikkatinden kaçmamıştı, eline dokunup biraz daha beklemesini işaret etti. Kaybedecek neyi vardı ki, oturuşunu değiştirip bacaklarını rahatlattıktan sonra başını hafif sağa yatırıp Celal Hoca’ya tekrar yöneldi. “Beni anlamadınız herhalde”

-Doğrudur bazen zor anlarım. Hatta zor anladığımı da çok zor anladım. Bir daha anlatın isterseniz.

Şimdi de ukalalık yapmıştı herhalde. Mahcup ve kibar bir edayla tekrar sordu.

-Çocuk yetiştirmekle ilgili yazdıklarınızın tümünü okudum. Çok etkilendiğimi söylemek isterim. Çocuklarımla sorunlarımı aşmak için kitabınızdaki gibi bir davranış haritasına ihtiyacım var.  Ancak az önce söylediğiniz cümleye hiçbir anlam veremedim.

-Evet, gençken yazdım öyle şeyler. Ama şimdi fikir olarak bambaşka bir yerdeyim.

-Ne mesela. Neler değişti fikirlerinizde?

-Çocukları karşısında havlu atmalı insan. Mücadele etmeden beyaz bayrak çekmeli.

– Tüm o tekniklerinizi anlamsız buluyorsunuz öyleyse. Ben çok etkilenmiştim oysaki?

 Güldü. Gülerken göz kenarlarındaki kıvrımlar derinleşiyor,  ve seyrek  dişleri görünüyordu.  Üçüncü kitabının kapağında da böyle bir resmi vardı. Ama o zamanlar çok daha gençti herhalde. Belki de sakalı olmadığından öyle görünüyordu.  Çaylar geldi o sırada. Yüzünün sağ tarafında kırmızı doğum lekesi olan bir genç çayları getirdikten sonra Celal Hoca ile göz göze gelip başıyla onu onayladı.   Kelimeler olmadan konuşuyorlardı ve bu özel dile hayran kalmıştı.   “ Bu Kerim” dedi Celal Hoca. Biz iyi anlaşıyoruz.  Siz de çocuklarınızla anlaştığınızda tüm sorunlarınız çözülecektir.

-Anlaşmak… Tamam, bunu yazıyorum. Başka.

Yazdığını görünce tekrar güldü Celal Hoca. “İlla ki işi matematiğe dökeceksin yani.”

-Yazmayım mı?

-Boş ver yazma. Anla yeter.

-Tamam dinliyorum.

-Bu kadar.

Bürodan çıktığında arkadaşının yüzüne bir cevap istercesine boş gözlerle bakıyordu. Ne olmuştu şimdi? Neden böyle konuşmuştu Celal Hoca? Dudaklarını büktü arkadaşı “Bilmem ki.”

 Köşeyi dönünce ayrıldılar.  Pazar yerinin ilerisindeki ücretli otoparka kadar yürürken halen bu görüşmeye derin anlamlar yüklemeye çalışıyordu. Ancak ne kadar zorlasa da hayal ettiğiyle bir türlü örtüştüremedi.  Baştan savma şeyler söylemişti Celal Hoca. Acaba önemli başka bir işi olduğundan mı böyle yapmışı?  Kafasında böyle fikirler dolanırken otopark esnafının uzaktan el- kol hareketi yaptığını gördü.  Neye kızmıştı şimdi bu adam. O da, “Ne var” diyerek elini havaya kaldırdı.  “Ne var, parayı girişte verdik ya!”  Adam önce gözünü sonra da aracı işaret etti.  Birden uyandı. İçine girmeye uğraştığı başkasının arabasıydı. Üstelik arabanın hem rengi hem de modeli farklıydı.   Mahcup bir edayla el sallayıp  “Karıştırmışım “dedi “Kusura bakma”. Adam anlaşılmaz birkaç cümleyle söylene söylene kulübesine geri dönerken o da kendi arabasına yönelmişti. Aracı çıkardıktan sonra adamla tekrar göz göze gelmemek için girişteki kulübe tarafına bakmadan ana yola çıktı. Kafasındaki aynı döngü değirmen dolabı gibi devrediyordu.  Trafik ışıklarında yahut sıkışmış trafikte dalgınlıktan hep geç kalmış, ardı sıra bir sürü klakson sesi yükselmişti.   Kavşağı da kaçırdı düşünmekten.  Yol onu sahile kadar götürünce eve gitmek yerine kıyıda bir çay içmek istedi.   Kaç zamandır burayı böyle sakin görmemişti.  Arabayı bırakıp masaya yönelmişti ki dönüp park ettiği yere tekrar baktı.  Az önceki macerayı tekrar yaşamak istemiyordu.  Geçip denize nazır masalardan birine kuruldu. Garson yan masayı toparlıyordu o sırada.

