Yalınayak

Gecekondu mahallesine bakan bir apartman.
Gelişigüzel inşa edilmiş binalarda lambalar yanıyor, yollar aydınlık. Perdesini örtmemiş bir evde yatağa çöküyor kadının biri. Odada iki kişi daha var. Uyuyorlar. Uyumayan evlerin her birinden ışık dağılıyor sokağa. Sonra her biri bir yerde susuyor.
Önündeki sokakta bir araba durdu. Eski. İki genç adam yürüyerek geçtiler sokak lambasının yanından. Alt komşunun kedileri minderlerine çekildi. Dar ara sokaklardan birinde kırmızı elbiseli bir kız koşuyordu. Bir gün severse, böyle koşmalıydı. Ertesi günün akşamı yola çıktı. Otobüs durağına kadar hızlı adımlarla yürüdü. Etrafta insanlar. Onun bir yabancı olduğunu bildiklerinden, daha önce görmedikleri bu simaya bir şeyler öğrenmek ister gibi, meraklı gözlerle bakıyorlardı. Küçük bir kız çocuğu, elinde rengarenk bir topla geçti önünden. Üstü başı kir içindeydi. Dağınık saçları arasından parlayan ela gözleri vardı, kocaman kirpikleri, yoksunluğu bilmeyen çocuk elleri.
Durakta bekliyordu. Bir ekim akşamıydı bu.
On üç ay önce, bu mahalleye birkaç kilometre uzaktaki sahilde, çiçekçi bir kadına rast gelmişti. Bir davet dönüşüydü, üzerinde upuzun bir abiye. Ayak tabanları sızlıyordu, topukluları çıkarıp fırlatası vardı. Elinde tuttuğu lavanta esansını istemişti kadın ondan. Gönülsüz, uzatmıştı. Keşke ayakkabılarını isteseydi-. Kadın şu çiçekçi duasını mırıldanmıştı sonra. Omuz silkip uzaklaşmıştı o da.
Şimdi yine lavanta kokuyordu sanki elleri. Kaldırıma yaklaşan otobüse alelacele binip ineceği durağa gelinceye kadar sayı saydı. İki yüz otuz altı. Vardığında, yemeğe misafir var diye mutfağa girdi erkenden. Saçlarını beyaz dolaptaki zuladan aldığı paket lastiği ile üstünkörü topladı, kırmızı bir bandana bağlayıp hazırlıklara başladı. Doğradığı kuru soğan ve biberleri tavaya boca etti önce. Sıra domateslere geldiğinde, tahtanın üzerine hızla inen bıçak, işaret parmağına değdi. Bir bir buçuk santim boyunda bir çizikti. Rengi yavaş yavaş kırmızıya dönüyor, biriken kan usulca akıyordu çizgi boyunca. Kesiği bir müddet suya tutup parmağını sardı. Görünmez kaza.
Hazırlıkları tamamlayınca, yemek masasının yanındaki berjere yığılır gibi oturdu. Gözleri duvarda asılı saate ilişti. Yediye üç dakika vardı. Neredeyse gelirler, diye geçirdi içinden. Karşı komşunun ayak sesleri duyuluyor koridorda, terliklerle koşuşturuyor evin içinde. Başını pencereden yana çevirdi. Geçen gece gördüğü kırmızı elbiseli kızı düşünüyordu. Yüksek topuklu terlikler giyiyordu, ayakları yalın; elbisesi öyle yakışmış! Sırtı dönüktü diye görememişti yüzünü. Ama bir eliyle eteklerini tutarak koşuşu, az sonra kanatlanacakmış gibi sekişi gözlerinin önündeydi.
Kim ne derse desin, insanlar gidecekleri yere çok geç kaldıklarında bile, bütün yolu koşarak gidemezler. Gitmezler. Bu başka bir şey. Güzel bir nedeni vardı kızın koşmak için. İçi geçmişti. Belki iki, belki üç dakikalığına.
Karşı dairenin gürültülü zili ile irkildi. On iki geçiyordu. Misafirler gelmiş olmalıydı.
Masaya geçti. Yemeğe başlamak için onları bekledi biraz. Yirmi iki geçe çorba dolduruyordu kasesine. Haklıydı, diğer evde de masanın etrafı sarılmış, çorbalar içilmeye ancak başlanmıştı. Bütün yemek boyunca tek kelime etmedi. Uzun bir yolu nefes nefese koşmayı isterdi.

Paylaş

Bu Sayının Diğer Yazıları

Biraz Tarih Katarak / Şeref Akbaba
Aforizmalar / Naz
Bir Reçete Olarak Soljenitsin / Enes Güllü
Yalınayak / Nihan Feyza Lezgioğlu
Güllü Yemeni / Fatma Balcı
Tümünü Göster