Buğday mı verelim nefes mi?”
Hacı Bektaş Veli
Yunus Emre’nin hayatı tam bir yolculuk hikâyesidir. Her yolculuk hikâyesi gibi bu hikâye de bir “talep”le başlar. Kıtlık yılıdır o yıllar ve en acil ihtiyaç buğdaydır. O yüzden böyle bir taleple yola çıkar Yunus. Ne var ki ulu bir zatın kapısına eli boş gidilmez diye yolda topladığı alıçları Hacı Bektaş’a hediye olarak sunar. İşte ne olduysa ondan sonra olur. Hacı Bektaş, dervişlerine “Sorun bakalım Yunus, buğday mı ister nasip mi?” diyerek onu bir “tercih”le karşı karşıya bırakır.
Yunus, “nefes”in ne olduğunu nerden bilsin. Bu yüzden buğdayda ısrar eder ve tercihi ondan yana olur. Buğdayı alıp köyüne dönerken bir iç muhasebe hali yaşar ve yanlış yaptığını anlar.“Muhasebe” de yolculuğun hallerinden biridir çünkü. Neticesinde dönüp “nasip”e talip olduğunu söylese de bu isteği kabul görmez. Ama Hacı Bektaş, ondaki manevi istidadı gördüğü için nasip teklifi yapmıştır zaten. O yüzden onu “Biz onu (nefes-nasip) Tapduk Emre’ye verdik. Artık nasibinin anahtarı ondadır. Varıp gitsin, ondan alsın.” diyerek yolun bundan sonraki durağını işaret eder.
Yolun yeni imtihanı “teslimiyet” yeni durağı bu defa Tapduk Emre dergâhıdır. Yunus, varıp halini arz eder. Tapduk Emre de ona “Halin malumumuzdur. Hizmet et, emek yetir. Nasibini alıver.” der. Yunus, teslimiyetle baş eğer. Bu dergâhta kırk yıl manevi eğitim görür. Pek çok imtihan halleri yaşar. Kendi şiirinde de belirttiği gibi Tapduk kapsında “miskin çiğ iken pişer.” Artık karşımızda manevi yolculuğunu/eğitimini tamamlamış bir Yunus vardır. Şimdi ise “hizmet” vaktidir. İşte Yunus’a verilen nasibin yahut nefesin “şairlik” olacağı bu arınma sürecinden sonra anlaşılmış ve gerçekleşmiş olur.
Menkıbenin anlatımına göre “Uzun senelerden sonra Anadolu erenleri dergâha gelirler. Meclis kurulur. O mecliste Yunus-u Guyende adlı pek tanınmış bir ilahici vardır. Yunus da oradadır.Tapduk Emre coşup Guyende’ye “Yunus söyle” der. Birkaç kez söylemesine rağmen cezbe halindeki Guyende işitmez. Bu sefer diğer Yunus’a yönelir. “Yunus, vakit tamam oldu. O hazinenin kilidini açtık. Nasibini alıverdin. Hacı Bektaş Velî’nin sözü yerine geldi. Durma, söyle” der. Bunun üzerine Yunus’un dili açılır, gözlerinden ve gönlünden perde kalkar. Şevk denizine düşerekağzını açıp inci ve cevahir saçar. İlahi hakikatlerin sırlarından, inceliklerinden öyle bir sohbet eyler ki, dinleyenler hayran kalırlar Sonra da ne söylediyse hepsini kaleme alırlar. Muteber bir divan olur.”
Artık karşımızda şair Yunus vardır. Mürşidinin izni ve buyruğu ile yolculuk hikâyesine kaldığı yerden devam eder. Diyar diyar bütün bir Anadolu’yu, Azerbeycan bölgesini gezer. Şam’a kadar gider. Bunlar, onun irşad ve tebliğ seyahatleridir. Oralarda onda şiir olarak tecelli eden bereketli nefesiyle gönülleri şad eder. Gittiği her yeri aydınlatır. Herkesi sevgiye, birlik ve dirliğe çağırır. Anadolu, Moğol istilasının ve Selçuklu’nun yıkılışının neticesinde yaşadığı bütün ruhsal travmaları atlatarak yeni bir devlet oluşumuna girişir ve Osmanlı’yı kurar. Yunus, hâlâ görev başındadır bu süreçte de. Bu yeni devletin kuruluş ve yönetim anlayışının da kurucu isimlerinden olur.
