Ansızın kör olan bir adamın tasviriyle başlar Körlük. Bir aydının gözleri açık körlüğü ile çevresindeki her şeyi sildiği bir manzara çıkarır karşımıza Körleşme. Saramago ve Elias Canetti görmek üzerine bu iki eseri dünya edebiyatına armağan ettiğinde körlüğü görmeye tercih edenlerin sayısı hiç az değildir. Görmek ve körlük tercih meselesi midir, diye sorulabilir tabii ki. Geçen zamanın hangi eserleri göz aydınlığı olarak karşımıza çıkaracağı da biz okurların maharetine kalmış. Edebiyat, kitaplar, her dönemde göz aydınlığı olmaya devam edecek.
Bakış açısına göre görmek ve körlük ezelden ebede devam eden amansız mücadelenin iki başkahramanı. Biz, burada iki deyim üzerinden görmeye çalışalım. Göz gözü görmemek deyimi yoğun karanlıktan ya da tozdan, dumandan, hiçbir şey görülemez olmak anlamında kullanılan bir deyimdir. Gerçek veya mecaz anlamda kullanılmış olsun, burada görmeyi engelleyen unsurların varlığı ile karşılaşırız. Görmenin olmadığı yerde güvensizlik ve tehlike kendini gösterir. Perdeli olan, gizlenen, tozun dumanın içinde teşhis edilemeyen ne ise tedirginliğe, şüpheye, kokuya dönüşebilir. Göz göze olmak; görmek, bakmak ve anlamanın yanında güvenilirlik, emanet, belirlilik fiillerini beraberinde getirir. Görünür olmak; tanımlanabilir, seçilebilir, kontrol edilebilir olmaya imkân tanır. Ne ile karşı karşıya olduğumuzu görmek bize faaliyet alanı, hareket kabiliyeti sağlar. Görmek; aydınlıkla, ışığın ruha sızmasıyla, ışık hücrelerinin zihinde dolaşmasıyla alakalıdır.
Gözünü bağlamak: birini doğruyu bulmaz, düşünemez duruma getirmek anlamında kullanılan deyimdir. Bu da görmeyle alakalıdır. Yetenekleri istenen insan, yeteneklerini feda ettiğinde kontrol edilebilir hale gelecektir. Düşünme yeteneğiyle ve doğruyla bağı koparılan insan nesneleşebilir, şekillendirilebilir, kullanılabilir. Hız, bir akıntıysa eğer insana sunulan, bu akıntıya kapılıp düşünceden ve doğru olandan uzaklaşmaktır. O zaman insanı göremez duruma getirmek gerekir. Bu, hareketli bir perdelemedir. Sürekli yapmanız gereken eylemler vardır fakat bunlar kendinizin değildir. Size verilen görevi bitirip bir üst seviyeye çıktığınız oyunlar gibi… Peki, siz oyun oynarken içeride ve dışarıda ne oluyor, zamana ne oluyor, insana, aileye, çevreye ne oluyor? Bu yüzyıl gözleri bağlı insanları sevenlerle dolu… Birilerinin durgunluğu karşısında hareket kabiliyeti sağlayacak sistem koordinatörleri gözleri bağlı insanları seviyor.
İki Analoji
“Beş bin önce, köleler, ortalama iki ton ağırlığında sekiz yüz milyon adet büyük kaya parçasını Esvan’dan Kahire’ye getirdiler. Bunlardan dünyanın harikaları arasında yer alan altısı küçük, üçü büyük dokuz piramit inşa ettiler. “[1] Bu şaheserlerin yapımında çalıştırılan kölelerin mezarları piramitlerin 400-500 metre yakınında bulunmaktadır. Ali Şeriati bakışını piramitlere değil de köle mezarlarına çeviriyor. Bakmak ve görmek… Piramitler, dönemine göre yapı ve görünüş olarak ne kadar da harika eserler. Fakat onların yapımında çalışan ve taşların ağırlığı altında ölen yüz binlerce köle ne olacak? Medeniyet inşa etmek için nelerin feda edildiğinin tarihte birçok örneği vardır. Neyin medeniyet, sanat eseri, güzel, ileri olduğuna kim karar veriyor? Bugün iki ton ağırlığındaki kaya parçalarının yerini; mikroçipler, nano teknolojiler, yapay zekâ bataryaları, her şeyi her şeye bağlayan ağ sülaleleri almış görünüyor. İnsan tonlarca ağırlığında veri ve görüntüyü zihninde işleyip 21. yüzyılın harikası, simülasyon piramitleri[2] inşa ediyor. Dijital çöpler, veri yığınları, yatay ve dikey sonu gelmez içeriklerden oluşan piramitif bir yapı… Tüketim kilit taşı ve zirveye ulaşma adına hız altın anahtar… Yıllar sonra görüntü ve veri tutsaklarının hikâyelerini tur rehberleri, daha medeni insanlara anlatacak mı?
