-Kim bilir nerdesiniz,geçen dakikalarım-
93.Harbi, İstiklal savaşı, kurtuluşu öncesinde Erzurum.
Bu üst başlıkların içeriğinden size aktarabileceğim, yakın çevremden dinlediğim ve kitap olacak mahiyette bilgiler yok.
Nedeni malum.
Nerden bilirdik, biz küçükken anlatılanlar tarihe ışık tutacak. Nerden bilirdik büyükler tek tek aramızdan çekilip, dar-ı bekaya göç edecek. Yaşadıkları, hatıraları, bir devrin hafızası kara toprağın bağrına bir çeyiz sandığı gibi düşecek.
Düşünemedik.
Farkında olmak da bir ilim.
İnsanın; kendisinin, tarihinin, yaşadıklarının, sevdiklerinin farkına varması.
Dedem Hacı İsmail İstiklal savaşı gazisiydi.
Halit Paşa ve o döneme dair anlattıklarından hafızamda kalanlar kırıntılar.
Vefat tarihi de manidar.
12 Mart 1975.
Erzurum’un düşman işgalinden kurtuluşu ve İstiklal Marşımızın kabul tarihiyle aynı.
Bir ayağının baldırı ve kürek kemiğinin üzerine her akşam pansuman yapılırdı.
Kurşun yarası.
Madalyası vardı. Talihimiz, onunla aynı odayı paylaşmak, talihsizliğimiz onu anlayacak ve anlattıklarını fark edecek yaşta olmamamızdı.
Sorarlardı, anlatırdı. Farklı mahfillerde de savaşa dair anlattıkları vardır elbette.
El işaretleriyle ne isteyecekse bizden ister, anlamayınca da kızardı. “Farz edin düşman var, size bağırarak mı su verin diyeceğim” diye serzenişte bulunurdu. Harp halini vefatına kadar haleti ruhiye olarak hep yaşamıştı.
Bin bir hatimlerde okuduğu hatimler ve her Cuma akşamı duasını yaptığı hatimle hep yad edeceğiz onu.
Yaşadığımız muhitte, Erzurum’un işgalini, kurtuluşunu, işgal sırasında yaşananları yaşamış, zulme uğramış, cephede savaşmış, müdafaada yer almış insanlar mevcuttu ve onlarda sessiz sedasız gittiler.
Elbette yazılanlar var, kayda alınanlar var. Tarihçilerimiz, yâda özel ilgi duyanların makaleleri, kitapları, arşiv belgelerine dayalı eserleri mevcut. Birlikte yaşadığımız canlı şahitlerin tanık olduklarını tarihe mal etsek iyi olurdu tezi serzenişimiz.
Olmadı.
İşgal döneminde yaşananları kitap haline getiren bir Fahri Parin hocamız var.
“Meçhul Kahramanların Dilinden Zulüm.”
Tanıkları konuşturmuş, onlar da Ermeni ve Rus zulmüne nasıl maruz kaldıklarını, o gün yaşadıklarını anlatmışlar.
İşgalide, İnkârı da sevenler o tanıkların anlattıklarına kulak versinler.
İbret alacakları çok şey var.
Savaşa gidip dönmeyenler, mukim oldukları mahallerde zulüm görenler, katledilenler, yetimler, yoksul bırakılanlar, göçenler, acının katmerlisini yaşayanlar.
Hani bir türkümüz var ya.!
“Göç göç oldu göçler yola düzüldü”
Kağnılarla yâda yaya yola düşenlerin, yolda çaresizlikten bir daha güneşi göremeyenlerin, gidipte geri dönemeyenlerin hazin hikayeleri var.
Rasim Özdenören’in “Çok Sesli Bir Ölüm” hikâyesini hatırlatır bana, işgal sonrası göçler ve ölümler.
Öyküde, kış şartlarından ötürü babasını atla hastaneye götüren ve yolda kaybeden bir delikanlının babayla karşılıklı muhabbeti, ölümü yaşamaları, tarif etmeleri ana temayı oluşturur.
“Ölüm ne ki baba” diye sorar oğlu.
“Ölüm yokluk değil, bir hiçlik değil, ölüm bir tebdil-i mekândır oğul” der babası ve sonrasında da ruhunu teslim eder.
Kar, tipi, ölüm.
Varoluşun ve yok olmayışın gergef gibi dokunduğu öykü.
Yazmıştım bunları bir Erzurum dergisinde, güncelledim.
Savaşlar, göçler, işgaller günümüzde de sürüyor.
Yer-gök tanık, masum halk kurban, sanık kim?
* * *
Selma Argon Ersoy.
Mehmet Akif’in torunu. Ocak 2007 de Ay Vakti’ne teşrif ettiler. Uzun uzadıya sohbet ettik. Vefat eden dayıları, hayatta olan aile bireyleri, yazılanlar ve anlatılanlar. Bilcümle geriye doğru şeridi sardık. O gün dergiye uğrayan Hakim Cavit Marancı bey’de sohbete dahil olmuştu. Sonrasında zaman zaman telefonla görüşmelerimiz, hal-hatır sormalarımız oldu.
Bir defasında Mehmet Akif ve İstiklal Marşı ile alakalı bir konferansıma kendileri de telefonla iştirak etmiş, gençleri selamlamış ve heyecanlandırmıştı. Şimdilerde herkes tanıyor, okullara gidiyor fakat, o sıralar belli-başlı çevrelerce biliniyordu.
Allah sağlık ve afiyet versin.
İstiklal Marşı şairimiz ve vefat eden aile efradının da ruhları şad olsun.
* * *
Ezberimde çok şiir yok. Tam olarak ezberlediğim şiir sayısı da, İstiklal Marşı dahil beşi-onu geçmez. Bir çok şairden bir veya birkaç dize hafızamda mevcuttur. Safahat ve Çile’den, Yunus’tan mısralar önceliklidir. Okuduğum şiir kitapları sayısız. Dergiler ve Ay Vakti’nde neşredilenleri, ulaşabildiğim kadarıyla genç şairleri de okurum.
Okumak ayrı, ezber ayrı.
Uzun şiirleri ezbere okuyanlarda var, ezberinde hiç şiir olmayanlarda, şiirle hiç yolu kesişmeyenlerde.
Şiiri seven, okuyan, dinleyen olmak da, yazmak kadar güzel elbette.
Divanlardakiler dahil, günümüzde ulaşılmayacak şiir yok.
Özellikle mart ayında Mehmet Akif anlatıldı, Safahat’tan bölümler okundu, toplum katmanları şiirle soluklandı.
Biz de soluklanalım:
“Şi’r için “gözyaşı” derler; onu bilmem, yalnız,
Aczimin giryesidir bence bütün âsârım!
Ağlarım, ağlatamam; hissederim, söyleyemem;
Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bîzârım!
Oku, şâyed sana bir hisli yürek lâzımsa;
Oku, zîrâ onu yazdım, iki söz yazdımsa.”