Yol Telaşı

Senden ayrılalı ne haldeyim diye sormuşsun.  Yekesi kırık tekne gibi akıntı nereye sürüklerse oraya doğru bilinçsizce sürükleniyorumarkadaşım. Doğrularımı kaybettim, neredeyim ve ne kadar açıktayım bilemiyorum. Ayağımı bastığım zemin heyelanlı bir yamaçtan kayar gibi beni savuruyor, köklerimin sarıldığı toprakla beraber kayıyorum. Bilmeden; başka doğrulara mı yoksa yanlışlar ülkesine mi?Anlamadan sürükleniyorum.  Doğrularım yok artık benim… Nerden başladığını ve nereye gittiğini bilmediğim akıntılarım var. Söyle bana dostum böyle yola çıkanlar yeni kıtalar keşfederler mi sence? Yoksa helezonikdaireler çizip kendilerinde mi kaybolurlar?  Aksi bir karayel esip halatlarımı kopardığındaayrılığın acısını özgürlüğün soğuk buzları bastırır sanmıştım. Buz gibiyim şimdi, herkese ve herşeye soğuk bakıyorum. Sevdiklerim ve güvendiklerim için öyle temiz duygular beslemiyorum, herkes şüpheli, her kişi zanlı artık…

Sorma, sorarsan cevap vermek zorunda kalırım. Verecek cevaplarım değil inleyecek sancılarım var benim. Sadece can kulağıyla dinle beni…  Yalanların ve hilelerin varlığı belki de mücevherlerimi cam parasına sattırdı. Doğrular ve yanlışlar karıştıklarında yanlışıseçmekten korktuğum için hepsini beraberce verdim.   Bir barajın kapaklarını açar gibi güven denen duyguyu göğüs kafesimden aşağıya boşaltıp bomboş kaldım böylece. Ben miyim suçlu olan yoksa doğrunun taşındığı heybelere yalan yükleyenler benimle beraber midir?Gür saçların rüzgârda dalgalandığı şampuan reklamları da bu işin içinde, faizcilerinbaşı sıkışana yardım ettiğiyalanını sineye çeken de. Katil hepsi de, doğrunun ve gerçeğin katili.  Bir de riyakâr resimlerin arkasına saklanan çocuk ruhlulara kızgınım. Peki ya sen,  sana ne demeli? Mektuplarını güzel kâğıtlara yazman, gün görmemiş süslü cümleler kurman sadeliğin ve gerçeğin yetmeyeceği korkusundan değil mi? Bana güvenmemenin, seni olduğun gibi sevmeye gücüm yetmeyeceği zannının itirafı değil mi bunlar? Çık kelimelerin arkasından, görüyorum seni.

Doğrularımı kaybettim ben. Geçen gün caminin arkasındaki çay ocağında birkaç adamla beraberfikirlerimi aydınlatan devasa avizenin zincirlerini kesip yere düşürdük. Billur kristaller saçıldı her yana.  Doğrulara bir de karanlıkta bak, o ışıltıyı görebilecek misin dediler. Göremiyorum azizim. Avizem olmadan hiç bir nesneyi göremiyorum. Herkes aynı, her şey yanlış; sadece karanlık ve bilinmezlik var şimdi.  Kim tutar, kim kaldırır onu? Yerle yeksan olan aydınlık kaynağımı kim çıkarır tekrar yerine. Ah kavak yelleri… Adalet uğruna Nuşirevan gibi kendi evladını asanlardan olacaktım, adalet ne tarafta kaldı, şimdi ben ne yandayım?Ben gibi olunca kırmızı ve siyah tüm çizgileri siliniyor insanın. Dünyayı dilimleyen tüm sanal çizgiler yok oluyor, ölçemiyor ve kayboluyorsunuz. Kaybolmak,karanlık ve soğuk en çok da yokluğa benziyor.  Güzelde eriyen bir yokluk değil bu,çölün hiçliğine benzer bir şey.