-Çay, şekersiz.

Telefonuna mesaj geldi. “Kaçta gelirsin?” Bir şeyler yazacaktı fakat vazgeçti. Onun da suçu vardı çünkü.  Her defasında çocukların yanında otoritesini sorgulamasa belki de çocuklar bu hale gelmeyeceklerdi.  Önceki gün yaşanan sahne aklından çıkmıyordu. Büyük oğlanın kapıya yumruk atışını ve ağza alınmayacak bir küfrü hiç düşünmeden haykırışını.   Sadece istediği şeyi almayı unuttuğu içindi tüm bunlar.  Şaşkınlıktan ağzı açık kalmıştı.  “Bu kadar önemsiz bir şey için babaya yapılana bak!”   Peki, eşi ne demişti buna karşın “Gençtir üzerine gitme!” Kimsenin üzerine falan gittiği yoktu ki.  Bir şey söyleyecekse bile bu ancak nefsi müdafaa olurdu artık.  Ama onu bile yapmamış, kapıyı vurup çıkmıştı. Neyse deyip derin bir nefes aldı, “Ölünce kıymetimizi anlarlar.”  Celal Hoca ile görüşmesine ne de büyük umut bağlamıştı hâlbuki.  Hoca bir tavsiyede bulunacak ya da kitaplarındaki gibi bir davranış haritası çizecek ve çözülecekti her şey.  Beklerken güneş batmaya meyletmiş, rüzgâr da artmıştı.  Kollarını ovalarken sıcak bir çay daha iyi olur diye düşünüp ahşap kulübedeki ocakçıya eliyle işaret etti.  Az sonra çayı geldi, açık ve şekersiz… Masadaki telefonu çevirip duruyor, aklından geçen şeyi yapıp yapmamak konusunda kararsızlıkla gidip geliyordu. Sonra birden telefonu sabit tutup “Ara” butonuna bastı.

-Hocam…

-Evet.

-Ben anlamadım.

– Çok güzel.

-Güzel olan ne?

-Bunu fark etmiş olman. Diğer anlamadıklarını da fark ettiğinde her şey daha kolay olacak. Bende öyle oldu.

– Sizde mi?

-Benim de çocuklarım var İsmail. Yaşım gençken o senin bayılarak okuduğun kitapları yazdım, fakat kader beni kendi, iddiamdan öyle bir vurdu ki feleğim şaştı.

-Niye, ne oldu ki?

-Üç çocuğum var ve üçü de benimle görüşmüyor İsmail.  Halen görüşmüyorlar.

-Anlamadım, neden ki?

-Nasıl bu hale geldiğimizi ben de anlayamadım. Ama artık tek amacım anlamak.  Dönüştürmek, eğitmek, yetiştirmek gibi kelimelerin anlamı kalmadı artık.  Tek önemli kelimem var anlamak. Anlamakla bağ kurulabiliyor insan. Her şeyin döndüğü ve dönüştüğü bir âlemde bir birine bağlanıp beraber sürüklenmiyorsan ayrı düşmek o derce sıradan ki.

-Siz bile çözememişken ben nasıl bunu yapacağım.

Tekrar o gevrek gülüş duyuldu telefondan.  Bir şey yapma İsmail, sakın yapma. İki adım geriye çekil ve izle o kadar. Anlamaya çalış.

-Ben anladım diyelim, peki onlar beni anlayacaklar mı? Benim onlar için çaba sarf etiğim gibi benim için çaba sarf edecekler mi?

-Bilmiyorum.  Belki de çabalamayacaklar.

-Sizi rahatlamak için aradım ama içim daraldı Hocam.

Derin bir nefes aldı Celal Hoca. “ Hala anlatıyorsun İsmail. Anlatma, sadece anla.” Bir anda şimşek gibi bir fikir parladı zihninde”  Yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. “Hocam çay söylüyorum öyleyse ben.”

-Hah şöyle…

Büfedeki elemana işaret etmek için dönmüştü ki adam onun sandalyede kaykılışından anlayıp bir bardak şekersiz çayı çoktan garsonun tepsisine yerleştirmişti.   “söylemeden anlamış” dedi İsmail Bey.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

“Hatıralardaki Erzurum” / Yusuf Kotan
Basiret Ehlinin ‘İbretli Bakış’ı [Nasihat-nâmeler]... / Ahmet Çapku
Hacı Bektâş-ı Veli’nin Seyr u Seferi / Kadir Özköse
Erik Dalına Tutunmak / Ayhan Sağmak
Mezarlık Yürüyüşü / Selim Suçeken
Tümünü Göster