Yol Oldur Ki Doğru Vara

  -Kim bilir nerdesiniz geçen dakikalarım-

Halk, edebi manada tam bir lâ-edrilik içinde yaşar…
Ne terennüm ettiği mısraların sahibini arar ne de okuduğu gazellerin, ilahi ve türkülerin peşine düşer.
Anlatılan masallar, hikâyeler. Her daim kullanılan özdeyişler…
Edebiyatın hangi türüne girer, hangi makamdır onunla ilgilenmez halk.
Kulağa hoş gelen, gönülde yer eden, ibret alınandır onun için makbul olan.
Bu bir gelenektir ve asırlarca devam etmiştir.
Yunus Emre’den bir ilahi oku, Akif bir şiirinde, Nasrettin Hoca demiş ki… diye başlar hemen her Anadolu insanı. Yusuf Peygamber’den Peygamberimize kadar birçok kıssa ve olayı da isim, yer ve tarihiyle anlatır. Geçmişe dair ecdadın kahramanlıkları, ilim ve irfan erbabının hayatına dair de birikimleri vardır insanımızın.
Önce yazılı, sonra görsel medya, sonrasında da sosyal medya. Bu yöndeki genel bilgilenmede daha aktif rol üstlenmiştir. Özellikle sosyal medya, özel günlerde yapılan paylaşımlarla bu doğrultudaki bilgilenmelerin mecrası olmuştur. Bunu söylerken, bilgi kirliliği ve kayıplar ve bir kuşatmanın olduğunu da asla pas geçmiyoruz.
Yunus Emre’de; gönüllerde yer edinen, birçok mahfilde makamla okunan ve dinlenen, ilahileri ve gazelleri ezberlerde olan bir değerimizdir.
Geçmişe gidelim biraz…
Pulur Köy Enstitüsünü arazisinde barındıran ve sırtını yasladığı höyükle, kazı yapıldığı için adına üniversitede kitap çıkarılan tarihi bir yerleşke köyümüz.
Bir kış ve bayram sabahı erkenden kaldırılmışız; ahırlar temizlenecek, hayvanların ihtiyaçları giderilecek, komda koyunlara alaf ve sonrası ahırdaki tavuklara pin’de yem verilecek ve güvercinler de unutulmayacak… Sonrasında avlular temizlenecek ve iş bitiminde bayramlık elbiseler giyilip bayram namazı için camiye gidilecek.
Büyükler ve çocuklar iş bölümü yapar, ortak bir çalışmayla işler görülürdü.
İşte o bayram sabahlarının birinde gün ağarmadan minareden ilk kez ilahi okunduğunu duymuştum:
”Şol cennetin ırmakları/ Akar Allah deyü deyü/ Çıkmış İslam bülbülleri/Öter Allah deyü deyü”. Hava soğuktu, dışarı çıkınca daha bir hissediliyordu. Tabiat sessiz ve yüreğe dokunan ses ortalıkta yankılanmış, çocuk halimle beni de etkilemişti.
Soğuk ciğerlerime işlese de sonuna kadar dinlemiştim.
Okunan tek ilahiydi zaten.
Erzurum’da akşam namazı hariç, her ezanın peşinden sala verildiği için, salalar sabah ezanı sonrasına bırakılmıştı muhtemelen.
Yunus şiirinin en önemli özelliği, dinleyeni etkilemek.
Hâsılı, Anadolu coğrafyasında gönüllerde ve zihinlerde ve isimlerde bir Yunus vardır.
Türkçesi, özü ve sözüyle bir işaret taşıdır.
Şiiri, topluma sevdiren şahsiyetlerden biridir Yunus.