Burada nefesle(şiirle) bir millet nasıl hem düştüğü yerden kalkıp yeni bir devlet inşa edebilmiştir? Söz (şiir) buna güç yetirebilir mi? Şeklinde sorular akla gelecektir elbette. İşte bu noktada şiir ve şair kelimelerinin Yunus’la birlikte kazandığı/taşıdığı anamaya bakmak gerekir. Böyle bakıldığında göreceğimiz şudur: Her şeyden önce söz’ün gücünün farkındadır Yunus: “Söz ola kese savaşı söz ola bitire başı/Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ide bir söz.” Görüldüğü gibi söz etkili bir vasıtadır ama bu etkinin müspet olması onun kaynağına bağlıdır. Bunu da açıklar Yunus “Yunus’un sözü şiirden amma aslı Kitap’tan/Hadîs ile dinene key bil sâdık olmak gerek” Daha önemli olan bir husus da şudur: Yunus’tan bir nefes olarak çıkan bu sözler kimin sözleridir. Nerden/kimden gelmektedir?Buna da açıklık getirir: “Ey sözlerin aslın bilen gel de bu söz nerden gelir/Söz aslını anlamayan sanır bu söz benden gelir/Söz karadan aktan değil yazıp okumaktan değil/Bu yürüyen halktan değil Hâlık avazından gelir.” Başka bir beytinden de şöyle der: “Yunus sana tutdıyüzinunutdı cümle kendüzin/Cümle sana söyler sözin söz söyleden sensin bana”
Bu açıklamalardan sonra Yunus’un nefsinin neden diriltici bir nefes olduğu artık aşikâr hale gelmektedir. O, aldığı manevi içsel arınma eğitimiyle benliğini terk edip gönlünü Hak ilhamını duyacak hale getirmiş, can gözünü ve can kulağını açmayı başararak tecelliye nazar kılma derecesine ulaşmış, Cenab-ı Hak da kendi hakikatini ona ilham etmiş, bu mana da Yunus diliyle şiir olarak ortaya çıkmıştır.
Bu noktada bu nefesin etki derecesini anlamak için şunları da ilave etmek gerekir. Yunus, bu manayı halka kendi diliyle, anladıkları dille aktarmıştır. Türkçe, böylece bir mana diline dönüşerek zenginleşmiş, derinlik ve estetik kazanmıştır. Yunus’un, böyle bir vasıtayı manaya tercüman olarak kullanırken hiç eksik etmediği bir özelliği de samimiyetidir. Malumdur ki kalpten kalbe bir yol vardır. Söz, kalpten çıkarsa yani samimi ise bir yol açılır ve muhatabı olan diğer kalbe kolaylıkla ulaşır. Yine samimiyet, heyecan ve coşkuyu beraberinde getireceğinden sözün tesiri daha da artmış olmaktadır. İşte bu sebeplerden dolayı Yunus şiirini sadece onun sanat kabiliyeti açısından ele alıp mükemmel oluşuna karar vermek işin bu manevi tarafı görmezden gelinirse çok da anlamlı olmayacaktır.
Yunus’un nefes olarak adlandırdığımız bu sözlerini gücü ve tesiri kendi dönemiyle de sınırlı kalmamıştır. Tekke şiirimiz onun kurduğu bu metafizik şiir ikliminde boy vermiş, asırlar boyunca Yunus dilinden şiirler söylenmiştir. Halk şirini de besleyen ana kaynak yine Yunus’un şiiridir. Burada Divan şiirinde durumun aynı ölçüde olduğunu söylemek zor olsa da her iki şiir tarzında da ana kaynak tasavvuf olduğu için adı zikredilmese de Divan çevrelerinin Yunus şiirine aşikâr oldukları pekâlâ söylenmelidir.