Cemil Meriç’in “İnsanlar kıyıcıydı, kitaplara kaçtım.” sözünü güncelleyerek söylersek: Medya kıyıcıydı, kitaplara kaçtık. Bunu kimse yapmadı, komplo teorisi değil, orantısız güç değil, yer değirmenine karşı kılıçla mücadele değil irade meselesi, hakikat algısı, var olma gayesi, hareket felsefesi, dosdoğru yürüyüş, devriye… Şöyle diyorlar: Kandaki haram miktarı ile basiret ters orantılıdır. Görüntü ve körleşme arasında, görüntü ve perdeleme arasında bir ilişki kurulabilir. Burada sanki medyaya, uzaktan olana bir saldırı var. Buna karşılık medya insana saldırmıyor mu? Gösteri ve seyirden arta kalan zihinsel mezarları ziyaret etmek yerine dijital piramitlerin peşinden koşuyoruz.
Ahlaki Zekâ ve Türevleri
Howard Gardner’in çoklu zekâ kuramını ortaya koyarken değindiği zekâ türlerinden biri de “ahlaki zekâ” türüdür. Kuramın bileşenlerini oluşturan yedi zekâ türünün yanında ahlaki zekâ dönemin şartlarında tanımlanmamış veya zemini oluşturulamamıştır. Buna rağmen insanların bir arda ve barış içinde yaşamalarına imkân sağlayacak ahlak ile zekânın bir araya gelmesinden oluşan bir yapının varlığından söz edilmiştir. Ahlaki zekâ; müziksel zekâ veya görsel zekâdan elbette farklı olacaktır. Dünya üzerinde iyiyi, güzel işleri, birlikte yaşama kültürünü, ulusal ve uluslar arası davranışları belirleyecek olan bir işleve sahip olması bakımından ahlaki zekâ güncelliğini korumaktadır. 20. Yüzyılın sonunda bir kuramdan hareketle sezdirilse de “ahlaki zekâ” insanın iyiye olan meyli ile alakalıdır. Evrensel ahlak, mutlak iyi, semavi dinler, kadim öğretiler; adları ve tamlamaları farklı olsa da iyiyi ortaya koymaya çalışmışlardır. Ahlaki zekâ tamlamasını önemsememizin sebebi teknolojinin korkutucu şekilde ilerlediği 21. yüzyılda; ahlak ve zekânın birlikte kullanıma duyulan ihtiyacın artmış olmasıdır. Tamlamada ağırlık ahlak kelimesi üzerindedir. Mevlana’nın: “Terbiye aklın görünüşüdür.” sözü bize terbiye ve akıl arasındaki bağlantıyı hazırlatmaktadır. (Farklı disiplinlerden bir yere ulaşmaya çalışıyoruz. Üstelik kelimeler anlam evrenleri de yakamızı bırakmıyor. Adı geçen kuram eğitim alanında oluşturulmuştur. Aydınlatma ve görme ihtiyacı; ahlakı, iyiyi ve terbiyeyi mekanik olan alana/bilime dâhil etmek zorunda kalıyor. Bugün; pandemi döneminde, öncesinde ve sonrasında ihtiyacımız olan şey ahlaki bir zekâ değil midir?) Görme biçimlerini kullanarak yolumuzu aydınlatacaksak ahlaki zekâya, terbiyeye, aklıselime, basirete ve daha fazlasına ihtiyacımız olduğunu düşünebiliriz. Merhametle bağını koparmamış olanlar; tanrılaşma eğiliminde olan insanın bozgunculuğundan kendine dönen dünyayı kurtarmak adına çıkış yollarını görme, anlama, birlikte yaşama, paylaşma, ortak iş yapma kavramlarında arıyor. Ortak bir dil kullanma düşüncesi de bunun bir göstergesi. Hangi koşulda olursa olsun dil, iyi bir sağaltım aracıdır. Gelinen noktada tedavi edici, iyileştirici işlevi daha da ön plana çıkmıştır.