• * *
Kütüphaneden mi, birisinden ödünç mü aldım hatırlamıyorum. Sezai Karakoç’un Yunus Emre’si, mülaki olduğum ilk eseridir. Liseye yeni başlamıştım. Roman türü bir Yunus Emre beklerken, dağı- taşı hikâyelerle aşıp gideceğiz diye tahayyül ederken, dağa toslamıştım. Alıntı şiirler hariç, okuduğum birkaç sayfa metin de ağır gelmişti.
Kitabı iade ettim.
Yıllar sonra okudum, müstefit oldum, neden o zaman anlamadığımın da bir muhasebesini yapma imkânı buldum.
Erzurum’da, Habip Baba türbesinin önünde, resimli roman formatında, Zaloğlu Rüstem’den Battal Gazi’ye, Hayber’in fethi ve Zülfikar’dan Leyla ile Mecnun’a, onlarca çeşidi olan ve birini alınca diğerine yönlendiren kitaplar satılırdı.
Bir de sinema önlerinde ve Cumhuriyet Caddesi’nde satılan ve takas da yapılan, o dönemin meşhur çizgi romanları vardı ki, peynir-ekmek gibi alınıp satılırdı. Bu tercüme kitaplar kültür emperyalizminin en belirgin göstergesiydi.
Kaldırımda sergilenen ve benim yol güzergâhımda olan iki farklı serginin ilkinden Yunus Emre şiirleri dâhil, aldığım birkaç kitap hamaset açısından güzel, içerik olarak tetkike muhtaç ve nitelik olarak zayıftı. Yol güzergâhımdı, oradan geçtiğim için ve kitap merakımdan ötürü almıştım, sonrasında vazgeçtim.
Türbenin arka kısmına düşen caddedeki Alioğlu kitabevinden Ahmet Kabaklı’nın Yunus Emre’sini almış, okumuş ve istifade etmiştim.
Cumhuriyet Caddesi’nde sergilenen ve yukarda zikrettiğim kitaplara, alıp bakmışlığım dışında bir ünsiyetim olmamıştır.

• * *
Dergimizdeki yunuslardan birisi.
Ay Vakti’ne cuma günleri geldiğinde genelde çayı o demlerdi.
İsmail Sezer’le arkadaş grubu olarak gelirler, birlikte de ayrılırlardı.
Mekân ve dergi gençlerindi, halen de öyledir.
Yirmi yıldır dönem dönem isimler, suretler değişse de gençler hep Ay Vakti’nde oldular ve olmaya da devam ediyorlar.
Değerli dostumuz Bilal Kemikli, İstanbul’a gelişlerinden birinde Ay Vakti’ne uğramıştı.
Küçük mekânda gençlerle sohbet etmiş, Yunus’un hafız olduğunu da öğrenince “Hocam Yunus’a talibim. Akademik çalışma yapmak isterse kılavuz olurum” diyerek teşvik etmişti.
Yunus farklı bir şehirde, bir üniversitede kendi gayretleriyle akademisyen oldu.
O dönem dergide olanlarla hep Bizim Yunus diye hitap ettik.
Görev icabı o da Anadolu’ya gitti.
Sonraki dönem dergiye gelen gençler, mekânın boyanması gerektiğini söylemişler, ben de “boyatın” demiştim. Dergiye geldiğimde, oturduğum masanın iki yanında duvara asılı olan kurumuş papatya ve mor menekşeler, Yunus’un kartondan yaptığı ve kullandığımız bir malzeme dâhil, kendilerince fazlalık olarak gördükleri ne varsa atmış, ihtiyaç olan bir şeyse yenilemişlerdi.
Kabul etmekten başka çaremiz yoktu.

Gençler hep ümidimiz.
Yetenek alanında güçlü eserler.
Mesleki alanda mükemmel çalışmalar.
Güzel ahlak sahibi olmayı şiar edinmek.
Yolunuz açık olsun.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Yol Oldur Ki Doğru Vara / Şeref Akbaba
Aforizmalar / Naz
Hanende Melek’in Hüseyin Avni’si / Mustafa Uğurlu
Çakır Gözlü Çocuklar / Müjdat Er
Yol Telaşı / Emrah Bilge Merdivan
Tümünü Göster