Daha evvel Yunus Emre’nin dünya tasavvuruna dair bir makale kaleme almıştım. Onun şiirlerinden yola çıkarak dünyaya yüklediği anlamları tahlil etmeye matuf bu makale, daha sonra kitaplardan birinde yerini aldı. Orada, kendisini “bezirgâna” benzeten şairin, dünyayı bir pazar yerine benzettiği hususuna atıfta bulunmuştuk. Pazar kurulur, insanlar gelir alış verişini yaparlar, hanelerinin yolunu tutarlar. Saati gelince de pazarcılarda tezgâhlarını kapatır giderler. Dedem Korkut’un dediği gibi, “gelimli-gidimli” dünya.
Benim bunda kararım yok ben bunda gitmeye geldim
Bezirgânım metâım çok alana satmaya geldim.
Burada karar kılacak değiliz; geleceğiz, alış verişimizi yapıp gideceğiz. Burada dikkat çeken husus, satılacak metâının çok olduğuna vurgu yapmasıdır? Metâ, ticari değeri olan maldır. Evet, metâ mal ve servet anlamına gelir. Ancak her mal, kolay kolay müşteri bulamaz. “Müşterisiz meta zâyi’dir” fehvasınca, değeri olmayan bir malın pazara getirilip sunulması, en azından zaman kaybına sebeptir. O bakımdan Yunus’un çok olan metâı, değerli, müşteri bulan ve talep edilen mal olmalıdır. Zira beytin tazammununda, değerli mallarımı pazara getirdim, burada kalıcı değilim, satıp gideceğim diyen bir tüccarın resmi çıkar karşımıza. Neyi, nerede ve nasıl sunacağını bilen bir pazarcı… Nedir bu pazarcının dünya pazarında arz ettiği kıymetli malları? Tabi ki, kelamıdır. Kelam, oktur; hedefine ulaşır, orada iz bırakır, kalır. Bir bakıma tohumdur; insan toprağına atılan kemâl tohumu.
Yunus, bu dünya pazarında Tabduk Emre kapısına kırk yıl doğru odun taşıyarak, hizmet, himmet ve aşk iksiriyle sözünü kelama tebdil ettire bilmiştir. Söz, çileyle adeta haddeden geçerek arınmış, incelmiş ve demlenmiştir. Böylece onun kelamı, nadide bir iksir olarak gönül mülkünü ihya ve inşa etmiştir. Bu iksirin muhtevasında sadece bilgi yoktur; amel ve tecrübe vardır. O sebepten pazarda kolayca alıcı bulmuş, söylene söylene gönül coğrafyamızın bütün köşelerini dolaşmış, gönül bahçelerinin bakımını yaparak bugünlere kadar gelmiştir. Onu satan bezirgân, bedenen bu diyarlardan göçmüşse de aklen ve ruhen kelamın taşıdığı mana içinde yaşayarak bugünlere gelmiş ve yarınlara da ışkın vermiştir.
Yunus’un dünyası sözünü söylediği bir pazar ise, müşterisi kimdir? Tabi ki, öncelikle bizzat sesini, sözünü duyup, sohbetini dinleyen, aynı zaman diliminde yaşayan insanlar… Daha doğrusu onun ifadesiyle “gönüller”dir. Onun ifadesiyle, metâının muhatabı yahut alıcısı gönüllerdir. Müşteri bulmak sadedine gönül kazanmak, elbette onun davasıdır. Lakin oraya dava ile değil, sevgiyle girilir.
Ben gelmedim dâvi’ için benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir gönüller yapmaya geldim
Dünya pazarında sataşa arz edilen meta bir iddiaya mebni söylenen yapmacık, arızı ve zamanlı sözler değildir. Onun sözleri, “sevi”den beslenen, samimi, kalıcı ve tesirli sözlerdir. Bu sebepledir ki, bu sözlerin her bir kelimesi, “dostun evini” inşa eden birer kerpiç ve her bir cümle birer harçtır. Maksat bu dünya pazarında, arz edeceğimiz söz metaı ile muhatapların yani “dost”ların “gönül evleri”ni inşa etmektir. Keza eğer bu evler önceden inşa edilmiş ise, orayı daha da mamur bir hâle getirmek… Bu dünya pazarında, gönüller mamur edecek sözü söylemekten daha yüce ne vardır? Yunus, bu soruya, “evet, mesele bir gönle girmektir” fehvasınca yaklaşıyor. Ne var ki, bu meselenin ötesinde bir meseleden daha söz açıyor ki, asıl murat burada saklıdır. Nedir bu açılan yeni mesele? Bu pazarda “birliğe yetmek”. Birliğe yetmek, birliğe yani tevhide ulaşmaktır.