Dilin İyileştirici Yönü ve Tasavvur
Birlikte yaşama kültürü, paylaşma, diğerinin varlığını kabul etme hasleti/becerisi teknolojik kodlarla değil kültürel kodlarla ve medeniyet tasavvuru ile alakalıdır. Çok önceden sorulmuş bir soruyu burada tekrar soralım: Otistikleşiyor muyuz? Bundan başka: Bebeğin ekranla tanışması ile tolerans-dürtü kontrolü ortadan kakıp gerçeğin yerini hayal, iradenin yerini bağımlılık mı alıyor? Bol uyarıcılı ekranların (içeriklerin) çocuklara en büyük hediyesi irade kaybı, dikkatsizlik ve bilişsel deformasyon mudur? Şimdi burada, görünürlükler ne olacak? Yani eşref-i mahlûkatın görme biçimleri, zemini hakikat olan yerde hakikati yaşama, aklıselim, basiret, düşünme ve dili kullanma yetenekleri ile halifesi olduğu dünyayı şekillendirme görevi ne olacak? Görmek nasip meselesi midir? Sadettin Ökten’in “Biz bir medeniyet insanı isek lisanımızı, bu medeniyeti ifade edecek mertebede kullanmamız gerekir.” sözünden hareketle dil, medeniyet tasavvuru ve bu alanda beceri geliştirme kavramları üzerinde durulabilir. İnsanla etkileşim içinde olan şey zamanla kendi dilini oluşturuyor.
Şimdi, burada görünürlüklerden bahsediyoruz: Pandemi döneminde paydaş görünürlüğünden, ortak iş yapmaktan, bireysel ve toplumsal davranışların görünürlüklerinden, haritalardan ve istatistiklerden… Engeller ve duvarlar her dönemde var. Görmekle alakalı. Duvar, bireyin kendine ulaşmasına fırsat vermiyor gibi. İçerisi duvar, dışarısı duvar, kapı duvar… Görünürlükler zamanla alakalıdır. Kendi duvarını aşmak, zamanı tanımak ve anlamakla alakalıdır. Robotların ataları makinelerdi. Onları geliştirip sensörler, bataryalar ve kodlar eklediler. Her türlü işi yapabilecek hale getirilmeye çalışılan bu robotlar; kalbi olandan, insani olandan yoksundur. Problem de buradan başlamıyor mu? Bu robotlar ne kadar maharetliler… Kore’de insansı robot Sophia; NFT[3] formatında yaptığı tabloyu binlerce dolara sattı. O robot ne yaptı, tabloyu satın alanın niyeti neydi, bu olay dünyaya ne mesaj veriyordu?
Bu yüzyılın “çağdaş kıskacı”[4] çevrim içi var olmaya çalışmak. Nefes almak için, kâinatı okuyabilmek için, verilen sözü tutmak için, benlik ve medeniyet inşası için mobil veriyi kapamaya ihtiyacımız var. Teknolojik ilerleme; depresyon, anksiyete, nevroz, anomali, otizm vb hastalıkları beraberinde getirdi. Bir tehdit, baskı hali bize göz kırpıyor. Adı her neyse; güçsüz, muhtaç olduğumuz hissini canlı tutacak görüntüleri, seyir kültürünü, hıza kapılmayı, çoklu olanı bize ilaç gibi göstermeye çalışıyor. Görmeyi, görünür olmakla değiştirip kazançsız alışverişleri, yaşama kültürü olarak algılama eğilimindeyiz. Kelimeleri bir aydınlatma aracı olarak kullanmalıyız. Söze muhatap olmayı, sözcüklere hürmet etmeyi, anlamla barışmayı becerebilmeliyiz. Kalbi geniş, gözü açık, bakışları keskin olacak olan bizleriz.
[1] Ali Şeriati, Dine Karşı Din, Fecr Yayınları, 14 Baskı-Kasım 2019, s. 176
[2] Burada simülasyon piramitler yerine “simülasyon hayatları” tamlaması da kullanılabilir.
[3] NFT: Non-Fungible Token, değiştirilemez ve benzersiz bir nesneyi temsil eden özel bir kriptografik simge türüne deniyor. NFT’nin ayrıntıları blockchain (blok zinciri) olarak bilinen bir dijital defterde kaydedilerek bir dijital eserin gerçek olduğunun doğrulanmasına yardımcı oluyor. Web: https://www.ntv.com.tr/galeri/sanat/robot-sophianin-yaptigi-tablo-688-bin-888-dolara-satildi,5tGiNdkuVEGqzfLBPHnrGA
[4] “Çağdaş Kıskaç” ifadesi Cahit Zarifoğluna aittir. Bkz. Bir Değirmendir Bu Dünya