Şüphe… Şüphe… Şüphe ile başladı hepsi. Şüphenin öylelezzetli bir yönü var ki Çin tuzu gibisezdirmeden zehirliyor.  Bir şulesi harmanlarla doğruyu yakıp geçiyorşüphenin. O yangının dumanını bronşlarına çekmek,afyona rahmet okutan bir tiryakilik bahşediyor. Dumanlı kafanızla tümbüyükleri hafife alıyorsunuz.  Her şey şüpheli, herkes zanlı artık…  Yoksa şüphe ilaç şişesinde duran bir hastalık mı? Şüpheden bile şüphe ediyorum artık. Dayanamıyorum dostum,  Ömer Seyfettin’in yüksek ökçelerindeki yumuşak terliklerberbat etti hayatımı. Herkes mi hatalı yoksa gözlerim mi bozuldu.  Pire için yorgan mı yaktım ya da? Şüphe beni boğuyor,huzur denilen duyguyu buharlaştırıp gökyüzüne yükseltiyor ve nefessiz kalıyorum. O ökçeleri tekrar giysemyine kıvrandırır mı beni? Ne unutmak mümkün, ne hayra yormak… Şüphe bile şüpheli anlıyor musun? Yoruldum, hem de çok fazla… Beni anla, yeter. Anlıyorsun değil mi?

Kabullerim ve geleneklerim kaybolan doğrularla beraber, yok oldular.  Alfabeyi yeniden öğrenip tüm kitapları baştan okumak zorundayım. Okunmuş ve anlaşılmışları; hatta yerin çektiğini ve rüzgârınestiğini…  Sokakları dar diye binalarımı yıktım, güya molozlardan yeni bir medeniyet kuracaktım. Heyhaaat ne mümkün… Taş devrine döndüm azizim.  Kendi kıyametimi koparmışım, haberim yok.  Nükleer savaşın ardındaki anarşiyi yaşıyorum şimdi. Menfaat, hırs ve can derdinde cebe ve cevşenlerikuşananlar zihnimin çorak topraklarında birbirlerini mızraklıyorlar… Biz ve siz diyemiyor, kendimi hiç bir ordunun safına koyamıyorum.  Öylece ortadayım. Bu şüphe,  o derece çıplak, savunmasız ve hastalıklı bıraktı ki beni, son nefesimle “imdat!” diye bağırıyorum. “Tut beni!”

Doğrunun olmadığı yerde yanlışlar da olmuyor aziz dost. Renk kartelası işe yaramıyor. Dedim ya karanlık burası.   Çek beni, çek götür senden yana. Beni benden kurtar, sana götür.  Medeniyet kurma iddiasında değilim, senin ülkende bir mülteci olabilsem, senin sevdiklerini sevip doğrularına bel bağlasam yeter. Çıldıracağım aziz dost.  Artık dostum musun,onu bile bilmiyorum lakinyalnız şunu anla istiyorum; baltaile binlercebinayı yıktığım şehirde bir tek senin anıtına dokunmadım. Geri dönmek için bıraktığım ekmek kırıntımsın sen benim. Ya al beni ve sen yap, ya da öleyim buralarda.  Putları devireceğim derken Kâbe’yi yıkmışım, beni Allah’a havale edip develerinin peşine düşme, ne olur.  Baltayı, nefsimin boynuna asıp suçu üzerine attım. Masumum artık.Sen İbrahim ruhlusun, affet beni.  Söz veriyorum, doğrularına dokunmayacağım. Bin bir özlemle kapındayım. Senin ülkende bir çatı gölgesi bir keçe döşek yeter.  Ara ve bul beni…

Ey kardeşim, ey derdine beni ortak eden,

 Yıktım ve yıkıldım ama sana dokunmadım diyorsun. Bu söz asla doğru değil! Bana vurduğun sillenin ucu feleğe dokunsa Kehkeşan’ın zembereği yerinden çıkar, küreler birbirine kavuşur, lakin bilmezsin.  Bu mektup ile beni de yıktın geçtin arkadaşım.  Bir mülteciden yurt istemek de nedir? Benim barkım mı var sana vereyim, keçem mi var sana sereyim?Ben yolcuyum aziz dost, toprağım ve yurdum olamaz. Bir ezan çağrısına kulak verip kervana katılmışım. Göçer evlinin yoldan gayrı ne telaşı ola ki huzuru arasın, gözü yoldan başka nerededir ki izi kaybetsin? Haydi, bırak ağırlıklarını koş gel. Gel haydi, yola gel…

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Yol Oldur Ki Doğru Vara / Şeref Akbaba
Aforizmalar / Naz
Hanende Melek’in Hüseyin Avni’si / Mustafa Uğurlu
Çakır Gözlü Çocuklar / Müjdat Er
Yol Telaşı / Emrah Bilge Merdivan
Tümünü Göster