Dost esrüğü deliliğim âşıklar bilir neliğim
Degşürüben ikiliğim birliğe yetmeye geldim
Şu halde dünyaya gelmekten murat, evvela bu hayat pazarında satıcı yahut alıcı olarak metâ’a ilişkin bilinci geliştirmek gerekiyor. Ney alacaksınız? Ney satacaksınız? Kimden alıp, kime satacaksınız? Yunus’tan hareketle biz, alınan ve verilenin “söz” yahut “kelâm”olduğunu; özü itibariyle de söz ve kelamdan muradında mana olduğunu anlıyoruz. Fakat burada mananın asıl menba’ına bizi götürüyor: Birliğe ermek… Tevhit.
Yunus’un sadece burada değil, diğer pek çok nutk-ı şerifinde temel konu tevhittir. Birliği idrak, pazarın asıl sahibinin kim olduğunun farkına varmaktır. Hayatın, zamanın, mekanın ve varlığın sahibi… Sahibimiz. O sahibimiz bizim “hâcemiz”dir; hocamız, mürebbimiz, mürşidimiz… Rab ismi burada kisve-i tab’a bürünüyor; “Âdeme esmâyı öğreten” bir mürebbi olarak bize, pazarda gönül evini huzur içinde inşa etmek için ihtiyacımız olan doğru metâ’ı ilham ediyor. O sebeptendir ki, tevhidi müdrik olan, o bahçenin bülbülü oluyor.
Ol hâcemdir ben kuluyam, dost bahçesi bülbülüyem
Ol hâcemin bahçesinde şâd olup ötmeye geldim
Bir yerde bülbül var ise, mutlaka gül de olacaktır. Dolayısıyla bu pazar yeri, bilişme ve buluşa yurdudur. Halleşmek ve dertleşmek… Nihayetinde Yunus, sözü aşka getirir.
Bunda biliş olan canlar anda bilişirler imiş
Billişiben dosta hâlim henüz arzetmeye geldim
Yunus Emre âşık olmuş mâşûkun derdinden ölmüş
Gerçek erin kapısında ömrüm harcetmeye geldim
Velhasıl, dünyaya gelmekten murat, aşk ile bilişmek ve buluşmaktır. Neyle bilişmek? İnsanla, varlıkla. Bilişmek, halleşmeye, tanımaya, anlamaya ve anlamlandırmaya doğru seyreden bir süreci ihtiva eder. Buradan siz eğitime, öğretime ve bilgiye dair bir çıkarım da yapabilirsiniz. Keza diğer bir ifadeyle biliş olmaktan murad, zamanın, mekanın ve bütün mevcûdâtın sahibi olan vâcibü’l-vucûd’u tanımaktır. Buna sufiler marifetu’llah diyor; Allah’ı tanımak, bilmek… Bu tanıma ve bilmenin isim ve sıfatlar nezdinde bir bilinç haline ulaşmak olduğunu anlıyoruz. Eserden müessire doğru seyreden bir bilme ve anlama serüveni. Onu, kevnî ayetler olarak tanımladığımız ve kâinât kitabı olarak tavsif ettiğimiz şekilde eserleriyle tanıma çabası… Bu çaba, müşahade ve murakabe gibi bilgi kanallarının açılmasına imkân verecektir. Nihayetinde bu kanallar, bu hayat pazarında hem sözümüzü derinleştirecek, hem de ikiliği “degşürüb birliğe yetmeye” yani mana ve mahiyeti itibariyle tevhidi müdrik olmaya sebep olacaktır. Aşk, işte tam da burada devreye giriyor: İkiliği fevt edip birliğe ermek… Buradan iradî ölüme, fakra ve fenaya doğru derin bir bahis açmak mümkündür. Lakin biz sözü kısa keselim ve şunu söyleyelim: Dünyaya gelmekten murat, ilâhî nizamı anlamaktır. Keza bu anlamayla derinleşerek tahsil edilen manayı kelama tebdil edip, sözü sevgiyle buluşturarak gönülleri mamur hale getirmektir.
Bu Sayının Diğer Yazıları
Yol Oldur Ki Doğru Vara / Şeref AkbabaAforizmalar / Naz
Hanende Melek’in Hüseyin Avni’si / Mustafa Uğurlu
Çakır Gözlü Çocuklar / Müjdat Er
Yol Telaşı / Emrah Bilge Merdivan
Tümünü Göster
Gün Aşırı
- İlk Adım
25 Nis 2018
Allah’ın adıyla Şairin anlamlı beytiyle giriş yapmak istiyoruz: “Erişir menzili Devamını Oku…
Cuma Akşamı
- Bana Sevdamı Geri Ver
25 Nis 2018
Kim, neyi kaybettiyse onu arıyor. Kıymet arz eden ve kendi Devamını Oku…