Yunus’un nefesini çok güçlü bir şekilde Meşrutiyet dönemiyle birlikte görmekteyiz. Doğu batı arsında savrulan sanatkârlar, özellikle de şairler, asırlar sonra yine Yunus’la buluşup onun Türkçe’ye ses, Anadolu’ya nefes olan şiirleri ile onu yeniden tanımışlar ve şiirimizde yine Yunus etkisi güçlü bir şekilde görülmeye başlanmıştır.“Yunus’un toprağına/Vardım yüzüm sürmeye/Sildim gönül pasını/ Yanubenaru geldim” diyen Rıza Tevfik’ten; “Kapında kul olmak ar değil bana/Toprağına yüzüm sürmek dilerim/Sen’den gayri kimse yâr değil bana/Bir görün Yunus’um görmek dilerim” diyen Halide Nusret Zorlutuna’ya; “Dilin vahye, ilhama uygun beyân/Yakından, uzaktan duyar duymayan/Ki şi’rinde yer yer Muhammed ayan/Ve-yer yer-Alî, Yûnus’um!” diyen Arif Nihat Asya’dan; “Rüzgâra bir koku ver ki hırkandan/Geleyim izine doğru arkandan/Bırakmam tutmuşum artık yakandan/Medet ey şairim, Yunus’um medet!” diyen Necip Fazıl’a kadar onlarca şair, Yunus nefesiyle hem güçlü birer şair olmuşlar hem de onun şiirinde anlatılan düşünce ve değerlerle buluşarak kimliklerini hakikate göre inşa etmişlerdir.
Yunus’un nefesi sadece insanlar için de olmamıştır. Molla Kasım menkıbesine göre bakacak olursak denizde balıklar, gökte melekler ve kuşlar da Yunus’un sesinden/nefesinden nasiplenmişlerdir. Çünkü dirilik, nefesledir. Hele bu nefes “Hak avazı”nden gelmişse inci, mercan, yakuttur. Her varlık ondan nasiplenmek isteyecektir. Molla Kasım da şer-i şerif üzere adaletle hareket ederek bu şiirleri insanlar, kuşlar, melekler ve balıklar arasında pay ederek kâinatı Yunus’un sesiyle doldurmuş, dağlar, taşlar, seherlerde kuşlar Yunus’la birlikte zikretmişlerdir. Ne var ki nasıl Yunus şiiri şiir olsun diye söylememişse bizim de onu sadece şiir diye dinlememiz gerekir. Aslında bunun yolunu da kendisi gösterir Yunus’un. Nasıl kainattaki tecellileri görmek için onun ifadesiyle “can gözü” gerekiyorsa Yunus’un sözünü anlamak için de can kulağı gerekmektedir. İsteyelüm iş issini bulup görelümkandadur/Cân kulağı açuğ-ısa işbu sözüm turvandadur”. İşte bu söz her dem yeni söylenmiş gibi turfandadır. Yeter ki can kulağımız açık olsun.
Yunus’un sözü nefestir demiştik ya bunu kendisi de ifade eder: “Didüm işbu nefesi âşıklar hükmiyile/ Bahıllıksuz er gerek bir karara turası” Sonra şiirini bir sohbetin sözleri olarak da anlatarak bizi kendi mana dünyasına davet eder. “Bu sohbete gelmeyenler Hak nefesi almayanlar/Sürün anı bundan gitsün tururısa çok iş ide” Buradan da anlaşılıyor ki Yunus’un nefesi Hak nefesi, sesi hak avazıdır. Bugün şayet Yunus’tan istifade etmek istiyorsak şiire, şairliğe onun yüklediği manadan bakmak gerekir. Aksi takdirde ona Türkçenin en büyük şairi şeklindeki övücü sözler söylemekten öteye geçemeyiz. Bu, elbette doğrudur ama onu büyük yapan asıl sebebi görmek Yunus’u doğru anlamak açısından en temel şarttır.